Çöpten toplanan hayatlar

Kağıtların, plastik ambalajların, karton kutuların yanı sıra umutlarını ve geleceklerini de çöpten çıkaranlarla konuştuk bu sayıda. Yani meslek hastalıkları ve çöp topladıkları için cezaları tanımlı ama meslekleri tanımsız olan katı atık işçileriyle…

Yıldız Koç

Sabahın ilk saatlerinde düşerler yola… Bir çöp bidonundan süt şişelerini, deterjan kutularını toplarlar, diğerinden atılmış gazeteleri, içinde yenmemiş dilimlerin de olduğu pizza kutusunu… Bu toplumda biri için yiyemediği dilimlerle birlikte pizza kutusudur çöp olan, diğeri o yarım pizza dilimlerini bırakıp, kutuyu atar çuvalına. Birinin attığı, diğerinin günlük ihtiyacını karşılar… Ve gün boyu çöp bidonlarından toplarlar, yalnızca kağıtları, plastikleri değil; umutlarını, gelecek planlarını, hayallerini… Sonra çekçekleriyle varırlar konakladıkları yerlere ve ayırırlar topladıklarını.

Kağıtlar bir yere. Plastikler, demirler diğer tarafa. Hedeflerini, çocuklarının ihtiyaçlarını, yaşamak için gereken her şeyi de ayırırlar bir tarafa. Atıkların arasından kendi geleceğini çıkarmaya çalışan bu sayısı bile bilinmeyen insanlar için bir türlü tutmaz bu denklem.  Hep eksik kalır toplananlar…

Katı atık işçilerinden bahsediyorum elbette. Hani her gün yollarda gördüğümüz. Bazen elindeki çekçeki kaldırıma çıkarabilsin diye omuz verdiğimiz, bazen “araba çarptı öldü” diye gazetelerden okuduğumuz, ekmeğini çöpten çıkaran işçilerden. Hani hiçbir güvencesi olmayanlardan, meslek hastalıkları olduğu halde meslek tanımları bulunmayanlardan… Ama tüm bu tabloda, yine de kendini acındırmaya çalışmayıp, ciddi ciddi işini yapanlardan…

Katı atık işçileriyle yollardaki kısa sohbetleri saymazsak, ilk ciddi tanışmamız soL gazetesinin binasının bulunduğu mahalle sayesinde olmuştu. Gazete binamız Yenisahra’daydı. Öyle bir yer ki, bir tarafında kocaman alışveriş merkezi, karşısında o sıra inşaatı süren Hilton; diğer tarafı gecekondular, ayda 500 liraya geçinmeye çalışan aileler, alışveriş merkezine güvenliği atlatıp girmeye çalışan gecekondu çocukları… İşte o sıralar tanıştığımız pek çok katı atık işçisi oldu. Binada biriken tonla kağıdı, gazeteyi verdiğimiz ve o nedenle bize çiçek getirenleri gördük mesela, utana sıkıla kağıt soranları da… Bir de 6-7 yaşlarında, afacan bakışlı, sarıya çalan uzun saçları dağınık, hoplayıp zıplayan bir kız çocuğuyla, yaşadığı hayata meydan okurcasına hep dimdik yürüyen annesi vardı. Gazetemizi kapattık, soL dergisini çıkarmaya başladık. Yenisahra’daki binadan ayrıldık, Kadıköy’e taşındık. Ama işte o küçük kız ve annesiyle ilişkimiz devam etti.

Geçen hafta evlerinde dostça bir sohbette anlattıkları ise bu yazının konusu oldu. Ne yazık ki, yaşadıkları toplumsallık isimlerini ve fotoğraflarını yayımlamayı engelliyor. Anlatımda kolaylık olsun diye Ayşen diyelim ismine… Ama çekçeklerinde kağıtlar, plastik şişeler, çekçeklerinde umutları, çocuklarının geleceği, çekçeklerinde aşağılamalar, kızgınlıklar taşıyan bu insanların anlattıklarını aktarmak istedik.  

‘AŞAĞILAYANLAR, DALGA GEÇENLER OLUYOR’

Yenisahra’ya yolunuz düşerse, Dereboyu yolundan yeni yapılan finans merkezine giderken çokça görürsünüz onları mesela. Derenin kıyısında onlarca ev… Hatta bazı yerlerde lüks sitelerin altına sıkışmış bu gecekondular “göz zevkini bozmasın” diye olsa gerek, belediye ağaçlar dikmiş evlerle yol arasına. Kalabalık bir havza, neredeyse hepsi katı atık işçisi... Evlerine konuk olduğumuz aile tam da derenin yanında oturuyor. 7 kişi yaşıyorlar iki göz gecekonduda. 2’si küçük, henüz okula gidiyor, 1’i dışarıda çalışıyor. Diğer 4 kişi ise günde iki kere toplamaya çıkıyor. “Sabah 08.30’da düşüyoruz yola” diye anlatıyor Ayşen Abla. Ardından dönüyorlar eve, topladıklarını ayırıyorlar, evin işlerini hallediyorlar, sonra yeniden yüklenip arabaları çıkıyorlar yollara. Akşam eve dönünce de yine yemektir, temizliktir, bulaşık, çamaşır, döşeklerin serilmesi derken akşamı ediyorlar zaten. Sordum “eşleriniz yapmıyor mu ev işi” diye, “yoook” dedi, “eve gelince onların oturma zamanı gelir, biz koştururuz, desek de yapmazlar ki…”

