Dolar neden yükseliyor, yükselişin sonuçları neler?

Dolardaki yükseliş uzun süredir devam ederken yükselişin nedenleri ve sonuçları dikkat çekici.

Seçkin Dinçer

Dolar tarihi yüksek seviyeleri test etti. Nedenlerini, neden doların yükseliş trendinde olduğunu çoğu kez yazmıştık burada. 2,6290 seviyesine kadar çıkan USD/TL kuru, temel olarak FED’in faiz artırımına gitme sürecinde, yükselişini sürdürecekti. Beklenen, yapılan tahminlerin en kötümseri bile şimdiki seviyelerin oldukça altındaydı. Genel olarak bakıyoruz ki, diğer gelişmekte olan ekonomilerin para birimlerinde dolara karşı bir değer kaybı var. Sene başından bu yana, Brezilya Real’i yüzde 6, Çin Yuan yüzde 1, Polonya Zloti’si yüzde 5 değer kaybederken dolar karşısında; Hindistan Rupi’si yüzde 2,5 , Rusya Ruble’si yüzde 1,4 ve Güney Afrika Rand’ı  yüzde 0,1 değer kazanmış dolar karşısında. Türk Lirası’ndaki değer kaybı ise sene başından bu yana yüzde 10. yani anılan ülkeler içerisinde en kötüsü.

En kötü performansa sahip olmanın nedenlerinden en önemlisi, “içeride” yaşanan, Merkez Bankası ile girilen kavgalar. Aslında, Türkiye sadece siyasi riskten kaynaklanan bir dezavantaja sahip değil. Ülkenin bugün sahip olduğu, 30 yıllık birikimin ürünü olan neoliberal politikaların bir sonucu olarak görebiliriz bunu. Sermaye akımlarına karşı çok duyarlı ki; girişlerin hızlandığı ve fonların cirit attığı dönemde görece rahatlayabiliyor veya şu an yaşandığı gibi “net satış” baskısını deneyimlediği zamanlarda da sıkışabiliyor.

Aşağıda Türkiye 2 yıllık devlet tahvilinin getiri eğrisi var. Faiz ile fiyat arasında da ters ilişki söz konusu. Yani tahvilin fiyatı artınca ( talebi artınca) faiz düşüyor; tersi durumda da yükseliyor. İçeride risk algısının yükseldiği durumlarda, mesela Erdoğan her Merkez Bankası’na çattığında, yatırımcılar ellerindeki tahvilleri satıp dövize geçiyor. Bu doların piyasadaki fiyatını artırıyor.

Ellerindeki tahvilleri satmaya başlayınca, bu enstrümana olan talep azalıyor ve fiyatı düşüyor, faizi yükseliyor. Elindeki tahvili satamayan yatırımcı da kaybını hedge etmek için döviz satın alıyor. Bankaların ve benzer finansal kuruluşların varlıkları arasında yer alan devlet tahvilleri ve hazine bonolarının değer düşünce, bu kurumlar defterlerine zarar yazıyor. Zarar yazınca da, BIST’in önemli bir ağırlığını oluşturan BİST mali endeksi geriliyor. Bu döngü böyle devam ediyor.  USD/TL, 2 Yıllık Gösterge Tahvil faizi ve BİST Mali Endeksi’ne beraber bakıldığında,  aradaki ilişki net olarak görülebiliyor.

Şirket Bilançoları da Eriyor

TCMB’nin düzenli olarak açıkladığı “Finans dışı kesimin döviz varlık ve yükümlülükleri” verilerine göre oluşturan tablo aşağıdaki gibi:

Buna göre reel sektörün döviz varlıkları, 98 milyar dolar ve borçları ise, 281 milyar dolar. Aradaki farkı, her nasıl olursa olsun, bulup ödemek zorundalar. Bulunması gereken tutar ise 183 milyar dolar olarak hesaplanıyor.  Yani şirketler “kur riski” üzerinden doğrudan etkileniyor dolardaki yükselişten.

Merkez Bankası tarafından açıklanan diğer bir veri, “Kısa Vadeli Dış Borç Stoku” ise, bize kamunun, finans ve finans dışı kesimin 12 ay içinde ödemeleri gereken döviz borcunu anlatıyor:

Bu veriye göre de, Türkiye’de kamu kesimi ve özel kesimin 12 ay içinde ödemesi gereken tutarı görüyoruz. Tutar 166 milyar dolar ve 142 milyar doları özel sektörün yurtdışına olan borcu.

Sene başından bu yana TL’nin yüzde 10 değer kaybettiğini bildiğimize göre, şöyle basit bir hesaplama yapabiliriz:

Daha önce 391 milyar TL olan kısa vadeli borç, artan döviz kuru ile birlikte 433 milyar TL’ye yükseliyor. Sene başından bu yana, sadece kurdan kaynaklı olarak, kısa vadeli dış borcun maliyeti 42 milyar TL civarında yükselmiş.  Bir zamanlar Koç ailesinden biri, “ sadece kur yükselince uykularım kaçıyor” diye bir açıklamada bulunmuştu. Nedeni buna benzer bir tabloda gizli.

Peki, halk bu durumdan nasıl etkilenecek sorusunun cevabı ne? Bu aslında hepimizin günlük yaşamında gizli. İhracatın yüzde 13 gerilediği bir dönemde, döviz borçları da artınca, bundan endirekt olarak büyüme ve dolayısıyla istihdam ve tabi enflasyon etkileniyor.

Kaç küsur yıldır uygulanan politikalar dolayısıyla hepimizin kaderi büyük ölçüde, 142 milyar dolar borcu olan özel şirketlerin ellerine bırakıldı. Son tahlilde bu borç, aslında onunla pek de alakası olmayan çalışanlara, halka yansıtılıyor.