9 Mayıs: Boyun eğmeyenlerin zafer günü

Modern tarihin insanlığın karşısına çıkardığı en azılı düşman, Nazi faşizmi, 9 Mayıs 1945'te boyun eğmeyen halklar tarafından yenilgiye uğratıldı.

Haber Merkezi

Bugün farklı uluslardan milyonlarca insanın kanıyla Nazi faşizmine karşı kazanılan büyük zaferin 73. yıl dönümü.

Dünya'nın dört bir yanında Zafer Günü olarak kutlanan 9 Mayıs, Berlin'deki Reichtag'a yani Alman parlamento binasına orak-çekiçli kızıl bayrağın dikildiği gün.

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin ve Avrupa'daki komünist partilerin öncülüğünde kurulan direniş örgütlerinin eşi görülmemiş fedakarlığını, canı pahasına karanlığa boyun eğmeyen milyonları saygıyla anıyoruz.

İŞÇİ SINIFINA KARŞI DESTEKLENDİ
Faşist hareket ilk olarak İtalya'da, Benito Musollini'nin Ulusal Faşist Partisiyle iktidara geldi. 

İtalyanca "demet" anlamına gelen "fasci"den türeyen faşizm, Birinci Dünya Savaşı'nın hemen ardından İtalya'da yükselen işçi sınıfı hareketine karşı toprak ağalarının ve büyük sanayicilerin kurduğu "fasci di combattimento"nun ideolojisi olarak ortaya çıktı.

"Fasci di combattimento" yani "savaş birlikleri" patronların ve toprak ağalarının desteğiyle 1910'lu yıllarda örgütlendi, silahlandı ve daha iktidara gelmeden işçi önderlerine ve komünistlere karşı pek çok katlima ve siyasi cinayete imza attı.

İlk olarak farklı bölgelerde birbirinden bağımsız bir şekilde kurulan bu çeteler, daha sonra Musollini'nin önderliğinde bir federasyona ve ardından Ulusal Faşist Parti'ye dönüştü. 1922 yılında iktidara gelen Faşist Parti, İtalya'yı 1943 yılına kadar terörle yönetti.


ALMANYA'DA FAŞİZME GÖZ YUMULDU
Faşistlerin İtalya'da iktidarı ele geçirmesinden 10 yıl sonra, 1933 yılında Nazi Partisi Almanya'da iktidara geldi. Devleti ele geçirmeye giden yolda her türlü entrikayı çeviren Nazi Partisi, Alman sermayesinden büyük destek gördü.

Birinci Dünya Savaşı'ndaki yenilgisinin ardından imzaladığı ağır anlaşmalarla silahlanmasına sınır getirilen Almanya'nın, uluslararası işçi sınıfı hareketine ve SSCB'ye karşı Avrupa'da kapitalizmi korumak için bu anlaşmaları ihlal etmesine ve hızla militaristleşmesine göz yumuldu. Naziler iktidardayken dahi ABD'li şirketler Almanya'ya büyük yatırımlar yapmaya devam ettiler.


(ABD Nazi Partisi'nin düzenlediği 22 bin kişilik salon etkinliği - Madison Square Garden, New York, 1939)

NAZİLERE YOLU SOSYAL DEMOKRASİ AÇTI
Nazilere iktidar yolunu açansa, daha sonra bunun bedelini ağır ödemekle birlikte, Sosyal Demokratlar oldu.

Ekim Devrimi'nin ardından devrim Almanya'ya sıçramış, Almanya'nın dört bir yanında sovyetler kurulmaya başlamıştı. 

1918 Kasım Devrimi ya da Alman Devrimi olarak anılan gelişmeler Kayzer II. Wilhelm'i ülkeden kaçmaya zorladı ve Birinci Dünya Savaşı'na son verdi. Devrimin ardından kurulan Weimar Cumhuriyeti'nin ilk hükümeti Sosyal Demokratlar, ilk devlet başkanı ise bu partinin lideri Friedrich Ebert'ti.