Geliniyle birlikte çıkıyor Ayşen Abla. Apaydınlık yüzlü bir kız gelini, gencecik. Sorulara hiç yanıt vermiyor, sessiz. Taa ki ben “yollarda insanların tepkisi nasıl oluyor” diye sorana dek. Ayşen Abla başta geçiştirmeye çalıştı soruyu. Utandı belli ki… Gelini konuştu bu sefer, öfkeyle: “Aşağılayanlar oluyor, çingene diye bağıranlar, kağıt topluyoruz diye dalga geçenler... Bizim de ağırımıza gidiyor elbet. Oysa ekmek parası kazanıyoruz biz.”. Bazısı da “helal olsun, ekmeğinizi çöpten çıkarıyorsunuz” diye saygı duyuyormuş ama.

BU SİSTEMDE NASIL OKUTSUNLAR?

Daha önce gördüğüm ama sohbet etme fırsatı bulamadığım bir katı atık işçisi vardı. İncecik bir kadıncağız. Sırtında arabası, yanında iki çocuğuyla sabahları gazeteye giderken görürdüm onları. Çocukların sırtında okul çantaları. Meğer akrabaymışlar Ayşen Ablalarla. Sabahları önce bir çocuğunu bırakıyormuş okula, sonra diğerini. Ardından başlıyormuş çöpleri toplamaya. Okul mevzuna geliyor sohbet haliyle. Çocuklar okulda arkadaşlarından saklıyormış ailelerinin işini. “Çocuklar duyarsa alay edebilirler” diyor Ayşen Abla. Ama öğretmene söylemiş, “bilsin nasıl koşullarda okuttuğumuzu” diyor, sonra devam ediyor: “ne yalan söyleyeyim, çocukların birini 8. sınıfta okuldan aldım. Okutamadık. Şimdi biri 7. sınıfta, diğeri daha 1. sınıf. Onları okutabilecek miyim bilmiyorum. Hep paralı okullar. Nasıl okutalım? Bu okuyanların aidatını bile zor veriyorum. 1. sınıftaki kızımın yalnızca kıyafetine 50 lira verdik. 150 lira para istiyorlar bu çocuğa okulda. Boya kalemleri bitti, yeniden alacağız mecbur… Ama nasıl?”

Tüm bu tabloda, çocukları da bundan birkaç yıl sonra aynı gelecek bekliyor. Okul öncesi çağdayken anne babalarının kucağında ya da yanında hoplaya zıplaya geziyorlar o arabalarla birlikte, sonra birkaç yıl yine o arabalarla okula gidiyorlar. Ve ardından okuldan alınıp, artık kendi arabalarını doldurmaya çalışıyorlar.

‘YIKACAKLAR BURALARI’

Bu sıkıntıların üzerine bir de kentsel dönüşüm eklenmiş. Anlatıyor Ayşen Abla: “Yıkacaklarmış buraları. Temmuz-Ağustos gibi çıkmamız gerekiyor. Bu evler de gitti mi, biz nerelere gidelim? ‘Başının çaresine bakacaksın’ diyorlar. Ev sahibi de değiliz ki para versinler. Şimdi bir apartmanın altına kiraya gitsem, burada 250’ye oturuyorum, orada diyecekler 500. Hurda arabamı da koyamayacağım oraya. Ne yapacağız biz? Bir ekmeğimiz var, onu da alıyorlar elimizden. Burada sürekli dere taşıyor. İki kere su bastı evimizi. Üstelik kanalizasyonu da buraya veriyorlar. Salonun yarısına kadar çıktı o pis su. Belediyeyle gidip konuşuyoruz, ‘durmayın orada’ diyorlar. Nereye gidelim? Su basınca da gidemiyoruz, yıkılınca da nereye gideceğimizi bilmiyoruz.”

