Paçavradan 'hızlı moda'ya: İşçi kadınların günü kutlu olsun

Sosyalizmsiz dünyada, zengin kadınlar ve yoksul kadınlar var. Patronlar ve işçiler… 8 Mart 1857'de greve giden ve öldürülenler işçi kadınlardı. 8 Mart, işçi kadınların günü!

Evrim Gökçe

1850’lere gelirken, Londra’nın meşhur Bethnal Green mahallesinde kadınlar, ya her pazartesi ve salı sabahı kurulan açık pazarda emek güçlerini Londralı ipek fabrikatörlerine satıyor ya da paçavra ayıklıyordu. 

Londralı fabrikatörler “ipek fabrikalarında çalışmak diğer fabrikalarda olduğundan daha kolaydı ve sağlık için hiçbir şekilde o kadar zararlı değildi” dese de, ipek işinde çalışan kadın nüfus, pamuk sanayisi bölgelerindekinden daha fazla ölüyordu. Sabahları saat 5 buçuktan akşamları saat 8 buçuğa kadar süren zaman diliminde, tam 15 saat çalışıyorlardı.

Öte yandan Büyük Britanya, Karl Marx’ın deyimiyle “kendi çok büyük paçavra stokları bir yana”, tüm dünyadaki paçavra ticaretinin merkeziydi. Yatak içi ve yapay yün yapmakta işe yarayan paçavralar, Japonya'dan, Güney Amerika'nın en uzak ülkelerinden ve Kanarya Adaları’ndan Britanya’ya akıyordu. Marx’ın “En rezil, en pis ve en düşük ücret ödenen işlerden biri” dediği paçavra ayıklayıcılığı, çoğunlukla kadınların payına düşüyor; kadınlar çiçek ve diğer bulaşıcı hastalıkların taşıyıcısı ve kurbanı oluyorlardı.*

Ülkede, kanallarda kullanılan tekneleri çekme işleri için de kadınlar çalıştırılıyordu, çünkü atların ve makinelerin üretimi için gerekli emek miktarı, kadınların ayakta tutulmaları için gerekenden büyüktü. Aç gözlü kapitalist, insan gücünü acımasızca çarçur etmekten, “makineler ülkesi” İngiltere'de de utanmıyordu.

Okyanusun öte yanında da durum daha iyi değildi. Sermayedarın gözü yalnızca kârını görüyor; kuralsız iş günü, emekçileri ölüme sürüklüyordu. ABD’nin New York kentinde 25 Mart 1911 tarihinde, binlerce dokuma işçisi greve başladı. Fabrikada çıkan yangında, fabrika önündeki barikatları aşamayan çoğu kadın 146 işçi yaşamını yitirdi. 

20. yüzyılın başında durum buydu.

***

Onyıllar  sonra, Bangladeşli Mamata Khatun, Rana Plaza fabrikasının 6. katındaki tekstil atölyesinde, kalite denetçisi olarak çalışıyordu. Sabah 8’de gittiği fabrikadan, akşam 10’da çıkıyor, hiçbir zaman ayda 2 günden fazla tatil yapmıyordu. Ramazan Bayramı’nın 7 günlük tatili öncesindeki haftalarda da, geceleri de dahil olmak üzere, fabrikada son hızla çalışıyordu.

Yabancılar fabrikayı ziyaret ederse söylemesi gerekenler şöyleydi: 18 yaşında çalışmaya başladım, öğle aram var, her şey yolunda.

Bu sırada, Zara markasıyla "fast fashion" (hızlı moda) kavramının ünlü temsilcilerinden olan Rosalia Mera, 2013 yılında Forbes'un en zenginler listesinde 6,1 milyar dolar servetiyle yer almakla meşguldü. Mera, neredeyse haftalık olarak değişen "sezon"lar, köle emeğiyle ucuz maliyetler, acımasız rekabetin işçilerin sırtına yüklendiği ve gezegenin bir çöplüğe dönüşmesinde petrolden sonra ikinci büyük suçlu hızlı moda sektörünün patroniçesiydi.

 Rosalia Mera, Ağustos 2013'te Minorka adasında tatildeyken geçirdiği inme sonucu hayatını kaybetti.

9 yaşında çalışmaya başlayan, öğle arası ve hayatında bir şeylerin yolunda gitmesi mümkün olmayan Mamata Khatun ise, “fast fashion”ın hızına yetişebilmek ve Mera’nın süslü serveti için; hızla çalışan ince parmaklarıyla, Rana Plaza’nın altında kalacağı güne yaklaşıyordu.

Rana Plaza fabrika kompleksi, Bangladeş’in zaten sınırlı olan imar kanunlarına aldırmadan, aceleyle inşa edilmişti ve binlerce işçiyi istihdam eden hazır giyim fabrika ve dükkanlarına ev sahipliği yapıyordu. Sahibi Sohel Rana yalnızca beş kat için ruhsat almış ancak binaya üç kat daha eklemekten geri durmamıştı.

İşçiler binada geniş çatlaklar olduğunu fark ettiğinde, geçici bir tahliye yaşandı ama Sohel Rana, uyarılara rağmen binanın sağlam olduğunu iddia etti ve servetlerini gözü gibi kollayan fabrika patronları, işçileri işe dönmeye zorladılar. Bina, ertesi gün çöktü.

