Bir diktatörün halk mahkemesinde yargılanması: Ahmet Abakay'la yeni kitabı Devr-i Sultan üzerine

Gazeteci-Yazar Ahmet Abakay'la son kitabı Devr-i Sultan'ı, bir diktatörün yargılanmasının yanı sıra Türkiye'yi, son gelişmeleri konuştuk.

Serdar Nazım Yüce

Gazeteci-yazar Ahmet Abakay'ın "Devr-i Sultan" kitabı Yazılama yayınevinden çıktı. Devr-i Sultan bir tiyatro oyunu. Bir diktatörün halka karşı işlediği suçlar nedeniyle yargılanmasını ve cezalandırılmasını anlatıyor. 

Abakay, "Dünyaya milyonlarca kilometre uzaklıkta" olduğunu söylediği Sultanistan'ın eli kanlı, hırsız, savaş suçlusu, zalim diktatörünü anlatıyor. Abakay'ın "Başkan" dediği bu diktatör öyle tanıdık ki! Dini kullanışıyla, yandaşlarını semirtmesiyle, kömürüyle, makarnasıyla... 

Ahmet Abakay'ın 5. kitabı olan Devr-i Sultan, 2 perde ve 6 sahnelik bir oyun. Sanatsal içeriğinin yanında Devr-i Sultan'ı anlamlı kılan başka bir yönü de var, cesaret!

Dünyada bir yerlerde, birileri yine yüzde 50'yi almış, herkes O'nun koltuğunun tekrar sağlamlaştığını düşünür, ülkeden kaçma hayalleri kurarken; Abakay, milyonlarca kilometre uzakta, Sultanistan'daki diktatörü tel kafeste yargılıyor. Abakay, bir diktatörün çöküşünü, işçiden, kadından, öğrenciden kurulu bir halk mahkemesinde yargılanışını resmediyor.

Ahmet Abakay'la Devr-i Sultan'ı, Türkiye'yi, son gelişmeleri konuştuk.

Kitabınızdan değil de içinden geçtiğimiz süreçten başlamak isterim. Türkiye birkaç gün önce bir Rus askeri uçağına hava sahasını ihlal ettiği gerekçesiyle düşürdü. Tüm dünyanın gözü yine ülkemizin üzerinde. AKP vurduğuyla kalmadı bir de el yükseltti. Erdoğan resti çekti ve “O MİT TIR’larında silah olsa ne olacak, olmasa ne olacak” dedi. Nitekim son noktayı AKP Sözcüsü Ömer Çelik koydu ve "çok açmayacağım ama Türkmenler her anlamda donatılmalıdır" dedi.

Bu cesaret nereden geliyor sizce?

Türkiye’nin Rus uçağını vurmasının nedeni, Rus uçaklarının, IŞİD başta olmak üzere Suriye’de yönetime karşı silahlı mücadele verenlerin mevzilerini vurması, bu hedeflere operasyon düzenlemesidir.

RTE yönetiminin, IŞİD’e ve onunla aynı saflarda iç savaşın tarafı olan Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) gibi gruplara silah, mühimmat, eleman desteği verdiği artık biliniyor; çok yazıldı, çizildi, belgelendi, dava konusu oldu. Bu nedenle Cumhuriyet’ten Can Dündar ve Erdem Gül tutuklandılar.

Aslında haber, hem de doğru haber tutuklandı. Haber yalanlanmadı, hatta iki gazeteciye dava açan RTE bu haberin doğru olduğunu kendisi açıkladı, "O TIR’larda silah olsa ne olur, olmasa ne olur" dedi.

Oysa bu suç itirafıydı. Çünkü eğer o TIR’larda silah olursa ağır suç olur. Türkiye, bir başka ülkeye, hem de iç savaşın olduğu bir ülkeye, yasa dışı yollardan toplu silah, hem de TIR’larla silah sokuyor. Bu açık savaş suçudu, uluslararası ceza mahkemesinin faaliyet alanına girer.