Kasım Devrimi'nin ardından kurulan Ebert hükümetinin ilk işi ise, Devrimi ilerletme çağrısı yapan komünist Spartakistler Birliği'nin önderleri Rosa Luxemburg ve Karl Liebnecht'i vahşice katlettirmek ve işçi sınıfı hareketini kanla bastırmak oldu. 

Bu kirli savaş için Ebert, sosyal demokrat Savunma Bakanı Gustav Noske'ye, daha sonra Adolf Hitler'in ve Nazi Partisi'nin de içerisinden çıkacağı, karşı devrimci milis gücü Freikorps'u (Özgür Birlikler) kurdurdu. 


EHVENİ ŞER FAŞİZME GÖTÜRDÜ
Sosyal Demokrat Parti, 1933'e giden süreçte de her zaman komünistlerden daha fazla korktu. Nazi partisi büyük bir tehdit olarak hissedilir hale geldiğinde bile, faşizme karşı komünistlerin "işçilerin birleşik cephesi" önerisini desteklemek yerine, bugün de emperyalistlerin çok sevdiği "iki aşırı kutup" söylemini kullanmayı yeğleyerek faşizmle komünizmi eşit gören bir yaklaşım tercih etti.

Sosyal demokrasinin faşizme kapıları ardına kadar açtığı uğrak ise Nisan 1932'de yapılan seçimlerde aldığı tutum oldu.

ABD Komünist Partisi'nin önderlerinden William Z Foster, Üç Enternasyonal'in Tarihi kitabında Nisan 1932 seçimlerini şöyle anlatıyor:

"Sosyal demokrasinin son ihanetiyse, Hitler’e nazaran 'ehveni şer' olduğu ve Nazi faşizminin önünde bir set olacağı gibi aptalca bir varsayımla Von Hindenburg’un devlet başkanlığına yeniden seçilmesiydi. Nisan 1932’deki tayin edici seçimin sonucunda Hindenburg, 18 milyon 657 bin 497 oyla, 11 milyon 339 bin 446 oy alan Hitler’i geride bırakarak seçimi kazandı; Komünist aday Thalmann ise 4 milyon 983 bin 341 oy kazandı.

Hindenburg, elbette Hitler’e göre 'ehveni şer' değildi; aksine tam da Hitler’i iktidara taşımak için en uygun araçtı. Bu gerçeği eksiksiz bir şekilde ortaya koyan komünistler, 'Hindenburg’a verilen oy Hitler’e verilmiştir' diyerek, Hindenburg ile Hitler arasında yapılacak tercihin faşizme giden iki yoldan birini seçmek olacağı konusunda işçileri uyardı. Ne var ki sosyal demokrasi, burjuvaziyle trajik ittifakını sonuna kadar götürmekten vazgeçmedi.

(...)

30 Ocak 1933’te Hindenburg, Nazilere tamamen teslim olarak Hitler'i şansölye yaptı. Nazilerin terör saldırıları birden katlanarak arttı. Komünist Parti tamamen yasadışı ilan edildi, yüzlerce komünist öldürüldü ya da tutuklandı."


İLK BÜYÜK SAVAŞ: İSPANYA
İspanya'da Komünist Parti'nin de içerisinde yer aldığı Halk Cephesi'nin 1936 Şubatı'nda seçimleri kazanması ve aynı yılın Temmuz ayında başlayan General Franco önderliğindeki Falanjistlerin ayaklanması ülkeyi hızla iç savaşa sürükledi. Alman ve İtalyan faşistler de, ülkelerindeki işçileri kölece çalıştırarak arttırdıkları savunma sanayii üretimlerini İspanya'daki faşist isyancılarla paylaşmaktan geri durmadılar.

