Bir Odeabank emekçisi soL'a anlattı: Genç, dinamik, sömürgen...

Arkasına yabancı bir sermaye grubunu alarak 2012 yılında finans piyasasına hızlı giriş yapan Odeabank, şu sıralar gerçekleştirdiği toplu işten çıkarmalarla gündemde. Banka, geçtiğimiz haftalarda 100 çalışanının işine son verdi, birçok şubesini kapattı. İşten atılan bir çağrı merkezi emekçisiyle Banka'nın çalışma koşullarını, çalışanların işten atılırken yaşadığı psikolojik harbi ve finans…

Haber Merkezi

Arkasına yabancı bir sermaye grubunu alarak 2012 yılında finans piyasasına hızlı bir giriş yapan Odeabank şu sıralar gerçekleştirdiği toplu işten çıkarmalarla gündemden inmiyor. Banka geçtiğimiz haftalarda 100 çalışanının işine son vermiş, birçok şubesini ise kapatmıştı.

Banka her ne kadar bunun gerekçesi olarak “yeniden yapılanmayı” gösterse de Banka'nın Türkiye’deki operasyonlarının önemli bir bölümünü taşere edeceği ve küçülmeye gideceği sıklıkla dillendiriliyor.

Son olarak bu işçi kıyımı Banka'nın çağrı merkezine de sıçradı ve yaklaşık 30 emekçi işinden edildi. İşten atılan bir çağrı merkezi emekçisiyle çalışma koşullarını, çalışanların işten atılırken yaşadığı psikolojik harbi ve finans emekçilerinin mevcut çıkışsızlığı nasıl aşacağını konuştuk...

Öncelikle geçmiş olsun. Bize biraz Odeabank çağrı merkezinde çalıştığın dönem süresince edindiğin izlenimden bahsedebilir misiniz?

Odeabank Türkiye piyasasına girdiği ilk günlerde kendini genç, dinamik bir banka olarak tanıttı. Bu genç bankada kariyer hedeflerinizi gerçekleştirebilir, bir gelecek inşa edebilirdiniz. Nitekim çalışanlar ilk zamanlar iyi ödüllendirmelerle motive ediliyordu. Bankanın kariyer vaatleri epey gerçekçi görünüyordu bizlere. Performans notlarımıza dikkat ediyor, satış kotalarımızı doldurmak için canla başla çalışıyorduk. Ancak zaman geçtikçe kazın ayağının hiç de öyle olmadığını gördük.  Performans kriterleri zamanla o denli ağırlaştı ki bu ağırlığın altında ezilmeye, nefes alamamaya başladık. Bankanın büyüme hırsıyla çağrı merkezi koşulları birleştiğinde müthiş bir baskı ve rekabet ortamı oluştu.

Bu ağırlaşan çalışma şartlarını ve performans baskısını biraz daha açman mümkün mü?

Bildiğiniz gibi Türkiye’deki çağrı merkezleri maaş ve çalışan hakları açısından berbat bir durumda. Biz burada en azından bir süre temettü ve prim alabiliyorduk. Bunlar bizi motive eden etkenlerdi. Ancak her çağrı merkezinde olduğu gibi satış ve performans baskısı çalışanlar üzerinde önemli bir basınç yaratıyordu. Mola kısıtlamaları ise cabası. Her ihtiyacın olduğunda molaya çıkamazsın deniyordu. Çağrı sırasında bir ihtiyacın olduğunda moladan bahsedemezdin bile. Müşteriyle uygun bir üslup oluşturamazsan, örneğin müşteriye sesini yükseltirsen performans puanın sıfırlanıyordu. Çağrı esnasında nasıl bir tepkiyle karşılaşırsak karşılaşalım çoğu zaman tabiri caizse dilimizi ısırıp oturmak zorunda kalıyorduk. Puanlama sistemi yükselmeye endeksli olduğundan takım liderleri üzerinde de yoğun bir rekabet ve satış baskısı oluşuyor, bu da otomatikman diğer çalışanlara yansıyordu.

Performans baskısı zamanla akıl almaz boyutlara ulaştı. Örneğin hastayken rapor alırsanız performans puanınızdan kesinti yapılıyordu. Bu durum çalışana çok rahat bir üslupla söylenebiliyordu. Alerjiden yüzü kıpkırmızı olan bir arkadaşımızın “kibarca” çağrı almaya zorlandığını biliyoruz.

İş yerinde bu yaşananlara karşı herhangi bir girişiminiz oldu mu peki?

