Kod-A bilişim işçileri sömürüyü, baskıyı, sürgünü soL'a anlattı...

Kod-A bir bilişim şirketi... Çok sayıda kamu kuruluşu ile özel şirketlere hizmet veren, bünyesindeki 850 civarında çalışan emekçi sayesinde büyük kârlar elde eden bir şirket... Kod-A'nın patronlarının en önemli özelliği, tüm patronlar gibi örgütlü ve hak arayan işçi sevmemeleri... İşten atılan üç Kod-A işçisiyle yaşadıkları sömürüyü, sürgünü, baskıyı ve mobbingi konuştuk...

Ahmet Çınar

Kod-A bir bilişim şirketi… İstanbul, Ankara ve İzmir’de faaliyet gösteriyor. Yaklaşık 850 emekçinin çalıştığı bir iş yeri…

Kamu kuruluşlarına ve özel şirketlere yönelik “dijital evrak arşivleme”, “doküman tarama”, “indeksleme”, “aktarma”, “görüntü iyileştirme”, “form işleme” hizmetleri sunan devasa bir şirket… "Kağıtsız ofis, yeşil ofis" sloganıyla bu pazarda önemli bir yer kaplıyor. 

2012’de kurulan bu şirket, AKP’nin 2011 seçimlerinde “35 plakalı İzmir’e 35 proje” vaadi kapsamında yer alan “Kod-A İzmir Dijital Arşiv Kenti” adlı proje aynı zamanda… Sömürülen, yemek verilmeyen, sürgünlere, mobbinglere, psikolojik baskılara maruz bırakılan Kod-A işçileri, o nedenle "Proje değiliz, işçiyiz" sloganını sık kullanıyorlar. Ancak Kod-A'nın patronları "örgütlü işçi" sevmiyor. "Hak arayan" işçiyi ise iş yerinde barındırmak bile istemiyor. 

2012’den beri bu iş yerinde çalışan yüzlerce emekçinin yaşadıkları, bugüne dek pek gündeme gelmedi. Ta ki kısa adı Sosyal-İş olan DİSK'e bağlı Türkiye Sosyal Sigortalar, Eğitim, Büro, Ticaret, Kooperatif ve Güzel Sanatlar İşçileri Sendikası'nın Kod-A iş yerlerinde örgütlenmeye başlamasına kadar…

İşçilerin örgütlenmeye başlamasıyla birlikte, Kod-A’nın sendika düşmanı patronları, işçilere yönelik her türlü yıldırma, baskı ve gözdağı verme politikalarını artırdı. 

Bazı sendikalı işçiler çeşitli bahanelerle işten atıldılar. Kalan işçilere yönelik tehdit politikaları ise halen sürmekte…

Kod-A işçileri vazgeçmiyor, direniyor… Diğer sektörlerdeki işçilerin destek verdiği Kod-A emekçileri, İzmir ve İstanbul iş yerlerinde örgütlenme mevzilerinin asla bırakmıyor…

KOD-A İŞÇİLERİ SOL'A ANLATTI

Biz de üç Kod-A işçisiyle yaşadıkları, maruz kaldıkları baskı, gözdağı ve yıldırma politikalarını konuştuk.

Örgütlendikleri, haklarını aradıkları, boyun eğmedikleri için İzmir'deki iş yerinde işten atılan Melih, Buket ve Kadriye'yle konuştuk. 

Biz sorduk, Kod-A işçileri yanıtladı…

Sömürünün ve olumsuz çalışma koşullarının hangi türleri yaşanıyor Kod-A'da? Özellikle şikayetçi olduğunuz, hak gaspına uğradığınız başlıklar nelerdi? Anlatabilir misiniz?

Melih: En başta ücret politikası… Asgari ücret veriyorlar ama bu ücretin içinde yemek parası da var. Siz düşünün çalışanın eline geçen net ücreti… Çünkü çalışanların elinden yemek hakları alındı. Yemek verilmiyor.

İkincisi, iş tanımı yok… Bir çalışanı her bölümde diledikleri kadar kullanabiliyorlar. Bu da büyük sıkıntılara neden oluyor. Örneğin hiç bilmediğimiz bir bölüme gönderildiğimizde, aynı performansı ve verimliliği bizlerden burada da istiyorlar. Tanımadığımız, alışık olmadığımız bir birimde aynı verimi gösteremediğimizde ise tutanak üstüne tutanak tutuluyor.

Kıdem farkımız da yok örneğin. İşe ilk girenle son giren aynı ücreti alıyor.

Bunların yanı sıra, bu iş yerinde emekçiyi işten çıkarmak çok kolay. Masamızda çay ve su bile içsek tutanak tutulabiliyor ve bu işten çıkarma sebebi sayılabiliyor.

Koydukları performans kotalarıyla, insanları çok af edersiniz ama köle gibi yarıştırıyorlar. Zaten kapitalizm demek, ücretli kölelik demek. Kod-A şirkti, çalışanlar üzerinden muazzam bir artı değer kazanıyor, kâr elde ediyor ama çalışanlarına asgari ücreti reva görüyor.

