Konuşanlar, susanlar ve dayak yiyenler!

Başbakan, bakan ya da AKP’li bir milletvekili konuşuyor. O konuşma üniversitede de yapılsa, “sarayda” da yapılsa, fark etmiyor. Ne medya mensupları, ne YÖK üyeleri, ne rektörler, ne de profesörler sesini çıkarıyor. İleri demokrasiye (!) geçmenin bir sonucu olarak, artık bu durum bir gelenek halini alıyor.

Üniversiteye bu konuşmacılardan biri geldiğinde, öğrenciler ya salona alınmıyor ya da alınsalar da, konuşturulmuyor. Salona alınan öğrencilerin bir bölümü, YÖK üyesi-rektör-profesör olgunluğunu (!) gösteremediklerinden mi, konuşmacının söylediklerinin çoğunun gerçekle, toplumsal sorunlarla, demokrasiyle ve bilimle bağdaşmadığından mı nedir, uygun olmayan tepki gösterebiliyor.

YÖK üyesi, rektör ya da profesör, bir Allahın kulu kalkıp gerçek durumun konuşmacının yansıtmaya çalıştığı gibi tozpembe olmadığını söylese, büyük olasılıkla gençler o denli tepkili olmayacaklar. İçinde bulunduğu yaşam koşullarından, yüreğindeki yurtseverlikten, beynindeki özgürlük ve bilimsellik anlayışından, Türkiye ve dünyada insanlık ve doğa adına olup bitenlere duyarlı olma gücünden gerçeğin ayrımında olan genç, daha yumuşak bir tepki gösterebilecek.

Nerede o üniversite?

Başbakanımız, Araplardan “İslam’a Hizmet Ödülü” ve Libya’dan “Kaddafi İnsan Hakları Ödülü” aldığı gibi başka ülkelerden de onlarca ödül alıyor! Yurt içi ve dışındaki üniversitelerden fahri doktoralar veriliyor. Wikileaks’te yayımlanan (doğru/abartılı/yanlış) bilgilere göre dış politikasını belirleyen Amerika bile onu el üstünde tutuyor Ortadoğu sömürüsünde eş-başkan yapıyor. Başbakan haklı olarak, “Dışarıda gördüğüm itibarı ülkemde görmüyorum” diyor. Silahlı kuvvetleri susturuyor. Medyayı, TÜBİTAK’ı, TRT’yi, YÖK’ü üniversiteleri, yargıyı ele geçiriyor. “Ülkeyi pazarlamaya geldim” deyişini, Allah için her alanda gerçekleştiriyor. Pazarlamayı kolaylaştıracak önlemleri alıyor. Primlerini ödemeyen iş adamlarına af getiriyor. Yolsuzluk/ dolandırıcılık yapanları, Belediye Başkanı Gökçek’i, yanlış kararlar veren hakimleri, yumrukla, copla, gazla ve hatta kurşunla yurttaşına sevgi gösteren polisi kurtaracak yasa değişikliklerini gerçekleştiriyor. Gezilerinde “padişah” ya da “İslam dünyasının lideri” gibi sıfatlarla karşılanması giderek yaygınlaşıyor çevresi de sessizleştikçe, ister istemez padişahlığı benimsiyor.

Rektörler YÖK’e, YÖK de Cumhurbaşkanı’na bağlı olsa da, Başbakan YÖK üyelerini ve rektörleri toplayıp nutuk atıyor. Bu toplantıyı, ülkenin ortasında Ankara’da, YÖK’te yapmıyor. Milli Eğitim Bakanlığı’nın Şura salonunda da, öğretmen evinde de yapmıyor. Ankara’daki ya da İstanbul’daki bir üniversitede de yapmıyor. Nerede yapıyor? Bir padişah mekanında, Dolmabahçe Sarayı’nda yapıyor!