2013’te Rana Plaza çöktüğünde, enkazın altında 1.138 insan yaşamını yitirdi. Ölen işçiler Zara, Primark, Benetton, C&A, KIK ve Wal-Mart gibi tanınmış markalara üretim yapıyorlardı. Khatun ciddi şekilde yaralandı, ailesine o bakıyordu ancak yaşadığı felaketin ardından, sakatlıklarının şiddeti nedeniyle, kocasıyla beraber sebze satmaya başladığı çok küçük gelirli bir iş edindi.

Facianın üzerinden yıllar geçtikten sonra, 5 binden fazla işçi ve yakını tazminat almayı bekleyedursun, markalar sorumluluk almaya yanaşmıyordu. İşçileri doğrudan istihdam etmeyerek maliyetleri düşüren büyük giyim firmaları, fabrikanın çöküşünden önce de, Bangladeşli kadınların sayısız kazaya maruz kalarak çalıştığını pekala biliyor, bu ucuz emek havuzunda servetlerine servet katıyordu.

IndustriALL (Uluslararası Sanayi Emekçileri Sendikası) yöneticileri, moda krallığı tahtının arkasındaki gerçek gücün markalarda bulunduğunu, üretim konusunda büyük miktarda kontrol sahibi oldukları için çalışma koşullarını ve ücretleri de belirlediklerini belirtiyordu.

Markaların sorumluluğuna dikkat çekenleri ise “markalar” şöyle uyarıyordu: Fabrika koşulları ve güvenliği için harcanan bütçe, toplam ücretlendirme paketinin bir parçası. Bu, yoksul ülkelerdeki emek gücünü pahalılaştırır, istihdam daha zengin ülkelere kayar, işçiler daha az arzu edilen istihdam seçeneklerine zorlanır.

21. yüzyılda durum bu.

***

Tüm dünyada hazır giyim sektöründe çalışan işçilerin yüzde 80’i kadın. Türkiye’de de 1 milyondan fazla kadının çalıştığı tekstilde, kayıt dışı oran TC uyruklular için yüzde 63, Suriyeli kadınların ise tamamı kayıt dışı çalışıyor. Düşük ücretler, güvencesiz çalışma koşulları ve esnek sözleşmelerin yaygın olduğu sektörde, emek örgütlü değil ve emekçiler savunmasız.

Ama 21. yüzyılda yalnız patron arsızlığının değil, körleşmenin de sınırı yok. 

İş ve İnsan Hakları Merkezi’nin güney Asya hattında araştırmacı olan Harpreet Kaur, Guardian’daki yazısında soruna çözüm ararken sunduğu verilerde, en büyük 15 hazır giyim şirketinin başında hiç kadın bulunmadığına değiniyor. Kaur’a göre, mal sahiplerinin ve yöneticilerin ezici çoğunluğunun erkek olması, kadın haklarının sesini kısıyor.

Oysa Kaur’un aksine, büyük bir tekstil firmasının yöneticisi bir kadın hiç de öyle düşünmüyor ve bakın Bangladeşli tekstil işçisi kadınların durumu sorulduğunda, buz gibi bir ifadeyle ne diyor: “Bu beni rahatsız etmiyor. Dikiş dikmek tehlikeli bir iş değil. Yapabilecekleri çok daha kötü işler var.”**

Kate Ball-Young adlı bu kadın, Marx’ın eşsiz eseri Kapital’de değindiği, ipek fabrikalarında çalışmayı diğer fabrikalarda çalışmaktan çok daha kolay bulan ve bu nedenle “çocuk emeğini sınırlandırmayın” diye sızlanan fabrikatörlere, Viktoryen bıyığı olmadan da, çok benzemiyor mu?

Belki aptallığından belki de aceleciliğinden ağzına geleni söyleyen Kate Ball-Young fotoğrafı çekiveriyor: Bir CEO, kadın olması durumu değiştirmiyor, Bangladeşli işçi kadının koşullarını iyileştirmek bir yana, onun için hüzünlenemiyor bile.

***

Aradan 150 yıl geçti ve paçavra ayıklayan, ipek dokuyan işçi sınıfından kadınlara, belki tekstil mühendisleri, büyük giyim şirketleri için bilgisayar başında saatlerce çizim yapan kadınlar da eklendi. 

Bu 150 yıla sığan yalnızca sömürü değildi elbette. 8 Mart’ın bir mücadele günü olarak kutlanmaya başladığı aralık da, II. Enternasyonal’in toplantısında, komünist lider Clara Zetkin’in önerisiyle devrimin yaklaştığı günlere, bu 150 yılın içinde bir yere denk düştü. Sonra, patronlar ve çok sevdikleri muhasebe defterlerinin üstünden, 70 yıllık ezici bir sosyalizm deneyi geçti ve ne yazık ki yitip gitti.

2017’nin sonunda, büyük bir tekstil firması Bangladeş’te 10 yıl üstü deneyim ile Çince ve İngilizce bilmesini istediği CEO adayına, 60 ila 100 bin dolar arasında değişen bir ücret, sağlık güvencesi ve sene sonunda kârdan pay önerirken, sendikasız bir işçiye ayda 10 dolar vaat ediyor.

Sosyalizmsiz dünyada, zengin kadınlar ve yoksul kadınlar var. Patronlar ve işçiler…

Bizse 8 Mart’ımızı, ayda 10 dolara çalışan tekstil işçisi kadını kurtaracak devrim için kutluyoruz. Bir mücadele günü olarak!

 

*Karl Marx, Kapital, Birinci Cilt, Yordam Kitap, 2012, çev. Mehmet Selik ve Nail Satlıgan, s. 700

** True Cost, yönetmen: Andrew Morgan, 2015