Kadınlara meydan okuyorlar

Gerici çevrelerin kadına yönelik saldırıları ve eşitlik karşıtı söylemleri devam ediyor. Başbakanın açılım toplantısına da katılan Doç. Dr. İpek İlkkaracan, bu tür ayrımcı açıklamaların dayanağının Erdoğan'ın kadın-erkek eşitliğine karşı çıkan açıklaması olduğunu söyledi.

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar günü öncesi ve sonrası kadına yönelik pek çok aşağılayıcı, ayrımcı açıklama yapıldı. Öğretim Görevlisi Zeynep Beşpınar Karaoğlu, bu açıkmalarla kadınların mücadelesine meydan okunduğunu belirtirken, Doç. Dr. İpek İlkkaracan, cinsiyet ayrımcılığı yapılan, faşizan demeçlerin Başbakan Erdoğan'ın kadın-erkek eşitliğine inanmadığı yönündeki sözlerine dayandığını söyledi.

“Kadın-erkek eşitliğine inanmamak demokrasi karşıtlığıdır”
İstanbul Teknik Üniversitesi’nden Doç. Dr. İpek İlkkaracan, kadın-erkek eşitliğine inanmanın demokrasi karşıtlığı olduğunu belirterek, şunları söyledi: “Toplumun en küçük birimi ailedir. Kadın-erkek eşitliği olmadan da aile içinde demokrasi olmaz Aile içinde demokrasi sağlanmadan toplum da demokratikleşemez. Açıklamaların özü TC Anayasası 10. madde (kadın-erkek eşitliğinin sağlanmasını Devletin temel yükümlülüklerinden biri olarak tanımlayan madde) ve ayrıca Türkiye’nin 1985’ten beri taraf olduğu Birleşmiş Milletler CEDAW Sözleşmesine aykırıdır.”

Recep Tayyip Erdoğan’ın Temmuz 2010’da Dolmabahçe Demokratik Açılım toplantılarının sonuncusunu kadın örgütleri temsilcileri ile yaptığını hatırlatan İlkaracan, “Burada 4 saati aşkın bir süre bizlerden kadın-erkek eşitliğine dair Hükümet’in alması gerektiğini düşündüğümüz önlemleri dinledi. Toplantının sonuna doğru ‘açıkça söylemem gerekirse ben aslında kadın erkek eşitliğine inanmıyorum’ diyerek hepimizi şok eden bir açıklama yaptı. Bu eşitliğe inanmıyorsa niye bize yakıcı sıcaktaki bir Pazar günü masa etrafına toplamış ve saatlerce eşitliğe yönelik önerilerimize ilişkin konuşturmuştu?’ diye sordu.

İlkkaracan, Erdoğan’ın daha sonra “fırsat eşitliği derseniz o başka, ona inanırım ama kadın ve erkek farklı doğarlar, doğaları gereği eşit değildirler, birbirlerini tamamlarlar” şeklinde tam bir kavram kargaşası içeren tutarsız sözler sarf ettiğini belirtti. İlkkaracan sözlerini şöyle sürdürdü: “Burada sanki bir ifade yanlışlığı var gibi bir izlenim doğdu. Yani Başbakan aslında şunu demek istiyordu: kadın ve erkek ‘aynı’ değildir. Tabii ki aynı değildir ancak aynı olmamak eşitlik önünde bir engel, ya da eşitsizlik için bir dayanak oluşturamaz. Kadınlar olarak cinsel organlarımızın ve hormonlarımızın erkeklerden farklı olması aile içinde, kamu yaşamında, siyaset ve emek piyasasında erkeklerle eşit haklara ve statülere sahip olmamız önünde bir engel oluşturmamalıdır. Bu engellerin ortadan kaldırılması ve buna yönelik gerekli yasal ve kurumsal reformların yapılması, Devlet’in temel görevidir. Kadın-erkek eşitliğinden de kasıt budur.”