Cumhuriyetçilerin, Alman destekli Falanjist isyancılara karşı yürüttüğü mücadele 1939 yılında yenilgiyle sonuçlandı. İspanya İç Savaşı insanlıkla faşizm arasındaki ilk büyük savaştı. Farklı uluslardan komünistlerin İspanya'yı savunmak için oluşturduğu Uluslararası Tugaylar ve yine komünist komutan Enrique Lister'in Madrid'i savunmakla görevli 5. Alay'ı boyun eğmeyen insanlığın direnişinin sembolü haline geldi.

Sadece Sovyetler Birliği'nin anlamlı ölçüde destek yolladığı İspanya Cumhuriyeti'ne, yine Halk Cephesi'nin iktidarda olduğu Fransa, demokratik kabul edilen İngiltere ve ABD ihanet ettiler. Aynı yılın Mart ayında Çekoslovakya'nın işgali de Batı'nın süper güçleri tarafından sessizlikle karşılandı. 

İŞÇİ DÜŞMANLIĞI VATANA İHANETE GEBE
Nazi Almanyası ve Mihver güçleri olarak anılan faşist ordular, adeta herhangi bir direnişle karşılaşmadan Polonya'yı, Paris dahil olmak üzere Fransa'nın yarısını, Yunanistan'ı, kısacası Avrupa'nın büyük bir kısmını ele geçirdi.

Nazi Almanyası'nın ilerleyişine herhangi bir direniş gösterilememesinin altındaysa Alman savaş makinesinin gücünden çok, Avrupa hükümetlerinin baş düşman olarak işçi sınıfı hareketini ve Sovyetler Birliği'ni görmesiydi.

İkinci Dünya Savaşı'nın hemen öncesinde Fransa'da muhabir olan İlya Ehranburg, Paris Düşerken adlı romanında Fransa'daki burjuva siyasetçilerinin içerisinde bulundukları çürüme ve ihaneti çok etkileyici bir şekilde anlatıyor.

"Akşam olmuştu, Alfred'in yanına çöktü Lucien. Ateş yanıyordu ama üşüyorlardı. Bir süre sustular. Sonra Alfred:

'Milletler Topluluğu tarafından alınan karardan sonra...' diye başladı.

Patlar gibi gürledi Lucien:

'Laf! Boş laf bütün bunlar! İhanetleri, kişisel çıkarları, kindar hesapları gizleyip örtbas etmeye yarayan laflar. Breuteuil'i gördün işte. Cennete gitmekten başka tasası bulunmayan saygıdeğer bir adam dersin değil mi? Büyük bir 'yurtsever'. Lorraine dediğinde ağlayacak sanırsın. Duy bak: Adı gibi biliyor Breuteuil, Grandel'in Almanya hesabına çalışan bir casus olduğunu. Biliyor ve saklıyor. Sanıyor musun ki Picard savaşa hazırlanmıştır? Ne münasebet! Faşist hükümet darbesini hazırlıyordu. Nereden aldılar makinelileri? Düsseldorf'tan. Parayı kim verdi kendilerine? Kielmann isimli bir Alman. Bu çamurun ortasında sen de tutmuş, Milletler Cemiyeti'nden söz ediyorsun!'"(Paris Düşerken, Ehrenburg)

DÖNÜM NOKTASI: STALİNGRAD
Elbette ihanetin yanında direniş de vardı. Nazi işgalinden sonra Fransa'da, Yunanistan'da, Çekoslovakya'da, Arnavutluk'ta ve Yugoslavya'da büyük direniş örgütleri kuruldu.

Ancak savaşın seyrini değiştiren gelişme ABD ve İngiltere gibi emperyalist güçleri de Nazi Almanyasına karşı geniş kapsamlı bir çıkarma operasyonu düzenlemek zorunda bırakan Stalingrad zaferi oldu.