Kod-A patronları gördüğümüz kadarıyla örgütlü işçi sevmiyor değil mi?

Ben sendikal örgütlenme çalışmalarından en ön safta olanlardan birisiydim. Kısa sürede yoğun üye kaydı yaptık, patron farkına varıp engel olmaya çalışana kadar, neredeyse tamamlamıştık örgütlenmeyi. Ama sıkıntı ondan sonra başladı. Daha doğrusu patronlar baskılara, sürgünlere, tehditlere başladı.

Biz elebaşları olarak üst yönetime ispiyonlandık. İsimlerimizi öğrenmişlerdi. Patron önce gelip tek tek hepimize aba altından sopa gösterdi. Çalışanları açık bir şekilde olmasa da üstü örtülü tehdit etti. Sendikalar hakkında genel bir karalama konuşması yaptı. “Sendikalar siyasi kamplaşmaya taraf olur” diyerek çalışanları politik temelli ayrıştırmaya çalıştı. Ve bize açıkçası, “Ne olursa olsun ben buraya sendikanın girmemesi için elimden geleni yapacağım” dedi. Bunu açık açık söyledi. Bu konuşmanın ertesi günü elebaşı olarak gördüğü bizleri yaklaşık 12 kişiyi tek tek odaya çekip uyardı. Zaten işten çıkarmalar bundan sonra başladı. Ben çıkarılan ikinci emekçiyim.

Peki bu işten çıkarma olayı sizi nasıl etkiledi, ne diyeceksiniz bu konuda?

İşçiler birlik olup mücadele etmezse sermaye kazanır. Benim söyleyeceğim şu olabilir: Yaşasın emeğin gücü, yaşasın işçilerin bütünlüğü, yaşasın sosyalizm; kahrolsun kan emici kapitalistler, kahrolsun sermaye… Ben sadece bunu söylemek istiyorum.

Özellikle sendikalaşmaya karşı patronun bir direncini gözlemliyoruz... Sendikalı olmamanız ya da sendikadan istifanız için ne gibi baskılar yapıldı? Açık ya da örtülü (psikolojik) baskılar...

Buket: En önemlisi sendikanın en gündemde olduğu zaman, Erhan Bey’in yaptığı konuşmaydı. Sendikanın siyasi gruplaşma olduğundan bahsetti. “Eğer bu şirkete sendika gelirse burda lokavt olur” dedi. Açıkçası tehdit etti. Sosyal-İş Sendikası Kod-A’da yetkili sendika olmasına rağmen, patronlar u anda içerde işçilere sendikanın yetkili olmadığını söylüyorlarmış. Kara propaganda yapıyorlar yani…

İş yerinde uğradığınız mobbing örnekleri nelerdir? Ne gibi iş ve üretim baskısında bulundular?

Buket: En önemlisi şirketten uzaklaştırma. Önceki yıllarda dış projelere kadın emekçiler gönderilmiyorken, ilk önce gönüllüler değerlendiriliyorken, ne hikmetse sendika örgütlendikten sonra, biz sendikalı kadın emekçiler dış görevlere gönderilmeye başlandık. Örneğin beni aksam çıkışa yakın toplantı odasına çağırdılar. Gittiğimde psikolojik baskıyı hissettim zaten. Yeni görev yerimin Ankara olduğunu, süresinin belli olmadığını söylediler. Gidemeyeceğimi söylediğimde ise o zaman bunu yazıp imzala dediler. İmzalamak istemediğimde de “evine ihtar göndereceğiz, yasal süreç başlatacağız” dediler. Evime ihtar geldikten sonraki gün şirket kapısından özel güvenlik personeli tarafından içeriye alınmadım. Üç gün boyunca şirkete gidip alınmadığıma dair tutanak tuttum. Çalışan arkadaşlarım da şahitlik ettiler. Ben bunları yaparken özel güvenlik personeli videoya çekti. Tabii bana şahitlik eden emekçiler de kayıt altına alınmış oldular. Ve birkaç gün sonra bana şahitlik ettikleri için onlar da toplantı odasına çağrılıp zorunlu yıllık izinlere çıkarıldılar. Yıllık izin hakkı olmayanlar da ücretli izinerle iş yerinden uzaklaştırıldılar. Yıllık izinden dönenler ise iş yeri dışında başka görevlere gönderildi. Bu yönde baskılar halen devam ediyor.

Fazla mesai, hafta sonu çalışma, ücret gecikmesi, izin kullandırmama ve göreviniz olmayan işi yaptırma (angarya) gibi muamelelerle karşılaştınız mı? Bunları anlatabilir misiniz?

Sürekli olmasa da hafta sonu mesai oluyordu ve ayrıca iş çıkışı fazla mesai de konuluyordu. Birçok kez zorunlu mesailere kaldık. “Kalmak zorundasınız, sözleşmenizde yazıyor, imzaladınız” şeklinde yanıtlar aldık, fazla mesaiye kalmak istemediğimizde.