Toplantıdan bir grup temsilcinin daha sonra üst düzey AKP ve hükümet yetkilileri ile bir görüşme talep ederek, Başbakan’ın sözlerinden duydukları rahatsızlığı dile getirdiklerini anlatan İlkkaracan, bu görüşmede aslında Başbakan’ın bunu kastetmediği şeklinde yatıştırıcı bir açıklama yapıldığını belirtti. Ancak ilerleyen günlerde Başbakan aynı cümleyi (“kadın erkeğe eşit değildir”) kamuoyu önünde bir kez daha tekrarladığını söyleyen İlkkaracan, “Bunu takiben Ali Bulaç’ın Zaman Gazetesindeki ‘kadınlar çalışmamalı zira iş yaşamındaki kalite düşüyor’ temalı köşe yazısı, bir akademisyenin ‘dekolte giyene tecavüz ederler’ açıklaması ve en son KOBİDER Başkanının ‘kadın erkeğe eşit olamaz feministler de zaten bunu ispatlayamıyor’ şeklindeki gülünç iddiası arka arkaya döküldü” diyerek ardı ardına yapılan açıklamaları hatırlattı.

“Bu ayrımcı, faşizan acıkmaların dayanağı Başbakan’ın açıklaması”
İlkkaracan, “Bu cinsiyet ayırımcı, insan haklarına karşı faşizan açıklamaların temel dayanağının ve arka planının, Başbakan’ın Temmuz ayında yaptığı açıklama ile direk bağlantılı olduğunu düşünüyorum. Başbakanın en üst düzeydeki bir yetkili, bir lider olarak kadın-erkek eşitliği hedefine ilişkin şüphe yaratacak hiçbir ifade hatası yapma lüksü yoktur. Yaptığı takdirde toplumdaki gerici, demokrasi düşmanı güçler bundan cesaret alarak seslerini yükselteceklerdir. Bence gözlemlediğimiz durum budur” diye konuştu.

Başbakanın acilen yaptığı hatayı düzelterek hükümetinin kadın-erkek eşitliğine yönelik siyasi iradesini açıkça kamuoyu önünde ifade etmesi gerektiğini söyleyen İlkkaracan, “Hükümet en üst düzeyde böyle bir duruş sergilemelidir. Bu duruşun önemli göstergelerinden biri de yukarıda bahsi geçen talihsiz ve dayanaksız cinsiyet ayırımcı açıklamalara karşı hükümetin ilgili birimlerinin kınayıcı açıklamalar yapmasıdır. Örneğin Kadından Sorumlu Devlet Bakanı bütün bu açıklamalar karşı en ufak bir söz dahi söylemedi, hiçbir açıklama yapmadı. Kadından sorumlu bakanlık eşitlik için kurulmuş bir bakanlıktır ve ayırımcı açıklamalar karşısında kınayan bir duruş sergilemeyerek görevini gereği gibi yerine getirmemektedir” dedi.

“Sorumluluk hepimizde”
Marmara Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Görevlisi Zeynep Beşpınar Karaoğlu ise, son haftalarda yapılan açıklamaların bütünlüklü bir sürecin yansımaları olduğunu belirterek, “Yani, açıklamaları, geleneksel ataerkil ve muhafazakar yaklaşımlarla kadını ikincil bir konuma mahkum eden bir takım kişisel görüşlerin dışa vurumu olarak değerlendiremeyiz. Burada, özellikle de 8 mart üzerinden yapılan açıklamalarda, kadına bir ‘haddini bildirme’ niyetini okumak önemli diye düşünüyorum” diye konuştu.

