Pardon, Fethiye'de de tecavüz yaşanmamış!

Fethiye'de bir kadının sekiz erkeğin tecavüzüne uğradığı iddiası ile açılan davada sanıkların hepsi beraat ederken, davacının annesi ile babasının boşanmış ve bir gazeteye cinsel şiddet konusunda yazı yazmış olması sanık avukatları tarafından delil olarak sunuldu.

Radikal gazetesinden Pınar Öğünç'ün yazısı şöyle:

Bazı davalar böyle simge haline geliyor. 2007’de bir kadın Fethiye’de sekiz erkeğin toplu tecavüzüne uğradığını söylüyordu hukuk mücadelesi, çok kadının sahiplendiği bir dava oldu. Her duruşmaya Türkiye’nin bir sürü yerinden otobüsler kalktı, aşağıdan yükselen sloganlar duyulmasın diye duruşma salonlarının camları kapandı 32 avukat müdahil oldu. Dava uzadı ve nihayet geçen hafta sekiz sanığın da beraat kararıyla sonuçlandı. Şaşıran oldu mu, olmadı.

AİHM, benzer bir vaka için kararında şöyle diyor mealen: Bu tür suçların ispatının zor olduğu göz önüne alınarak soruşturmayı yürütecek makamların delil toplama aşamasında çok titiz davranması gerekir. Çünkü alenen işlenmiş bir suç değildir. Bütün çabaya rağmen yeterli delil toplanamazsa mağdurun beyanı esastır.

Bu davada neler oldu peki? 2008’de şikâyet dilekçesi verildi. Bundan sonra artık delil toplanması gerekli. Cep telefonları trafiği için gerekli hamleler yapılabilir sanıkların bilgisayarlarına bakılabilir. Önce yapılmadı. Avukatların olay mahalline yakın jandarma karakoluna ısrarı neticesinde sanıklar çağrıldı. “Lütfedip birkaçı geldi” diyor Avukat Cevriye Aydın.

Sırada Adli Tıp raporu için zorlu bir mesai vardı. Savcılığın kendiliğinden yapması gereken neredeyse her iş için tek tek uğraştıklarını anlatıyor Aydın. Sonuç? Savcılık takipsizlik kararı verdi. İtiraz da kabul edilmedi. AİHM’ye ilk başvuru da bu arada oldu zaten.

Boşanma dosyasının işi ne?
O arada dava artık kadın örgütleri tarafından sahiplenilmiş, ses yükseltilmişti. Adalet Bakanlığı’na yapılan bozma başvurusu 2010’da kabul edildi. Dava tekrar açıldı açılmasına ama gönülsüzlük baki... Ancak bilmem kaç duruşmadan sonra en başta yapılması gereken cep telefonları ve bilgisayar araştırmaları yapıldı. Aydın, baz kayıtları ve telefon trafiğinin, biri dışında sanıkların olay mahallinde bulunduklarını doğruladığını söylüyor. Bir o kadar berrak bir delilden daha söz ediyor: Adli Tıp Kurumu 6. İhtisas Dairesi’nin müvekkili hakkında verdiği 20 sayfalık rapor. Deniyor ki, yaşadığı cinsel saldırıdan dolayı travma sonrası stres bozukluğu yaşadığı ve ruh sağlığının bozulduğu tespit edilmiştir.

Ama yargılama sürecinde ne oluyor biliyor musunuz? Sanıkların avukatı Mustafa İlker Gürkan, -ki kendisi aynı zamanda Muğla Barosu Başkanı,-kadının 1986’da boşanan annesiyle babasının dosyasını delil olarak sunuyor. Bu ne demek olabilir? Boşanmış, dolayısıyla parçalanmış bir ailenin çocuğu olduğundan sorunludur mu? Bu nedenle uyduruyor mu yani? Ve gerçekten anne dinleniyor da... Tecavüze uğradığını iddia eden bir kadının, her şeyin üzerine bu anlamda kendini savunması gerekiyor.

Bir teferruat daha var. Genç kadının dava sürecinde Evrensel gazetesine yazdığı cinsel şiddet üzerine yazılar kendisinin cinselliğini rahat yaşayan, cinsellik üzerine rahat konuşabilen bir kadın olmasına delil olarak sunuluyor. Yazı konusu cinsel şiddet, tecavüz, tekrar hatırlatalım. Ayrıca deyin ki cinsellik üzerine yazdı, bunun davayla ilgisi ne?