Arkadaşlarımız zorunlu yıllık izne çıkarıldıkları gün kendilerine “iş az o yüzden çıkarıyoruz” demişlerdi. Ama aynı gün başka bölümlerdeki arkadaşlarımızı zorunlu mesaiye alıkoydular.

Özellikle iş yerinde sendikal çalışma yapılmaması, işçilerin birbiriyle temas etmemesi, örgütlenmemesi için alınan önlemler var mıydı? İşçilerin çalışma yerlerini ayırma, toplanmalarına izin vermeme, bir arada olmalarından rahatsızlık duyma ve benzeri uygulamalar...

Sendikanın şirkete ilk geldiği gün şirket bahçesinde toplandık. Mesaimiz 8’de başladığı halde, saat yedi buçukta iş başı yapmamızı istediler. Yan yana olmamızı, konuşmamızı istemiyorlardı besbelli. O gün zaten güvenlikçiler videoya kaydettiler hepimizi.

Sendika basın açıklaması yapmaya geldiği gün yemek molasına çıkarılmadık. Pencereler kapatıldı, perdeler çekildi. Turnikelerde özel güvenlikçiler bekledi. Yıllardır müzik dinlemenin yasak olduğunu söyleyen şirket yönetimi, sendika geldiği gün dışardaki sesleri duymayalım diye son ses müzik verdiler içeriye. O gün su içmeye giderken bile koordinatörler arkamızdan geldi, çünkü su sebilinin olduğu yerden dışarısı görünüyordu. Yürütücümüz, güvenliğimiz nedeniyle dışarı çıkamayacağımız söylüyordu. “OHAL’deyiz, jandarma çıkmanıza izin vermiyor” bile dediler. Sendikayla iletişimimiz sürekli OHAL bahanesiyle engellendi.

Başka ne gibi örgütlenmeyi engelleyici saldırılarda bulundular sizlere?

Kadriye: Sendikalaşmaya başladıktan sonra şirkette tutanak tutmalar artmaya başladı. Performans konusunda sürekli uyarılar yapıldı. İşi bilmeyen arkadaşlarımız alışma sürecindeyken, doğal olarak yeterli performansa ulaşamıyorlardı ve hemen tutanak tutuluyordu. Yürütücümüz, iş yoğunluğu var diyerek bütün yıllık izinleri iki ay iptal ettiklerini söyledi ama kısa bir süre sonra zorunlu izne çıkardılar.

Sürgün mağdurlarında biri de benim. Mesai bitimine beş dakika kala bizi toplantı odasına çağırıp “Sizi Ankara’da görevlendiriyoruz” deyip aceleyle imza atmamızı istediler. Ayrıca bunları söylerken videoya aldılar. Baskı altında tutuluyorduk. O an imza atmak istemediğimizi ve kabul etmek istemediğimizi söyleyip oradan ayrıldık. Ertesi günü iş yerine alınmadık.

Yemek de kaldırılmış sonradan neden acaba?

Kadriye: Hepimiz Kod-A’da işe başlarken yemek vardı. Ta ki asgari ücrete zam gelene kadar. Şirket sahibi, kişi başı beş lira bile  olmayan yemeğin şirketi iflasa sürükleyeceğini, bunun altından kalkamayacağını bildirerek yeni sözleşme düzenleyip yemeği kaldırdı.

Buket: Daha önce de yemekler kötüydü zaten. Biz sürekli daha düzgün yemek şirketleriyle anlaşmalarını talep ediyorduk, onlar sorunu düzeltmek yerine kökten kaldırdılar.

Melih: Kötü yemeğe karşı direnişi biz depo olarak örgütlemiştik çünkü yemekler iğrençti. Patronlar yemek şirketini değiştirmek yerine yemeği kaldırdılar.

Aslında burda büyük bir yasal boşluk var. “Muz cumhuriyeti” olduğumuz için devlet işçileri patronların insafına bırakıyor. Bir maddeyle yemek ve yol ücreti asgari ücretin kapsamından çıkarılabilir ama devlet yapmıyor.

Sözün özü mengenenin bit tarafı devlet, bir tarafı patronlar; sıkıştırdıkça emekçinin posasını çıkarıyorlar.

KOD-A NEDİR?

Türkiye genelinde çok sayıda kamu kurumunun dijital evrak arşivleme, tarama, indeksleme ve aktarma işini üstlenen Kod-A bilişim şirketi İstanbul'a İTÜ Ayazağa Kampüsü Teknokent binasında, Ankara'da Çankaya ilçesinde, İzmir'de İTOB OSB'de faaliyet gösteriyor. Ülke genelinde yaklaşık 850 emekçinin çalıştığı Kod-A firmasında işçilerin yüzde 60 kadarı DİSK'e bağlı Türkiye Sosyal Sigortalar, Eğitim, Büro, Ticaret, Kooperatif ve Güzel Sanatlar İşçileri Sendikası'na (Sosyal-İş) üye. 

Ancak şirket patronları, Sosyal-İş'in firmada örgütlenmesinden ve Çalışma Bakanlığından yetki belgesi almasından rahatsız.