Rus uçakları IŞİD başta olmak üzere bu silahlı güçlere operasyon yapınca Türkiye'deki yöneticiler bunu engellemek, bombalanan radikal grupları korumak ve kollamak için Rus uçağını düşürüyor. Bir kez daha komşusu olan ülkedeki iç savaşın aktif tarafı oluyor.

Zaten iktidar yapılan silah yardımlarını hep savundu. Ömer Çelik de aynı şeyi söyledi; “Türkmenler her anlamda donatılmalıdır” dedi, yani “silah yardımına devam” dedi. Saklamıyorlar da.

DİNDAR GENÇLİK
Bu cesareti nereden alıyorlar'a gelirsek...

RTE öncülüğündeki iktidar ideolojik bir mücadele içinde. Sünni İslam hareketinin bölgedeki lideri olmak istiyorlar. Zaten RTE sık sık, "dindar gençlik, dindar nesil istiyoruz" şeklinde açıklamalar yapıyor.

"Demokrat nesil", "demokrat gençlik" demiyor. Dindar nesil diyor ve devlet okullarını imam hatip okullarına dönüştürmeye çalışıyor.

Oysa bu çok tehlikeli. Örneğin, El Kaide, Müslüman Kardeşler, IŞİD gibi örgütlerin yöneticileri, liderleri dünün ve bugünün dindar neslinin temsilcileri, dindar gençleridir. Uluslararası ceza mahkemesinin kendi halkına toplu katliam yaptığı için mahkum ettiği Ömer El Beşir, bu dindar neslin bir parçası. Ve bunlar hem bölgeyi hem dünyayı kana bulayan vahşi silahlı eylemlerle masum insanların toplu öldürülmesinden sorumlular.

Bizim ülkemizdeki yöneticiler de ellerinde Kuran, konuşmalarıyla, eylemleriyle; bu örgütleri örnek alıyorlar, onları koruyorlar, onlarla yarışıyorlar, onlarla rekabet ediyorlar.

Laik, demokratik cumhuriyet onlar için, idealleri için, zamanı gelince inecekleri bir tramvaydan ibarettir.

Bunlar gücünü öncelikle iktidar olmaktan alıyorlar. Güçlerini devlete, derin devlete, orduya, hazineye, kamu kurumlarına sahip olmaktan alıyorlar.

Üniversitelerin, sendikaların önemli bölümü de iktidara teslim olunca, susunca işlerini daha kolay yürütür duruma geldiler.

Demokrasi, insan hakları, basın ve ifade özgürlüğü, kadın hakları, laiklik gibi evrensel değerlerden uzak bir kültürü, yaşam biçimini egemen kılmak için, sahte peygamber kılığına girmek de, sultanlığa özenmek de, bunun için saraylara çekilmek de gündeme gelmiş oluyor.

Kitabınızda 'Başkan’ın savaş suçlarına genişçe yer vermişsiniz. Eminim kitabınız bir-iki ay sonra çıkacak olsaydı, bu son yaşananlara yer verirdiniz. Sizce bu olanlar yüzde 49’u tekrar sağlayan AKP’nin sadece “İktidarım hiç olmadığı kadar sağlam” demesi mi yoksa seçimlerde aldığı gazla iyice kendini kaybetmesi mi? Bunu nasıl yorumluyorsunuz?

Devr-i Sultan kitabında yaşanan bu gerçek ve baskı süreci somut örneklerle vurgulanıyor.

Kitapta, iktidarı ele geçiren, gerici, dinci, baskıcı bir yönetimin kendinden yana görmediği, baskılara itiraz eden demokrasi güçlerine yönelik saldırıları hatırlatılıyor. İşlenen cinayetlerin, baskıların hesabının sorulması, yargılanması süreci tartışılıyor.

'BU KİTAP KABUSUN UNUTULMAMASI İÇİN YAZILDI'
Kitap, ülkedeki zalimliğin, hukuksuzluğun öyküsü. Ve bu kitap, ülkede kabus yaratanların, bugün, yarın ve yıllar sonra unutulmaması için yazıldı.

Eğer bir ülkede halk, yöneticileri tarafından kandırılıyorsa, aldatılıyorsa, toplum gericileştiriliyorsa, özetle ülkede "Zübük" yönetimi geçerliyse, birilerinin bunu açıklaması, deşifre etmesi gerekir.

