2. Belgesel Fotoğraf Günleri devam ediyor

Fotoğraf Vakfı tarafından İstanbul’da düzenlenen 2. Belgesel Fotoğraf Günleri, 6-15 Kasım tarihleri arasında izleyicilerini bekliyor. Ağırlıklı olarak Türkiye’deki siyasi gündemden yola çıkarak hazırlanmış program üzerine Galata Fotoğrafhanesi kurucularından Yücel Tunca ile sohbet ettik.

Fotoğraf Vakfı tarafından düzenlenen 2. Belgesel Fotoğraf Günleri 6 Kasım günü, Galata Fotoğrafhanesi’nde yapılan açılış töreni ve afiş sergisi ile başladı.

15 Kasım günü son bulacak programa yurtiçi ve yurtdışından yüzün üzerinde fotoğrafçı konuk oluyor.

Fotoğraf Günleri kapsamında Devlet, Zulüm, İsyan; Kimlikler Lütfen, Yakınımızdakiler, Adres Bulunamadı, Fikri Firarda, Yüzyılın Sesi, Açık Çağrı ve Son Seans başlıklarının yer aldığı fotoğraf gösterimlerinin yanı sıra belgesel sinemacılar ile belgesel fotoğrafçılarının çalışma metotlarının tartışıldığı ve fotoğraf alanında editörlük kavramının masaya yatırıldığı iki panel yer alıyor. Etkinlik süresince çeşitli fotoğraf kolektiflerinden temsilciler portfolyo değerlendirmesi yaparken, fotoğraf kitabı bulunan fotoğrafçılar da konuklarla kitapları üzerine sohbetler gerçekleştirecek.

Programda ayrıca yakın zamanda kaybettiğimiz Fikret Otyam da unutulmamış. Hafta sonları SALT Galata’da, haftaiçleri ise Galata Fotoğrafhanesinde gerçekleşecek gösterimler ve diğer etkinlikler üzerine Yücel Tunca ile konuştuk.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

soL - Genel olarak fotoğrafa, özel olarak belgesel fotoğrafa baktığımızda görsel sanatların halkla temas ettiği en aktif, en etkili alan olduğunu görüyoruz. Bir taraftan da belki de politik dili en güçlü olan... Türkiye’nin özellikle yakın dönem siyasi atmosferini değerlendirdiğimizde bu politik dilin çok daha yakıcı bir hale geldiğini söylenebilir. Bu doğrultuda2. Belgesel Fotoğraf Günleri önemli bir yere oturuyor. Devlet terörü, toplumsal cinsiyet, kentsel dönüşüm, kimlik, göç gibi bu siyasi çerçeveye denk düşecek bir takım başlıklar var. Bu anlamda siz 2. Belgesel Fotoğraf Günlerinin duruşunu nereden tarifliyorsunuz?

Yücel Tunca – Aslında tam olarak ve mümkün olduğunca rahatsızlıklarımızdan, itirazlarımızdan toparlamaya çalıştık başlıklarımızı. O yüzden Devlet, Zulüm, İsyan başlığı altında hem Türkiye’deki, hem de dünyanın çeşitli yerlerindeki politik süreçleri gündeme taşımaya çalıştık. En genel itibariyle bu organizasyonu yapan arkadaşlarımızın bireysel itirazlarını bu programa yansıtmak istedik. Toplumsal kimlik anlamında cinsiyet problemlerinin nasıl görünür hale getirilebileceğine baktık, toplumsal olaylara aynı şekilde baktık. Liberal ekonomilerin bize dayattığı ve politikalarının en fazla görünür biçimde ortaya çıktığı alan olarak kentsel dönüşüm meselesini bir bölüm olarak ayırmaya çalıştık. İçinde bulunduğumuz yıl Ermeni soykırımının 100. yılı olması sebebiyle tartışmaların yaşandığı bir yıldı. O yüzden Ermeni toplumunun hikâyelerini dinlemek için de bir bölüm açtık. Bunun gibi gündemde var olan ve gündemin dışında da asılolarak hayatımızın içerisinde var olan problemli noktaları programımıza yansıtmak istedik. Ama onun dışında da görmeye çalıştığımız başka alanlar oldu. Mesela çok yakınımızdaki insanların hikâyelerine bakmak gibi…Toplumsal gündemin dışına çıkıp, biraz daha kişisel hayatlarımızdaki ilişkileri gözlemleyebileceğimiz bir bölüm, Yakınımızdakiler adlı bir bölüm açmayı tercih ettik. Ama görülüyor ki programda ağırlıklı olan kısım sorunlara dikkat çeken, onların altını çizmeye çalışan bölümler oldu.