AYDA 100 LİRALIK YAŞAMLAR

Peki ne kadar kazanıyorlar? Ayşen Ablalar 4 kişi çöp topluyor. Kağıtla, plastik, demir gibi diğer maddeler ayrı satılıyor. Hurdacı bunları kiloyla alıyor. Örneğin bir haftada 100 kilo toplayıp satıyorlar, 50 lira… “Ayda 400 lira gibi kazanıyoruz” diyor, ben soruyorum “kişi başı değil mi” diye, gülüyorlar ailecek. “Yok be toplam, kişi başı olsa ne biçim yaşarız” diyorlar…

Üstelik azalmış toplayabildikleri… “Bazen boş dönüyoruz eve, şans, nasip işi” diyor. Çünkü belediye para karşılığı topluyor geri dönüşüme gönderilebileceklerini. “Belediye bunun üzerinden para kazanıyor. Eskiden çok hızlı doldururduk arabamızı. Şimdi sokak sokak geziyoruz yine de dolmuyor” diye anlatıyorlar. Belediyeye hem evlerini su bastığı için gitmişler hem de bu konuya ilişkin ama pek ilgi görmemişler. Ayşen Abla, “Zengin görününce ilgileniyorlar. Ya da okumuş adam olacaksın, o zaman ilgi görüyorsun. Biz bu kılıkta gidince önemsemiyorlar, dinlemiyorlar. Oysa belediye katı atıkları başka türlü alıyorsa, bizim işimizi engelliyorsa, bize iş vermesi lazım” sözleriyle anlatıyor. Konuyla ilgili görüştüğümüz Ataşehir Belediyesi ise çıkarılan mevzuat nedeniyle belediyenin katı atıkları toplamak zorunda olduğunu ve hatta zabıtanın arabaları gördüğü yerde bağlaması gerektiğini anlatıyor. “Yine de biz bağlamıyoruz arabalarını ama katı atıkları toplamamız gerekiyor” diye de ekliyor konuştuğumuz yetkili. Yani kaçak toplama nedeniyle cezaları tanımlı ama mesleklerinin bir tanımı yok.

TEK YOL ÖRGÜTLENMEK

Bu yaşananları değiştirmenin tek yolu örgütlülük. Ama ne yazık ki, belediyeye dahi örgütlü biçimde gidip, dertlerini birlikte anlatamıyor, omuz omuza bir mücadeleyi öremiyorlar. Hatta gün içindeki güzergahları dahi şansa bakıyor. “Bunu konuşmaya kalksak dahi tartışma çıkar, kavga çıkar. Çünkü her evin ocağı ayrı” diyorlar. Öyle derin bir yoksulluk ki yaşadıkları, dayanışmayı dışlıyor. Bu durumun kendisi ise hem umutsuzluğu hem de yaşadıkları tabloyu sürekli yeniden üretiyor. Katı Atık İşçileri Derneği’nin kurucularından Ali Mendillioğlu, 2010 yılında Radikal’e verdiği bir röportajda bu durumu şu sözlerle özetliyor: “Dünyada iki iş var ki, ‘neden yapıyorsun’ diye sorulmaz, ‘nerden düştün’ diye sorulur. Bunlar, çöp toplayıcılığı ve hayat kadınlığı. Yoksulluğun en sembolik halidir geri dönüşüm işçileri”.

Evet onlar yoksulluğun en görünür halini yaşıyor. Üstelik dilenmeyerek, onuruyla yaşamını çöpten çıkarmaya çalışarak. Tek kurtuluşları ise örgütlenmek… O kağıtlar, plastik paketler, karton kutular kimi için aylık kirasını çıkarmasını sağlayan katı atık oluyor, kimi için üzerinde yatılan döşek… Kimi için fabrikada asgari ücret karşılığı ürettiği ambalaj, kimi için sabahlara kadar çeviri yaptığı kitabın sayfaları… O çocukların küçücük bedenleriyle ağır arabaları taşımasının önüne geçmenin yolu da bu anlayışla örgütlenmekten ve bu sistemi geri dönülmez bir yere göndermek için mücadele etmekten geçiyor.

ÇÖPÜN ALDIĞI YAŞAMLAR

Her tür enfeksiyona açık yaşıyorlar, meslek hastalıkları var, iş kazalarında yaşamlarını yitiriyorlar. 2014 yılına Bursa’da kağıt toplayan 6 yaşındaki Yücel’in araba çarpması sonucu ölümüyle girmiştik. Yanında abileri vardı, 12 ve 16 yaşında… Yılı İstanbul Kağıthane’de atık kağıt işçisi 2 kadının yine araba çarpması sonucu yaşamını yitirmesiyle kapattık.

“Çöpte kaybolanlar yaşamları” yazarken, bundan 22 yıl önce İstanbul’da patlayarak, bölgedeki yaşamı adeta yutan çöplüğü de hatırlamak gerekiyor. Ümraniye’de bulunan Hekimbaşı Çöplüğü’nün, altında biriken metan gazı nedeniyle patlamasıyla birlikte tonlarca çöp, çöplüğün olduğu bölgeye kurulmuş olan gecekonduların üzerine akmış, 27 kişinin cesedine ulaşılırken, 12 kişiden de bir daha haber alınamamıştı.

* Bu haber soL dergisinin, 8.1.2015 tarili 22. sayısında yer almıştır.