Yaklaşık 1 milyon 100 bin Sovyet askeri çarpışmalarda hayatını kaybetti. Çarpışmalarda ölen sivil halkın sayısı da inanılmaz boyuttaydı. Kuşatmadan önce 500 bin olan Stalingrad nüfusu, savaş bitiğinde bine inmişti.

CANAVARA SAPLANAN STALİNGRAD KILICI
Almanlar 900 uçak, 500 tank, 5 bin top ve daha büyük miktarlarda daha pek çok teçhizat kaybettikleri Stalingrad Savaşı'nda büyük bir darbe aldılar ve moral üstünlüğü de kaybettiler.

Stalingrad'ın ardından Kızıl Ordu'nun savaşın seyrini değiştirdiğini ve Nazileri önüne katarak Berlin'e doğru ilerlediğini gören "Müttefikler", savaş sonrasını düşünerek Nazi Almanyasına karşı askeri çabalarını yoğunlaştırdılar.

1933'ten itibaren gerçekleştirdiği diplomatik temasları ve faşizme karşı ortak mücadele çağrıları sonuçsuz kalan SSCB, Stalingrad Zaferi'nin ardından Tahran Konferansı'nda ABD ve İngiltere'yi masaya oturmaya zorladı.

Tahran Konferansı'nın ilginç olaylarından biri, Britanya halkının Stalingrad'ı savunan savaşçılara saygısını ifade etmek üzere Kral tarafından dövdürülen Stalingrad Kılıcı'nın takdim edilmesi sırasında yaşandı. Churchill'in sunduğu, üzerinde "Stalingrad'ın çelik yürekli yurttaşlarına" yazan kılıcı alan Stalin, bir jest yaparak kılıcı öptü.
 


SONUNDA BOYUN EĞMEYENLER KAZANDI
Stalingrad Zaferi'nden iki yıl sonra hiç bitmeyecekmiş gibi hissedilen Nazi kabusu son buldu. İtalya'daki Ulusal Faşist Parti'nin iktidara geldiği 1922 yılından, Reichstag'a kızıl bayrağın dikildiği 9 Mayıs 1945 tarihine kadar geçen 23 karanlık yılın ardından, eğrisiyle doğrusuyla, tarihte yeni bir sayfa açıldı.

Öte yandan 1922'de ve 1933'te faşizmi iktidara taşıyan ve insanlığın başına musallat eden sermaye sınıfı, en sevdiği hizmetkarlarına mal olan ağır bir darbe almış olsa da, yenilmedi. Pek çok Nazi işkencecisi, İkinci Savaş'tan sonra ABD ve İngiltere tarafından Sovyetler'in ve Nürnberg Mahkemesi'nin elinden kurtarılarak CIA operasyonlarında ve savaş sanayisinde kullanılmak üzere işe alındı.

ANILARI ÖNÜNDE SAYGIYLA EĞİLİYORUZ
Bitirirken, bize aydınlık bir dünya bırakmak için faşizme karşı mücadele eden isimli ve isimsiz kahramanları bir kez daha anıyoruz:

İtalya'nın kuzey bölgelerini faşistlerden kurtaran, Musollini'yi ve yandaşlarını yakalayarak kurşuna dizen asiler, İtalyan Komünist Partisi'nin kurduğu Garibaldi Tugayları...

Müttefik kuvvetlerin desteği olmaksızın Yunanistan'ı Alman faşizminin elinden alan, işgal süresince Almanlara ağır kayıplar verdiren partizanlar, Yunanistan Komünist Partisi'nin öncülüğünü ve komutasını üslendiği EAM-ELAS...

Fransa'da dağları mesken tutan ve kentlerde yeraltı çalışması yürüten Maquis'ler, komünistlerin ve sosyalistlerin girişimiyle oluşturulan çetelerin temsil edildiği Ulusal Direniş Konseyi...

Yugoslavya'da Tito, Arnavutluk'ta Enver Hoca ve partizan birlikleri...

ve dünyanın dört bir yanında işgale ve faşizme direnen insanlık.