soL - Bu başlıklar altına gelecek isimleri seçerken sadece bir tanıklığı paylaşmayı mı göz önünde bulundurdunuz, yok başka dikkat ettiğiniz kriterleriniz var mıydı mı?

YT – Açık Çağrı bölümü dışında konuşursak-çünkü o başlıkta açık çağrımıza cevap veren hemen herkese yer verdik- diğer bölümlerde işlerin politik söyleminin en azından bize yakın düzeyde olmasına öncelikle dikkat ettik. Arkasından fotoğrafik düzeyinin belli bir vasatta ya da o vasatın üzerinde olmasını gözetmeye çalıştık. Sonuçta bu işi İstanbul’da yapıyoruz, Türkiye’de yapıyoruz. Buradaki izleyicilerin bilgisi dahilinde olan konuları hatırlatıcı ve uyarıcı olması amacıyla ya da belki de hiç bilmediğimiz bazı konuları gündeme getirebilecek işleri seçmeye çalıştık. Genel olarak bu üç kıstas etrafında döndük.

soL - Çalışmalarınız sadece Belgesel Fotoğraf Günlerinden ibaret değil. Galata Fotoğrafhanesi’nde özellikle belgesel fotoğraf üzerine akademik bir eğitim de veriyorsunuz. Geçmiş dönemlere baktığımızda aklımıza Salgado, Bresson, Perres gibi kült isimlerin kareleri geliyor bu alanda. Günümüzde ise dijital makinenin gelişmesiyle çok geniş bir kesim fotoğraf çekmeye ve bir anlamda tanıklık yapmaya başladı. Belgesel Fotoğraf Günleri ya da daha geniş ölçekte Galata Fotoğrafhanesi’nde ürettiğiniz işleri baz alarak değerlendirirseniz, geçmiş dönemle günümüzü karşılaştırdığınızda nitelik bakımından nereye doğru gidiyoruz? Dijital makinaların sağladığı kolaylıklar nitelik anlamında bir düşüşe neden oluyor mu sizce?

YT – Ben niteliği, görsel estetikten önce bir konunun ele alınış biçiminde arıyorum. Oradaki nitelik arayışım daha fazla sanırım. Yani konuyu özümseme ve bunu aktarma biçimi itibariyle bir nitelik arayışım var. Görsel estetik açıkçası benim için, ihtiyaç olan şeylerden biri olmasına karşınen başta gelmiyor. Hatta bazen öyle durumlar oluyor ki, gözardı bile edebileceğim noktalara gelebiliyorum. Ne kendi öğrencilerimden böyle bir beklentim var, ne de genel olarak fotoğraf dünyasından. O nedenle de daha çok konunun ele alınış biçimine yoğunlaşmaya çalışıyorum. Bunun üzerinden baktığımda Türkiye’deki belgesel fotoğrafta alanındaki ivmenin yükselişinden gayet memnunum. Sadece Galata Fotoğrafhanesi’nde ürettiğimiz belgesel fotoğraflar açısından demiyorum, onun dışındaki tanıdığım çevrede, özellikle genç kuşak fotoğrafçılarda fotoğrafik yaklaşım bakımından oldukça iyi bir noktaya doğru yol alınıyor, önemli gelişmeler var. Çünkü eskisine oranla çok daha fazla bir etkileşim var dünyayla, dünya fotoğrafçılığıyla. Dijital dünyanın avantajları sayesinde böyle olduğunu düşünüyorum. İnsanların fotoğraf üretme olanakları çok arttı. Çok daha demokratik bir ortam oluşuyor bu anlamda. Belli bir kesimin elinde sıkışıp kalmıyor fotoğraf. Birçok insan kendisini ifade etmek için artık bu aracı kullanabilir hale geldi. Çok insanın fotoğraf makinesini kullanabiliyor olması enflasyonist bir sonuç yaratıyor mu? Bu hep tartıştığımız bir şey, ama hani bir milyar insan fotoğraf çekecek olsa dabiz onların 3 tanesini hatırlayacağız hep. Farklı beğenileri ve farklı beklentileri karşılayabilecek işlerin oluşmasına olanak sağlıyor bu yaygınlaşma hali.

