Tıbbi mümessiller anlatıyor: Çoğumuz antidepresan kullanıyor...

20 bine ulaşan sayılarıyla tıbbi mümessiller, satış baskısı ve işlerini kaybetme korkusuyla hayatlarını kazanmaya çalışıyor. İlaç tekellerinin tehditkâr atmosferinde çalışan emekçiler, soL'a konuştu.

Haber Merkezi

Hastanelere yolu düşen pek çok kişi, şık giyinen, iyi görünümlü, güler yüzlü ve akıcı bir şekilde konuşan; kendileriyle birlikte polikliniklerde ya da doktor odaları önünde sıra bekleyen ancak hasta olmadığı belli olan kişilerle karşılaşmıştır.

Kimi zaman sırasının kapıldığını kimi zaman daha uzun beklemesine neden olduğunu düşünerek hastaların öfke duyduğu bu insanlar, kapitalizmin icat ettiği bir işi, ilaçların pazarlanmasını icra etmek üzere orada bulunan, üstelik yaptıkları işten memnun olmayan milyonlarca emekçiden yalnızca bazıları, sayıları 20 bini bulan tıbbi mümessillerdir.

soL’a konuşan bir tıbbi mümessil E.Y., işini şöyle özetliyor: “Bağlı bulunduğunuz şirketin bir ya da birkaç ilacını tanıtmakla görevlisinizdir, bir bölgeniz olur ve oradaki hastanelerdeki doktor ve eczacılarla görüşür, bu ilacı neden yazmaları/satmaları gerektiğini anlatırsınız. Piyasada aynı etkiyi yapan onlarca ilaç varken sizin firmanızınkini seçmelerininse, bir karşılığı olmalıdır.”

E.Y.’ye göre bu karşılık bazen, çalışılan kliniğin ihtiyacı olan tıbbi malzemeler oluyor. Vatandaşlarını vergiye boğan Türkiye Cumhuriyeti devletinin Sağlık Bakanlığı, sorumluluklarını yerine getirmediğinde, ilgili hekimin bir ilacı yazma sözü vermesi karşılığında, kliniğin ihtiyaçlarını ilaç şirketi sağlıyor. E.Y. bu durumu daha anlaşılır bulduğunu, hekimin daha iyi sağlık hizmeti verebilmek adına bu anlaşmaya mecbur bırakıldığını söylüyor. Anlaşılmaz bulduğu ise, bazı anlaşmaların yazılacak ilaç sözü karşılığında kış lastiği, plazma televizyon, kısa bir Bahamalar tatili dahi içerebilmesi.

PFIZER, TAŞERON MÜMESSİL ÇALIŞTIRIYOR

E.Y., Pfizer’a taşeron hizmet veren Ashfield’a bağlı çalışıyor. Dünyanın en büyük şirketlerinden Pfizer, daha ucuz işçi çalıştırmak için, bilindik yöntem taşeronlaştırmayı kullanıyor. Maaş politikası değil ancak kurallar Pfizer’ın kuralları. Örneğin hekimin talep etmesi durumunda kliniğin tıbbi ihtiyaçlarının karşılanması, Pfizer’ın Türkiye kolunun yasakları kapsamına giriyor. Şirketin Türkiye organizasyonu, Pfizer’ın kendi denetim organlarının çalışmaları sonucunda kırmızı listeye alınmış. Bunun nedenlerinden biri, şirketin bazı harcama tutarlarını anlamlı bulmuyor oluşu. Diğeri ise AKP’li yılların bir “armağanı” olan ucuz ilaç furyasının bir ürünü. Türkiye’de piyasaya sürülen Pfizer ürünleri, ucuzluk politikasından yararlanılarak Avrupa piyasasında dolaşıyor. Kağıt üstünde Türkiye’de görülen ilaç, Avrupa’da satılıyor. Avrupa’daki ilacın menşei, Türkiye kaynaklı göründüğünde durumun ortaya çıkması Pfizer yetkililerinin tepkisine neden olmuş.

KİLOMETRELERCE YOL GİDEN MÜMESSİLLER VAR

E.Y., sektörün bir emekçi için en zor tarafının, istisnasız tüm şirketlerde uygulanan satış baskısı olduğunu söylüyor. Çalıştığı şirkette haftalık satış bildirimi yapmak zorunda olan E.Y., 4 aylık hedef kotanın daha ilk haftadan sıkıştırmaya başladığını, müdürlerin her haftanın sonunda satışların gidişatına dair uyarıda bulunduğunu belirtiyor ve şöyle diyor: “Bu uyarılar pek de dostça olmuyor, ‘bak kötü gidiyor, karışmam’ cümlesindeki tehdit açıkça görülüyordur herhalde.”