Buna cevap vermeden önce bir olaydan bahsetmek istiyorum. Çalıştığımız binada şube çalışanları mikrodalgaya kestane koyuyorlar ve yangın ihtimali oluşuyor. Koku tüm binaya yayılıyor. Bütün binayı boşaltıyorlar ancak tek bir bölüm hariç. O da çağrı merkezinin inbound çalışanları. Yanlış duymadınız, anons yapılmasına rağmen dışarı çıkmak isteyen arkadaşlarımız zorla içerde tutuldular. Takım liderleri yemekten döndükten sonra kimlerin dışarı çıkmaya çalıştığını sorguladı ve performans notunu düşürmekle tehdit etti. Yine de oluşturulan baskı ortamı bizi maalesef sigara molalarında yapılan eleştirilerin ötesine pek de taşıyamadı.

Çalıştığımız süre boyunca insanların kişisel meselelerine hapsolmuş olması umutsuzluk vericiydi açıkçası. Ama örneğin bir ara servislerle alakalı bir problem olmuştu. Üç beş kişiyi maliyetlerden kısmak adına aynı yerden servise bindiriyorlardı. Buna karşı çıkmak için birkaç kişi bir araya gelmeye, sesimizi duyurmaya çalışmıştık. Bir kıvılcım bile düşününce insana umut vermiyor değil aslında. Sorunumuz sanırım yan yana gelebilme cesaretini gösterememek biraz da.

İşten çıkarıldığın gün neler yaşandı? Biraz o günkü duygularından bahsedebilir misin?

İşten atılmalar insanlar çağrı anındayken olmaya başladı. Herkes bir yandan çağrı almaya çalışıyor, diğer yandan çıkarılacak mıyım tedirginliği yaşıyordu. Adeta kurbanlık koyun gibi bekliyorduk. İşten çıkarılma biçimi gerçekten insanlık dışıydı. Çalışanlar herkesin gözünün önünde işten çıkarıldı ve çok açık bir biçimde aşağılandılar. Psikolojik harp yaşadık kelimenin tek anlamıyla.

Geri kalanlar işten çıkarılma tehdidiyle ve artan iş yükleriyle başbaşalar şimdi. Müthiş bir belirsizlik ortamı var. Tek bildiğimiz Ocak’a kadar yeni bir işten çıkarmanın olmayacağı.

Çoğumuz buradan çıktıktan sonra iş bulamayacağını düşünüyor. Dört beş yılda o kadar yıpranmış ki insanlar. Geleceğe dair umutsuzlar. Çağrı merkezi yüzünden iyice vasıfsız hissetmeye başladılar. Orada kaldığımız süre boyunca biz de köreldik. Akademik uzmanlık alanlarımızdan giderek uzaklaştık.

Ortada Türkiye’de finans sektöründeki o bildik hikaye var sanki. Yabancı finans sermayesine kapılar açıldı ve o kapıdan giren tekeller kendilerine sunulan kamu kaynaklarını yağmalayarak muazzam kârlar elde ettiler. Güvensiz hissettikleri anda da girdikleri kapıdan çıkıp gitmekte bir an tereddüt etmediler, etmeyecekler. Bugünlerde TKP’li banka ve finans emekçileri Halk Komiteleri’nin kuruluşunu örgütlemeye çağrı yapıyor. Son olarak bu konuyla alakalı görüşlerini alabilir miyiz?

Söylediğiniz çok doğru. Zira biz bunu 2017 itibariyle doğrudan hissettik. Bir anda prim sistemi çöpe atıldı, maliyetler kısılmaya başlandı ve satış ürünleri daraltıldı. Üstelik Banka kârını yüzde 149 oranında artırmışken oluyor tüm bunlar. Nasıl bir çelişkinin ortasına düştüğümüzü işte o zaman anladık. Genç, dinamik banka söylemi bir yalandan ibaretti.

Burada çalıştığımız süre zarfında aslında bizi tek ayakta tutan şeyin kendi aramızda kurduğumuz o sıcak ilişki ve kader birliği olduğunu söylemek gerek. Kader birliği etmek güzel fakat çalışanların kaderlerini kendi ellerine alması da bir o kadar acil. Şu bir gerçek ki çıkarılma sürecimizi bu kadar duyurmasaydık belki yan haklarımızı bile alamayacaktık. İşçilerin bu yüzden yan yana gelmeye ve bu korku atmosferini dağıtmaya ihtiyaçları var. Bu açıdan Halk Komiteleri’nin çağrısını olumlu buluyor, destekliyorum.