Türkiye keçilerin yüzde seksenini kaçırdı!

Mersin'in Aydıncık ilçesinde düzenlenen bir panelde, Türkiye’deki keçi ve hayvan yetiştiriciliği konusunda çarpıcı bilgiler ortaya konuldu.

(Yusuf Yavuz) Mersin’in Aydıncık ilçesinde düzenlenen panelde, Türkiye’deki keçi ve hayvan yetiştiriciliği konusunda çarpıcı bilgiler ortaya konuldu. 'Toroslar Göçebe Keçi Yetiştiriciliği’ başlıklı panelde konuşan Prof. Dr. Mustafa Kaymakçı, Türkiye’nin keçi varlığının 20 milyondan 8 milyona gerilediğini belirterek kırmızı et ithalatının en büyük nedeninin hayvan sayısının azalması olduğunu söyledi. Orman ve Su İşleri Bakanlığı 6. Bölge Müdürü Adnan Yılmaztürk ise, 2008’de ortaya konulan keçi eylem planıyla keçi varlığının yüzde 70 azaltılmasının öngörüldüğünü ancak bu yanlıştan son anda dönüldüğünü belirterek, “biz keçi ile mücadeleyi bir ibadet gibi gördük” dedi.

Anadolu'da göçebe yaşam ve üretim tarzını sürdüren son topluluğu olan Sarıkeçili Yörüklerinin ev sahipliğinde gerçekleşen panele, Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Zootekni Böl. Öğr. Üy. Prof. Dr. Mustafa Kaymakçı, Orman ve Su İşleri Bakanlığı VI. Bölge Müdürü Adnan Yılmaztürk, Mersin Damızlık Koyun ve Keçi Yetiştiricileri Birliği Başkanı Mehmet Akdoğan, Yörük- Türkmen Dernekleri kurucusu Mustafa Kaya ve Sarıkeçililer Derneği Başkanı Pervin Çoban Savran'ın yanısıra Zootekni Uzmanı Özgün Sözüer ve gazeteci yazar Banu Avar katılırken, iki bölümden oluşan panelin kolaylaştırıcılığını gazeteci yazar Yusuf Yavuz yaptı.

Savran: 'Çıkar grupları keçiyi yok etmek için kolları sıvadı'
Antalya, Isparta, Kayseri ve Adana gibi illerden gelenlerin yanı sıra Aydıncıklı keçi yetiştiricileri ve ilgili kamu kurumu temsilcilerinin de katılım gösterdiği panelde konuşan Sarıkeçililer Derneği Başkanı Pervin Çoban Savran, göçebe bir topluluk olan Sarıkeçililerin büyük sorunlarla karşı karşıya olduğunun altını çizerek, geçmişte ormana sokulması yasak olan keçilerin 2012 yılında çıkartılan düzenleme ile otlatma planları çerçevesinde izin verildiğini ancak bunun sorunları çözmeye yetmediğini söyledi. Keçi sütünün anne sütüne eş değer olduğunu da vurgulayan Savran, “ama üzülerek söylüyorum, kar amacı güdenler, çıkar grupları ve büyük şirketler bizim ürettiğimiz keçinin etini, sütünü ve kılını yok edecek derecede gölge düşürmek için kolları sıvadılar” diye konuştu.

'Kapalı kapılar ardından günah keçisi ilan edildik'
Keçilerin ormana zarar verdiği yönünde bilgi kirliliği bulunduğuna işaret eden Savran, “oysa ormanı koruyan, ona değer katan bizler ve keçilerimizdir. Bu tartışılmaz bir gerçektir. Yüzlerce yıldır bir tane göçerin orman yaktığı görülmüş değildir. Bizim kullandığımız alan belli. Kapalı kapılar ardında, masa başlarında alınan yanlış kararların kurbanı olduk. Bizde keçi var, ortada büyük de bir günah var. İkisini birleştirip bizi günah keçisi ilan ettiler. Eskiden nerede bir orman memuru görsek cumhurbaşkanı zannedip korkudan keçileri bırakıp kaçacak yer arıyorduk. Ancak orman memurları da bizim evlatlarımız. Biz kendimizi doğru anlatabilirsek sorunların istişare ile çözüleceğine inanıyorum” dedi.