Belgesel fotoğraf özelinde düşündüğümüzde ise, eski kuşakların çoğunlukla geleneksel bir anlayışla ürettikleri belgesel çalışmalar son 10-20 yıl içinde giderek başka olanakları da değerlendirerek farklılaşmaya başladı. İnsanlar birbirlerinin yaptıkları işleri takip ediyorlar artık. Burada oturup Hindistan’daki çalışmaları rahatça izleyebiliyoruz. Bilgisayarın başına oturup doğru web sitelerine girdiğimizde birbirinden farklı, etkileyici, heyecan verici, uyarıcı çalışmaları görebiliyoruz.Bu tabii bizim görsel birikimimizi çok güçlendiriyor. Ama bir yandan da şöyle bir tehlike kuşkusuz var: Fotoğraflarımız hakkında fikir üretme noktasında bir sıkıntı yaşıyoruz. Fotoğrafı çok üretirken fikri o kadar çok üretemiyoruz gibi bir handikap var. Bu bence fotoğrafçıların sıkıştığı yerlerden bir tanesi ve tehlikeli olan şeylerden biri debu. Fotoğrafın da kendi bir popüler kültürü var, popüler anlatımları var, popüler konuları var. Fotoğrafçılar da tabii ki ince eleyip sık dokumadıklarında o popüler alanda kalabiliyorlar. Dönemin modalarını takip etmeye başlayabiliyorlar. Bu estetik açısından da böyle, içerik oluşturma açısından da böyle. Ama bütün bu probleme rağmen estetikte çeşitlenme, konu bazında çeşitlenme görüyorum.

Yalnız, belgesel fotoğrafın üzerindeki beklentilerimden bir tanesi bu fotoğrafların hayata tekrar üretecek şekilde geri dönmesi… bu konuda bir sıkıntı var. Ve son zamanlarda en çok tartıştığım şeylerden bir tanesi şu: Belgesel fotoğraflar bizim bir noktada korkarım, vicdan aklaması yaptığımız, rahatlamamıza sebep olan bir orta sınıf üretimi. Sokaktan aldığı enerjiyi tekrar sokağa aktaramayan bir alan olarak kalıyor çoğu zaman. Ürettiğimiz hikâyeleri 100 kişi, 200 kişiyi bir araya getirip burada, salonlarda birbirimize gösterme meselesini de tartışıyoruz. Bu işler, bu fotoğrafı izleyen insanların hayatında nerelere dokunuyor, bizim hayatımızda, fotoğrafları çeken ya da organizasyonu yapan olarak bizde olarak nereye dokunuyor? Sorguladığım şeyler bunlar, problemli konular... O yüzden bu fotoğrafların toplumsal hayat içerisinde geri dönüp daha güçlü bir etki yaratmasını sağlayacak yöntemler üzerinde kafa yormamız lazım. O tanıklığın politik bir karşılığının olması gerekiyor.