Tıbbi mümessillerin çalışma saatleri genellikle eczanelerin açılış ve kapanış saatleri aralığında oluyor. Ancak bir bölümü hafta sonları ve hekimlerin nöbet saatlerinde de çalışıyor. Mesailerin uzun bir bölümü araç kullanarak geçiyor. E.Y., uzunca bir süre günde 300 km yol gidip gelerek çalışmış. Her iş gününün trafik nedeniyle de risk içerdiğini, araç üzerinde geçen uzun saatlerin sağlığını da olumsuz etkilediğini söylüyor. “Yıpranma payı” ise tahmin edileceği üzere yok, konuşmanın ilerleyen dakikalarında bu meslekte emekliliğin de pek olmadığını öğreniyoruz.

Bir başka sorun ise, kimi hastanelerde gördükleri muamele. “Hekim ziyaretleri mesai saati dışında yapılmalıdır” diyen hastaneler olduğunu söyleyen E.Y., “Yani bu, akşam yemeğe gidin demek oluyor” diyor. Bazı hastanelerde ise özel güvenliklerin şiddetiyle karşı karşıya kalabiliyorlar. E.Y., “Hekime şiddet uygulayanları değil, bizi gözlerine kestiriyorlar” diye dert yanıyor.

KÖTÜ REFERANS TEHDİDİ

İlaç şirketlerindeki en yaygın baskı unsuru, işten atma oluyor. Sektörde iş gücünün yer değiştirmesi çok hızlı. Ortalama 10 yıldır çalışan bir ilaç mümessili beş ya da altı şirket değiştirmiş olabiliyor. Bu değişiklikler daha iyi koşullarda bir iş vaadi nedeniyle değil, çoğunlukla işten atılma sebebiyle yaşanıyor.

İstanbul’da GlaxoSmithKline firmasında çalışırken işine son verilen G.A., “En büyük tehdit, kötü referans oluruz tehdidiydi” diyor. Kıdem tazminatından kurtulmak isteyen büyük firmalar, “kötü ayrılmayalım” diyerek işten attıkları mümessilin üzerinde baskı kuruyor. 

G.A. baskı, işsizlik tehdidi ve istikrarsız iş koşulları nedeniyle ilaç sektörünü bırakmış. “Bu sektörden emekli olan var mı” sorusuna “Hiç sanmıyorum, çok nadirdir” yanıtını veriyor.

Yakın zamanda sektörden bir ağabeyinin emekli olduğunu söyleyen E.Y., söyleşimiz sırasında telefon açarak emekli mümessile soruyor: “Senin bildiğin, sektörden emekli başkaları var mı?” Yanıt, “bir elin parmaklarını geçmez” oluyor.

Bu iş için bir eğitim gerekip gerekmediğini sorduğumuzda, AKP döneminde sertifikasyon programının zorunlu hale geldiğini ancak temelinde bir satış işi olan mümessilliğin her meslek grubu tarafından yapıldığını söylüyorlar.

G.A. “İşe alırken şeklinize bakar ve akşam başhekimle, klinik şefiyle yemeğe çıkabilecek bir görüntü ararlar” diyor.

G.A., ziraat mühendisi olduğu halde tıbbi mümessilliğe başlamış, E.Y. ise makine mühendisi imiş. 

AKP’Lİ ŞİRKETLER CİRİT ATIYOR, KAREDE YİNE ERDOĞAN AİLESİ VAR

AKP’li yıllarda pek çok yeni ilaç şirketi ortaya çıkmış. Jenerik ilaç üreten bu şirketler, piyasaya sürecekleri ilaç için jet hızıyla ruhsat alıyor. Oysa ruhsat alma süreci uzun ve meşakkatli bir iş olarak biliniyor. G.A., “pıtrak gibi firmalar türedi” diyor. 

En çok bilinenler, Basel, Celtis, Neutec gibi, tümünün sahibi aynı olan firmalar. Bu firmalar bir ilaç ruhsatı için aynı anda farklı isimlerle birkaç başvuru yapıyor, aldıkları ruhsatla aynı ilacı farklı isimlerle satarak piyasanın belirleyeni oluyor. Görüştüğümüz mümessillere göre, sektördeki iddialar bu şirketlerin Emine Erdoğan’la ilişkisi olduğu yönünde. Şirketlerin tümünün yönetim kurulu başkanı Mahmut Bilgiç, 2015 yılında Kızılay’a yardımda bulunduğu için ödülünü Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın elinden almış.