Akdoğan: Otlatma planlarının altyapısı yetersiz
Mersin Damızlık Koyun ve Keçi Yetiştiricileri Birliği Başkanı Mehmet Akdoğan ise bölgedeki keçi yetiştiricilerinin sorunlarının çözümü konusunda çaba harcadıklarını belirterek, geçtiğimiz yıl yürürlüğe giren otlatma planlarına ilişkin düzenlemenin altyapısının yeterli olmadığını söyledi. Göç sırasında her işletme şefliğinden ayrı izin alındığına da değinen Akdoğan, bu sorunu da çözmeye çalışacaklarını dile getirdi.

Prof. Dr. M. Kaymakçı: Türkiye koyun ve keçiye mahkum
Panelde konuşan Prof. Dr. Mustafa Kaymakçı da coğrafi yapısı ve iklim şartları nedeniyle Türkiye’nin koyun ve keçi yetiştiriciliğine mahkûm olduğunu dile getirdi. Anadolu coğrafyasındaki yağış rejiminin düzensiz olduğunu söyleyen Kaymakçı, bu yüzden meralardaki otların seyrek ve kısa olduğunu söyledi. Türkiye’de uzun yıllardır keçi ve koyun yetiştiriciliğinin ihmal edildiğini vurgulayan Kaymakçı, geçtiğimiz yıl 3 milyar doları geçen oranda kırmızı et ithalatı gerçekleştiğini belirterek, “Oysa Türkiye kendisine yeten bir ülkeydi. Şimdi tıkandık. Ben öğrenciyken 40 milyon koyun sayısı vardı. İnsan başına bir koyun düşüyordu. Bununla övünürdük. Gelinen noktada 25 milyon civarında. Keçi sayımız ise 20 milyondu. 2013 rakamlarına göre 8 milyon keçimiz var. 1970-2012 yılları aralığında hayvan sayımızda kişi başına yüzde 64 azalma olmuş. Keçide yüzde 80 azalma olmuş. Bu azalmanın nedenlerini öğrenmek zorundayız. Et ithalatının en büyük nedeni hayvan sayımızın azalmış olması” diye konuştu.

'Buğdayla koyun, gerisi oyun'
Keçi ve koyun üretiminin Türkiye’nin kültürüne işlediğine de değinen Kaymakçı, “devletler kurmuşuz, ‘Akkoyunlular’, ‘Karaman Beyliği’ demişiz. Coğrafyaya bakın, isimlendirmeler de hep keçi be koyunla ilgilidir. ‘Buğdayla koyun gerisi oyun’ sözü boşuna söylenmiş değildir. Bir başka yanı da sağlığımızla ilgili. Koyun ve keçi dolaşır. Dolaşan hayvanların eti de sütü de dolaşmayan hayvanlardan çok daha yüksek kalitededir. Süt yağları omega 3 ve omega 6 gibi iki bileşenden oluşuyor. Omega 3, aslında balık yağı diye bilinir. Dolaşan hayvanların yağında omega 3 ağırlığı var. Dolaşmayan hayvanlarda ise omega 6 bulunuyor. Omega 6 damar tıkar, omega 3 ise damar açar. Dolaşan hayvanlarda ‘cla asiti’ var. Bu da kanserden korur” ifadelerini kullandı.

'Üniversiteler ihmal etti'
Türkiye’nin sığır yetiştiricisi olan AB ülkelerine bir gram sığır ürünü satma şansı bulunmadığının altını çizen Kaymakçı, “çünkü onlarda sığır fazla bize bunu satmak istiyorlar. Sığırdan elde ettikleri süt tozu dağları var. Bizim hayvansal ürünlerin satışında tek şansımız koyun ve keçi. Türkiye’de keçi denişlince ağırlıklı olarak kıl keçisi anlaşılmalıdır. Biz bunu üniversitelerde bir ölçüde ihmal ettik. İğneyi kendimize batıralım. Koyun ve keçicinin para kazanabilmesi için de düzenlemelere ihtiyaç var. Bu anlamda göçerlerin sorununa Türkiye hep birlikte sahip çıkmalı” dedi.