Bütünlüklü bir tablo derken, kadın politikaları oluşturmak ve uygulamakla ilgili kurumların icraatlarına ve bu kurumların başında bulunan sorumluların açıklamalarına bakmak gerektiğini belirten Karaoğlu, “Ülkemizde, kadın erkek eşitliğinin yasal zeminde güvence altında olduğu sürekli yinelenen bir olgu. Ancak, yetersizliği, istatistiksel olarak ortada. Kadına karşı şiddet son yedi yılda yüzde binlik oranlarda artıyorsa, burada sistematik bir sorun aramak gereklidir. Bizler, kadınların hakları üzerine farkındalıkları arttığında kendilerine yönelen şiddetin de arttığını biliyoruz. Ancak bu artış yüzde on civarında kalıyor. Yüzde binin üzerinde bir artış varsa, kimi politikaların bu sonuçla ilişkisini görmemiz gerekiyor” diye konuştu.

Son yıllarda hem AB ülkelerinde, hem Türkiye’de “kadının ev ve iş yaşamının kolaylaştırılması” adı altında kadınlar için yarı zamanlı ve esnek çalışmanın özendirildiğini kaydeden Karaoğlu, “Buradan, hem sermaye sınıfının karlı çıkacağı, hem de kadını evde görmek isteyen muhafazakar kesimin mutlu olacağı kesin. Ama kadın zararlı çıkacak, zira yarı zamanlı çalışmak sosyal güvencesizlik anlamına geldiği gibi, kendini yeniden üretmene ve geliştirmene izin veren bir kariyer yerine ev içi sorumluluklara boğulmak, o sorumlulukların izin verdiği çerçevede, kendini tekrar ettiğin, yaratıcılığı oldukça sınırlı olan kimi işlerde çalışmak demektir ki bu da kadının güçlenmesinin önünde engeldir” diye konuştu.

Karaoğlu, kadınlar açısından dünyada sorunlu genel bir tablo olduğunu Ama Türkiye’de bunun ötesinde bir gerici süreç işlediğini kaydetti. Karaoğlu, “Ben Güneydoğu Anadolu Bölgesinde yaptığım araştırmamda, kız çocuklarının okullaşmasına dönük adımların nasıl yetersiz kaldığını ve devlet tarafından alanın, çeşitli sivil toplum örgütlerinin merkezlerinde verilen ‘okuma yazma kurslarına’ terk edildiğini gördüm. Okuma yazma kurslarla hallediliyor, gerisi ‘açık öğretim’ üzerinden evde tamamlanıyor” diye konuştu.

“Meydan okuyorlar”
Türkiye’de kadınların hak mücadelesinin bir tarihi ve önemli kazanımları olduğunu belirten Karaoğlu, bu kazanımlara yönelik bir meydan okuma olduğunu belirterek şunları söyledi:

Kamuya açıklanan her görüş, topluma bir müdahaledir. Özellikle siz ‘norm’ tanımlıyorsanız, yani ‘olması gereken şudur, bunun dışındakiler sorunludur’ diyorsanız, o norma uymayanları yaptırımlar bekler. Yapılan tam da budur. Siz, ‘başını örtmeyen kadın ya satılık, ya kiralıktır’ diyebiliyorsanız, ben de bu cüreti nerden almış olabileceğinizi ve ne yapmaya çalıştığınızı sorgularım, toplum bilimci olarak. Kuşkusuz bu cüret toplumun geleneksel, muhafazakar kodlarına hitap eder, onlara yaslanır, ama onları da aşar. Çünkü bu toplumda başını örtmek yaygın olabilir, ama örtmemek de istisna değildir, yaygındır. Ve toplumun tümü ele alındığında, başını örtmek kadın için norm değildir. Norm kılınmaya çalışılmaktadır, bunu görmek lazım.”

Kadınların, kadın örgütlerinin şiddetli bir yanıt vermesi gerektiğini söyleyen Karaoğlu,. açıklamaların, toplumdan tepki gelmeyeceği kanısını yansıttığına dikkat çekti. Karaoğlu, “Belki bu söylediğim biraz ağır olacak ama, birileri bu cesareti gösterip kadınları alenen aşağılayabiliyorsa, hakaret edebiliyorsa, biz onlara bu gücü verdiğimiz için. Sorumluluğun bir kısmı da bizde diye düşünüyorum” dedi.

(soL-Kadın)