Bozulan saadet zinciri: Ayakkabıcılar niye batıyor?

Ayakkabı sektöründe ithalata bağımlı 'üretim' ve ‘mağazalaşma’ya dayalı model kur artışıyla birlikte iflas etti. Ayakkabı patronları tüketimin hızlı arttığı bir dönemde en kısa zamanda en yüksek karı elde etmek için ‘dışa bağımlı’ üretimi tercih etti. Model iflas ederken ayakkabı patronları, geçmiş yıllarda elde ettikleri büyük kazançlar yokmuş gibi faturayı işçilere yıkmaya çalışıyor…

Haber Merkezi

Deri ve tekstil üretimi, Cumhuriyet öncesine dayanan tarihleriyle geleneksel sektörler. Kundura ya da ayakkabı da zanaata dayalı önemli bir üretim birikiminin bulunduğu bir alt sektör. 2000’li yıllara kadar atölye tarzı, yoğun el emeğine dayalı üretimin devam ettiği sektörde 2000’li yıllarda hem ayakkabı hem de ayakkabı parçalarında ithalatın payı yükseldi. Üretimde fabrika ölçeğindeki, makineye dayalı işletmelerin payı artarken bu tesislerde ithal girdi kullanımı arttı. Aynı zamanda doğrudan ayakkabı ithalatı da arttı. Büyük ölçekli üretim yapan ayakkabı firmaları bir yandan mağaza zincirleri açarak “markalaştı” bir yandan da büyük çaplı ayakkabı ithalatçısı haline geldiler. Üreticiden ziyade perakendeciye dönüşen ayakkabı firmaları son aylarda arka arkaya konkordato ilan etmeye, finansal güçlükleri bahane edere işçi ücretlerini ödememeye, hak gasplarına başladı.

Ne oldu da ayakkabı patronları zincirleme bir şekilde batışın eşiğine geldi?

İÇ PAZARDA DA İHRACATTA DA İTHALAT DÖNGÜSÜ

Sektörün 2000’li yıllardaki dönüşümünün otomotiv ya da beyaz eşya sektörlerindeki durumdan çok da büyük bir farkı yok aslında. İç talep büyük oranda birim fiyatı yüksek ithal ürünlerle karşılanırken ihracat da arttı. Ama artan ihracat üretimde ithalat bağımlılığının yükselmesine neden olurken ihraç ürünlerin düşük fiyatlı, ucuz ürünlerden oluşmaya devam etti. Yani daha pahalı ayakkabılar ithal edip daha ucuz ayakkabılar, üstelik yine parça ithalatını artıran şekilde ihraç edilir hale geldi. İhraç edilen ayakkabıların satış fiyatı 4-4,5 dolar civarında hesaplanırken ithal edilen ayakkabıların ortalama çift fiyatı 18-20 dolar aralığında. 

ÜRETİCİ DEĞİL PERAKENDECİ

Geçen haftalarda bir bölümü konkordato ilan eden İnci, Hotiç, Yeşil Kundura gibi firmalar “markalaşma” ve “mağazalaşma”yla perakendeciliğe yönelirken, Avrupa’dan ithal edilen ya da esinlenilen tasarımları Çin başta olmak üzere Uzakdoğu’da ürettirdiği ya da birleştirilebilir parçaları ithal edip Türkiye’de basit işlemlerle nihai ürüne dönüştürdüğü bir yapı yerleşti. Ayakkabı sektörü Türkiye’de “sanayi üretim”in şemalaştırılabilir fotoğrafını sunuyor. Aynı dönemin 2001 krizi sonrasında tarımdaki “dönüşüm”le birlikte kentsel nüfusun arttığı, hizmet sektörleri başta olmak üzere bir standartta giyim zorunluluğu bulunan “beyaz yakalı” çalışanların sayısının arttığı, tüm yetersiz gelişime rağmen ayakkabı tüketiminde payı yüksek olan kadınların işgücüne katılımının arttığı, yani nüfus gelişiminden daha hızlı bir şekilde ayakkabı talebinin artışını teşvik eden gelişmeler yaşanan bir dönem olduğu da eklenmeli. 

Türkiye’de yüzde 30-35’i fabrika ölçeğinde, kalanı atölyelerde olmak üzere 280-300 milyon çift ayakkabı üretildiği, bu miktarın yüzde 60’ının ihraç edildiği, 100-120 milyon çiftin yurtiçinde satıldığı tahmin ediliyor. İthalat miktarı ise 80-100 milyon çift civarında. 2002 yılında 85 milyon dolar civarında olan ithalat düzenli olarak artarak 2014 yılında 1 milyar dolara yaklaştı, 2014 sonrasında özellikle Uzakdoğu’dan ithalata sınırlamalar getirilmesiyle 700 milyon dolara kadar düştü. İthal ayakkabılar ağırlıklı olarak birim fiyatı daha yüksek, orta ve üstü kalitede ayakkabılar. Bu nedenle toplam pazar büyüklüğünün 3 milyar dolar civarında olduğu ve bu tutarın yüzde 60-65’inin ithal ayakkabılardan oluştuğu tahmin ediliyor. 

GİDERLER DOLAR GELİRLER TL

Kuşkusuz ayakkabıdan otomobile neredeyse tüm nihai tüketim ürünlerinde uygulanan “model”in en temel varsayımı TL’nin yabancı paralar karşısında değerli olmasıydı. İthal edilen girdi ya da ayakkabıdan sayısı artan AVM’lerde açılan mağazaların kiralarına, İtalyan ayakkabı modellerinden esinlenen tasarımcılara ödenen paralara tüm girdiler, masraflar dolar ya da avro iken, TL ile yapılan satışlardan elde edilen gelirlerden oluşan bir sistemin dönebilmesi ancak değerli TL ile mümkündü. Kur artışı bu “saadet zinciri”ni bozdu. Otomotiv ya da beyaz eşyadan farklı olarak özellikle büyük ölçekli, iç pazarda “markalaşmış”, “mağazalaşmış” firmaların kur şokunu kaldıracak ihracat hacmi de bulunmuyordu. 

Kaldı ki yıllar içinde artan, 2002 yılında 132 milyon dolarken 2017 yılında 800 milyon dolara yaklaşan ihracatın ithal girdi düzeyinin yüksek olması, ihracatın da sürdürülebilir olmasını zorlaştırıyor.