Keçi varlığını yüzde 70 azaltmayı hedefleyen plandan dönüldü
Türkiye’nin keçileri nasıl kaçırdığı sorusuna yanıt aranan panelin konuşmacılarından biri olan Orman ve Su İşleri Bakanlığı 6. Bölge Müdürü Adnan Yılmaztürk ise, 2008 yılında başlatılan ağaçlandırma seferberliği kapsamında Türkiye’deki keçi varlığının azaltılması için bir eylem planı hazırlandığını ve buna göre orman düşmanı olarak algılanan keçi sayısının yüzde 70 oranında azaltılmasının planlandığını belirterek şunları söyledi: “Eylem planına göre ağırlıklı olarak Ege ve Akdeniz bölgesindeki 25 ilde bulunan 3 milyon 472 bin adet kıl keçisinin 1 milyon 10 bin adede indirilmesi hedefleniyordu. Burada ormancılar dâhil birçok kurum hatalıydı. Geri dönüşü olanaksız bir yanlışa doğru gidiliyordu. Bunu kısa zamanda durdurmak için üç kişilik bir ekiple bir strateji belirledik ve keçi eylem planının yanlışlarını ortaya koyan bir rapor hazırlayarak Sayın Başbakan’a sunduk. Ardından da bu eylem planı yürürlüğe sokulmadı. 2012 yılında çıkarılan torba yasa kapsamındaki düzenleme ile otlatma planları çerçevesinde keçilerin ormana girişine izin verildi.”

Kendisinin de Yörük kökenli olduğunun altını çizen Yılmaztürk, yangın ve kene gibi zararlılarla mücadele konusunda keçi varlığının çok önemli olduğunu vurgulayarak, “ben de küçüklüğümde Ormancıdan çok korkardım. Sonunda ben de bir ormancı oldum. Orman fakültelerinde okuyanların çoğunluğu kırsal kesimden gelen çocuklardı. Ancak her derste bizim beyinlerimiz keçinin zararları konusunda yıkanıyordu. ‘Ormancılık yapacaksan keçi ile mücadele edeceksin’ deniliyordu. Örneğin keçiden elde edilen gelirle okuyup orman mühendisi olan bir büyüğümüz, ‘evet ben keçi parasıyla okudum ama orman için bu keçiyi ortadan kaldırırım’ diyordu. Durum bu denli trajikti. Biz keçi ile mücadeleyi bir ibadet gibi gördük yani” diye konuştu.

Taş ocakları zarar veriyor
1956 yılında çıkarılan orman kanununa eklenen 19. madde ile keçinin ormana sokulmasının yasaklandığını anımsatan Yılmaztürk, bunun teknik ve bilimsel bir düzenlemeden çok yasal bir düzenleme olduğunu belirterek, “Ormancılık keçi hayvanını ortadan kaldırmayı bir amaç haline getirmiştir. Bana göre ormana bağlı bir hayat yaşayan kıl keçisi bir orman ürünüdür. Ormandan faydalanmak sadece odun elde etmek değildir. Hayvancılık sektörü en az ormancılık kadar ülkemiz için gereklidir. Bana göre ormana bağlı bir hayat yaşayan kıl keçisi bir orman ürünüdür. Keçi hayvancılığı ülkemizin en yoksul kesimleri tarafından yapıldığı için bu kesim sesini çıkaramamaktadır. Taş ve maden ocakları ormanlara daha fazla zarar verdiği aşikârdır. Ancak madenciler daha nüfuzlu oldukları için haklarını korumaktadır” görüşünü dile getirdi.

Zootekni Uzmanı Özgün Sözüer ise Yörüklerin keçi otlattığı kermes meşesi alanlarında bulunan meşelerin ağaç ve ormana dönüştüğünü ancak keçilere yasak olan alanlarda söz konusu meşe türünün çalı görünümünde kaldığını dile getirdiği konuşmasında, “keçiler azalınca ormanlar çoğalmadı” görüşünü savundu. Yörüğün yetiştirdiği keçi ürününü pahalıymış gibi algılanabileceğini ancak burada fosil yakıt tüketimi olmadığı için maliyetinin kitlesel üretime göre daha düşük olduğunu kaydeden Sözüer, “örneğin Fransa’da bir kalorilik tarım ürününün fosil yakıt üzerinden maliyeti 6.5, ABD’de ise 9.6 kaloridir. Para üzerinden bakınca Amerikan tarım ürünü dünyanın en ucuzudur ama enerji ve fosil yakıt üzerinden düşünüldüğünde dünyanın en pahalı tarım ürünü olduğu ortaya çıkıyor. Ancak biz bu bilgilerden yoksun olarak yetiştiriyoruz kendimizi ve bunun uzantısı olarak da keçiye ne gerek var. İnsanlar keçi eti yemeyiversinler. Hamburger yesinler. Yoğurt yemesinler, kola içsinler diyoruz” diye konuştu.