Çevremdeki oluşumları da gözlemliyorum. Red Fotoğraf grubunun etkinliklerini o anlamda dikkatle izlemeye çalışıyorum. Çünkü onlar bunu kısmen yapıyorlar. Sokaktan aldıkları enerjiyi birçok zaman tekrar sokağa döndürme yöntemlerini kullanıyorlar. Etkileniyorum onların yaptığı işlerden. Ama söz ettiğim hala tam olarak bu değil. Bir İstiklal Caddesi eylemi, bir Kadıköy eylemi ya da bir Beşiktaş eylemi hala bu tartışmanın karşılığını vermiyor. Orada da ne yazık ki, şehrin popüler alanlarında kalmış oluyorsunuz, eylemliklerin zaten biriktiği yerlerde. Siz onun bir parçası haline geliyorsunuz. Bahsettiğim bu değil. O fotoğrafların hakikaten şehre ve topluma dokunmasını sağlayacak hareketleri nasıl yaparız, sorusuna cevap bulamadığımızı düşünüyorum.

soL - Merkezin dışında, yaşanılan coğrafyalarda bir geri dönüşümden bahsediyorsunuz. Örneğin Şişecam eylemi fotoğraflarının galerilerde sergilenmesi yerine, yine işçi sınıfı içinde geri dönüşümünün gerekliliği gibi.

YT - Evet ondan bahsediyorum. Mesela başka bir fabrikada örgütlenmesi, başka bir sendikada gösterilmesi… Bir maden faciası yaşandığında bunun Esenyurt’ta gösterilmesi, Kayseri’de gösterilmesi. Bunların olanaklarını tartışmamız ve konuşmamız gerekiyor.

soL - Bu söylediğinize dair sizin, Galata Fotoğrafhanesi olarak etkinlikleriniz ya da bu soruna bir yerden müdahale girdileriniz, girişimleriniz oluyor mu?

YT - Fikirler var şu anda. Belgesel Fotoğraf Günlerini tıpkı İşçi Filmleri Festivali gibi ya da Filmmor gibi biraz daha gezici bir etkinliğe dönüştürmek... Mesela Diyarbakır’ı, Batman’ı, İzmir’i, diğer şehirlerive hatta üniversiteleri önerebiliriz bu işte. Biz fotoğrafçılardan bu şekilde izin almaya çalışıyoruz bu gösterileri onlardan isterken. Biz bunları aynı zamanda Fotoğraf Vakfı olarak Türkiye’nin başka yerlerinde gösterebilir miyiz, başka organizasyonlarda programa alabilir miyiz, diye. Büyük bir kısmı olur veriyor. Onlar da daha çok insana ulaşmayı önemsiyor çünkü.

Ayrıca daha aktif hareketler yapma konusundaki tecrübelerimizi arttırmamız lazım. Mahallelere yeniden gidilebilir, emek örgütleriyle, sivil toplum örgütleriyle ortak çalışmalar yürütülebilir. ChobiMela, Bangladeş’te yapılan bir fotoğraf festivali… Onlar da benzer bir etkiyi sağlamak için, kendi kültürlerine de bağlı olarak hoş bir yöntem bulmuşlar. Oralarda çek çek adı verilen arabalar var, daha çok turistler kullanıyor. Onları kaplıyorlar fotoğraflarla. Zaten bütün şehri gezdikleri için, o taşıdıkları fotoğraflar her sokağa girip çıkmış oluyor. Böyle bir etkileşim nasıldır, ne sağlıyor, ayrıca tartışılır ama en azından bu fotoğraflar insanların önlerine kadar gidiyor. Aynı şekilde Red Fotoğraf’ın ya da bizim zaman zaman fotoğraflarımızı elimize alıp caddelere, sokaklara çıkmamız gibi… Dolayısıyla bunları çeşitlendirip, çoğaltmak ve bu yolu aramak en önemlisi.

soL – Bu güzel sohbet için teşekkür ederiz.