Kim bu birileri?

O birileri öncelikle o ülkenin gazeteci, yazarları, kültür insanları, aydınları. Eğer o ülkenin aydınlarının, gazeteci-yazarlarının bir kısmı, baskıcı, halkı aldatan yöneticileri -şu veya bu nedenle, küçük ya da büyük çıkarlar uğruna- savunuyorsa o ülkede zaten aydın sorunu var demektir. Bu aydın sefaleti baskıcı iktidar kadar tehlikelidir.

Yanaşma gazeteciler, saray aydınları, gerici iktidarı destekleyip, cehenneme giden taşları döşeyip sonra, "Biz bunun, bu cumhurbaşkanının öyle olacağını bilemedik" diyebiliyorsa, ülkenin böylesine demokrasi dışı bir yapıya dönüşmesinin suç ortağıdırlar.

'DEVR-İ SULTAN KARANLIK YANAŞMALARIN TEŞHİRİ'
Bunlar, konjonktürel yazarlar, aydınlardır. Dönem aydınlarıdır. Aslında karanlık yanaşmadırlar. Dolayısıyla çok tehlikelidirler.

Yani hem baskıcı iktidarın, hem ona teslim olan, yanında olan aydınların, sendikacıların, yazarların bu tutumlarının teşhir edilmesi gerekir.

Ben Devr-i Sultan kitabımda bunu yaptım.

Bu arada, seçim başarısı falan demişken… Yeniden tek başına iktidara gelmiş bir AKP var. Hiç mi korkmuyorsunuz? 

Elbette, korkarım, endişe ederim. Ama herkes korkarsa, korkanların, susanların sayısı artarsa, bu tür baskıcı yönetimler, Zübük siyasetler daha fazla güç kazanırlar.

Bu olumsuzluklara ilk karşı çıkması gereken kişiler o ülkenin, aydınları, gazeteci-yazarları, kültür insanları değilse kim?

Herkes, tarihe, mesleğine, topluma karşı sorumludur; öncelikle de o ülkenin aydınları.

Bizler, Sebahattin Ali’lere, Nazım Hikmet’lere, Aziz Nesin’lere, Uğur Mumcu’lara, Musa Anter’lere, İlhan Erdost’lara, MuammerAksoy’lara, Hrant Dink’lere yıllar sonra saygı duyuyor, onları onurlu bir yere koyuyarsak, bu kişiler toplumsal duyarlılıkları ve zalim iktidarlara karşı seslerini yükselttikleri içindir.

Kitabınızda sık sık “Örgütlü olmak” vurgusu yapıyorsunuz. Neden örgütlenmek, nasıl örgütlenmek ya da tersinden örgütlenmek tek çare mi? 

Sorun politiktir, siyasal iktidarla ilgilidir. Ülkeyi yönetenlerle ilgilidir.

Dolayısıyla çözüm de, kurtuluş da siyasaldır. Halkın her alanda örgütlü mücadelesiyle, bu mücadelenin devrimci siyasal hareketlerle birleştirilmesinden, demokrasi saflarının genişletilmesinden geçecektir. Ve ağır toplumsal suç işleyen bu siyaset erbabı yargılanacaktır. Öyle ya da böyle hesap vermek durumundalar.

HALKIN ÖNEMLİ BÖLÜMÜNÜN ARZUSU...
Kitapta, Dersimli yaşlı Ğhace Nene’nin evini basan Jandarma ekibine verdiği ders önemlidir.

Kitapta, “Devlet bizi dinliyor” sahnesinde anlatılan konu önemlidir. Güneydoğu insanının devlete bakış açısı, devletin o yöreye gelişinde, "mutlaka bir kötülük vardır" algısının ne kadar egemen olduğu anlatılır.

Ve tabii ki Sultan’ın sonu, halk mahkemesinde yargılanması, en yakın yardımcısının onu mahkemede satıp itirafçı olması önemlidir. Önemli olmaktan öte, ülke halkının önemli bölümünün arzusu, dileği, talebidir.