Kim, ne kazandı ki?
Bu arada sanıklardan ikisi olay sırasında 18 yaşın altında olduğundan çocuk mahkemesinde yargılanmaları gerekiyordu. Ama mahkeme, yetişkinlerin ve ‘suça sürüklenen çocukların’ davalarını birleştirmeyi uygun gördü. Avukat Aydın, çocukların dahil edilmesiyle duruşmaların gizli yapılmasının sağlandığını düşünüyor. O kadar ironik ki, olay sırasında 18’ini doldurmamış bu iki kişinin hakkını da onlar koruyor, ruh sağlıkları bozulabilir yetişkin mahkemesinde diyerek...

Ve işte beraat ettiler. Temyizden sonra tekrar AİHM yolu görünüyor. Gerekçeli karar çıkmadı ama muhtemelen delil yetersizliği dayanak gösterilecek beraatler için. Yani bir kadın durup dururken sekiz erkek bana tecavüz etti diye uydurdu bunu demeye getirecek.
Anlamadığım bir şey var, şimdiye kadar tecavüzcülerin kaçta kaçı hak ettiği cezayı aldı ki, bir kadın bir grup erkeğe komplo kurmak için niye bu yolu tercih etsin... Gerçekten tecavüze uğramadıysa, niye seneler süren sinir harbi şeklindeki bu yargılama sürecine katlansın? Ne kazanabilir yani? Şimdiye kadar kim, ne kazandı? Bir düşünün, kaç örnek var elimizde. Bu davayı, tecavüzcülerin özenle korunduğuna dair delillere eklemekte haksız mıyız?

‘Ben sadece görevimi yaptım’
Sanıkların avukatı Mustafa İlker Gürkan, Muğla Barosu Başkanı olarak bu davada yer aldığı için kadın örgütleri tarafından eleştirilmişti. Gürkan “Bir kısım kadın örgütü, örneğin cumhuriyetçi kadınlar yoktu” diye lafımı kesiyor. Davanın sonucunu kendi açısından bir başarı olarak görüp görmediğini merak ettim. Uzun görüşmemizin sonunda küfretmeden onu dinlediğim için teşekkür etti:

“Bu sorduğunuz bir gazeteci sorusu değil. Ben bu davada baro başkanı olarak değil, avukat Mustafa İlker Gürkan olarak vardım. Sadece görevimi yaptım, karar aleyhimize de çıkabilirdi. Mağdur dediğiniz kızı çocukluğundan beri tanırım. Annesiyle babasının boşanması, velayet meselesi tartışmalı olmuştu, küçülüklüğüyle ilgili bir neden ararken bu aklımıza geldi, ekledik. Esasa ilişkin bir delil değildir. Tecavüze uğradığına inansam, babasını tanıdığım bir kız, ben uğraşırım. Hepimizin sevinmesi lazım tecavüze uğramadığı için, bunlar üzülüyor. Bir insan neden böyle bir şeyi uydurur diye soruyorsunuz. O kısmını bilmiyorum fakat adalet tarihinde örnekleri bulunabilir bunun.

Bu kadın örgütleri hakkımda konuşuyor, bir kere fikrimi sormadılar. ‘Erkek adalet değil, gerçek adalet’ diyorlar, heyette iki de kadın vardı bu arada. Bu dava yüzünden 40 yılı aşkın kariyerimin bir kalemde çizilmesini kabul edemiyorum. Hodri meydan, istedikleri yerde, televizyonda buluşalım. Beni dinlesinler, isterlerse yargılasınlar. ”

‘N.Ç. davasını takip ediyordum, benim başıma geldi’
‘Ben tecavüze uğradım’ diyor, kadın örgütlerine gidiyor, senelerce uğraşıyor. Sonuç ortada. Sesi nasıl öfkeli, ama nasıl kararlı geliyor telefonda:
“Türkiye gibi bir ülkede yaşadığımız için beraat kararına şaşırdığımı söyleyemem. Ama daha iyi, daha onurlu bir dünyada yaşamak isteyenlerin kabul edeceği bir karar değil bu. Şunu da söyleyeyim bütün engellemelere rağmen dava bitmedi, yeni başlıyor hatta. Ben kıymetsiz bir birey miyim, nasıl bunu kabul edebilirim? Elbette ki kadınlar olarak Yargıtay’da, Anayasa Mahkemesi’nde, AİHM’de hakkımızın peşinde olacağız.
Ben üniversitede örgütlü kadın hareketi içinde olan biriydim. N.Ç. davasını yakından takip ediyordum, çok öfkeliydim, benim başıma geldi. Yaratılan algıyla, kadınlar da ‘Yeterince iffetli olursam benim başıma gelmez’ diye düşünüyor. Ama öyle değil, gerçekten değil.”