Bu firmalardaki maaş politikası, diğer büyük firmalara göre çok daha kötü. Normal şartlar altında yıllar süren ruhsatlandırma aşamasını bir gün içinde dahi halledebilen yandaş firmalar, rekor büyümeler elde ediyor, tıbbi mümessillere ise asgari ücretin çok az üstünde bir maaşı layık görüyor.

DEPRESYON VE KAYGI BOZUKLUĞU ÇOK YAYGIN

IMS isimli Amerikan şirketi, pazarlanan ilaçların satış performansına ilişkin belgeleri sunuyor. Hem tıbbi mümessilin hem de müdürlerinin takip edebildiği IMS verileri, çalışanların kaygısını artırıyor. 

Satışların beklenildiği gibi gitmediği durumlarda, bölge müdürleri mümessillerin hekim ziyaretlerine eşlik ediyor, gözlem yapıyor. E.Y., stres arttıkça becerilerin düştüğünü, sürecin kısır döngüye girdiğini ve açıktan tehditlerin başladığını söylüyor, müdürlerinden “Yapamayacaksan yapacaklar var” cümlesini dahi duymuş.

Mesleği icra ederken “olmadığın insan gibi görünmek” de E.Y.’nin bahsettiği handikaplardan biri. Bazı insanların iki ayrı kimliği oluyor, bu bir çeşit tıbbi bozukluk olarak tanı alıyor. Bizimki ise hastalık değil, iş icabı” diyor.

Kendisi de dahil olmak üzere, birlikte çalıştığı arkadaşlarının çoğunluğunun depresyon ve kaygı bozukluğu yaşadığını, bu nedenle ilaç kullandığını belirtiyor E.Y.: “Elimde istatistik falan yok ama gördüğüm bu, çoğumuz antidepresan kullanıyoruz.”

HER MÜMESSİLİN BİR B PLANI VARDIR: KAFE AÇMAK!

E.Y. sektörde yıllardır çok sayıda firmada çalıştığını söylüyor. Çünkü ilaç piyasasında uzun süre aynı şirkette çalışmak pek de kolay değil.  E.Y.’ye göre, ilaç mümessili olarak çalışan herkesin bir B planı oluyor. İş güvencesinin olmadığı, performans baskısı nedeniyle stres yükünün çok fazla olduğu sektörde, biraz kaynak biriktirebilen pek çok kişi ya kafe ya da medikal mağaza açmayı hayal ediyor.

Mümessillerin bağlı bulunduğu bölgelerin kapanması da bir diğer tehdit unsuru. Özellikle büyük şirketler, maaş politikaları nedeniyle kıdem tazminatı vermek istemiyor. Bu nedenle kişinin çalıştığı bölgenin kapanacağını öne sürerek, bir başka şehre tayin olursa işine devam edebileceğini söylüyor. Evini, ailesini, bir şehirde kurduğu düzeni bırakıp gidemeyecek durumda olan kişiler istifa etmek zorunda kalıyor, kimileri ise direnip yüzlerce kilometre ötedeki uzak bir şehre taşınmayı göze alıyor.

Son olarak tıbbi bir süreç olan ilaç reçete etmenin, bir satış görevlisi tarafından manipüle edilebilir olmasının tuhaf olup olmadığını sorduğumuz mümessiller, kamu yararı ve halk sağlığı gibi kavramların büyük ilaç firmalarına ne kadar yabancı olduğunu vurguluyor. 

E.Y., “Bugün satışına aracılık ettiğimiz ilaç yarın piyasadan çekilebilir” diyor ve bunun üstesinden gelmenin, bizim “tuhaflık” olarak nitelediğimiz durumla baş edebilmenin tek yolunun, pek çok başka meslekte olduğu gibi "yabancılaşmak" olduğunu söylüyor.

Sağlığın bir hak olmaktan çıktığı ve özel bir hizmet olarak satışa sunulduğu, ilaç tekellerinin ilaç satışlarını artırmak için hastalıkların tanı kriterlerini dahi değiştirdiği piyasa koşullarında, tıbbi mümessilliğin varlığını sorgulamanın anlamı yok.

İlaç endüstrisinin sağlık üzerindeki etkisi kamucu bir yaklaşımla kırılmadığı ve hoş görüldüğü müddetçe, mühendisler, öğretmenler, iktisatçılar ve diğerleri ilaç satmak için çalışmaya mahkum olacak. Biz de kullandığımız ilaçlardan şüphe duymaya devam edeceğiz.

İŞÇİLER soL'A KONUŞUYOR