İki hafta önce topladığı rektörlere, ''Bizim dönemimizde, üniversiteler siyasallaşmamış, tam tersine siyasetle gerektiği şekilde bir ilişki içinde olmuş, asli işlerine yönelmiştir. Çünkü biz, günlük siyasi meselelere angaje olan, kutuplaşan, ideolojik tavırlar ve uygulamalar içine giren üniversitenin bilim üretemeyeceğine, topluma, ülkeye hizmet üretemeyeceğine inanıyoruz” diyor. Geçen hafta yaptığı ikinci toplantıya, Wikileaks'te yayımlanan iddialar nedeniyle muhalefet partilerinin sergilediği tutumu eleştirmekle başlıyor. ''Böyle bir ortamda, meseleyi hiç analiz etmeden, düşünmeden, üzerinde tartışmadan, istişare etmeden hemen ilk çıkan iddia ve iftiralara sarılmak, sığ, çapsız, vizyonsuz ve ufuksuz bir siyasetin göstergesinden başka bir şey olamaz. …” diyor. Bu konuşmasıyla üniversiteye siyaseti sokmamış oluyor!

Konuşmacılar ne söylerse söylesin YÖK’lüler, rektörler ve profesörler sessiz kalınca, olup bitenlerden en çok rahatsızlık duyan kesim, gençlik, konuşmayacak da kim konuşacak?

Gençler konuşmak, demokratik haklarını kullanmak ve tepkilerini göstermek istiyor. Konuşmacılarla konuşmaları dinleyenler, bu geçlere aldırmıyor! Başbakan, hükümet ve AKP’lilerin yanı sıra rektörler de en çok bu kesimden, gençlerden rahatsızlık duyuyor. Gençler, “Üniversite bizimdir, AKP üniversiteden defol, üniversitemizi teslim etmeyeceğiz” dedikçe her yeri ve her şeyi teslim aldığını düşünenlerin bam teline basılmış oluyor.

Bam teli hassas bir tel! Basılınca, bam teli atıyor insanların gelişmemiş yanları depreşiyor kaba kuvvet öne çıkıyor. Öğrencinin üzerine polis ve özel korumalar salınıyor. Kaba kuvvette, yumruklar ve tekmeler yetmiyor coplar da devreye giriyor. Kaba kuvvet kullananların gözü dünyayı görmüyor “Bunlar bizim geleceğimiz” de demiyorlar, “Bunlar analarımız olacak kadınlar” da demiyorlar “Bunlar hamile” de demiyorlar! Tam tersine kaba güç kullandıklarının kim oldukları akıllarına geldikçe, daha da kuvvetle vuruyorlar biri yetmiyor hep birlikte çullanıyorlar. Cezalandırmak ve acıtmak için gözlerini kırpmadan yükleniyorlar. Kaba kuvvetle yetinmeyip biber gazı, su sıkıyorlar. Kaba kuvvet kullananlar için öğrencinin yumurta atması falan önemli değil “muhalif genç-öğrenci” olmaları yetiyor.

Gençleri teslim alamadıkça, öfkeleri daha da artıyor uyguladıkları kaba kuvvet de, yasa dışılık da. Yönetmelik çıkarıyorlar, yasa çıkarıyorlar. Neredeyse bir gösteriye katılan öğrenci yurttan, iki gösteriye katılan üniversiteden atılıyor. Pankart açana on yıl, üniversitede yürüyüş/gösteri yapanlara 1,5 yıl hapis cezası veriyorlar. Daha çok genç protestoya katılıyor. Şaşırıyorlar! Bam telleri daha çabuk atıyor.

Referandumda üniversite gençliğinin büyük oranda “Hayır” dediğini biliyorlar “Hayır” demenin AKP’nin tüm yaptıklarıyla ilişkili olduğunu da. Her yolu denedikleri halde gençleri teslim alamadıklarını gördükçe kaba kuvveti pekiştiriyorlar. Kendilerinin yaptığı ve yapmak istediği hiçbir şey ideolojik olmuyor da, yapılan ve yapılamayan protestolar için, “İdeolojik” diyerek gençleri toplum gözünde küçük düşürmeye çalışıyorlar.

“İdeolojiye alet oluyor” gerekçesiyle “yumurtaya” da yasak getirip satışını engelleyecekler engellemesine de, yumurta işinde kendi çocuklarından biri var.

[email protected]