5 Nisan'ı bir de işçi ve stajyer avukatlardan dinleyin: Kutlanacak ne kaldı?

'Evet, 5 Nisan barolar ve kimi hukukçular nezdinde adeta 'kutlanacak bir gün' olarak kabul görüyor; çeşitli yemeklere, balolara, davetlere vesile oluyor. Akşam işten kaçta çıkacağını bilen, davetlere uygun gösterişte kıyafeti olan ve elbette davetlerin giriş ücretini karşılayabilen avukatlar, ki bu imkanlara sahip avukatlar bugün patron avukatlardır, gidip 5 Nisan’larını tasasızca…

Haber Merkezi

Bir yandan yurttaşların haklarını savunmaya, AKP baskısı altında mesleklerini hakkıyla yerine getirmeye çalışan avukatlar, diğer yandan da avukatlık bürolarında büyük bir emek sömürüsüne ve hukuksuzluğa maruz kalıyor.

5 Nisan Avukatlar Günü dolayısıyla bir işçi, bir de stajyer avukat, soL Haber'in 5 Nisan sorularını yanıtladı.

İşte 5 Nisan'ın öteki yüzü...

Bugün 5 Nisan... İşçi Avukatlar bugünü nasıl karşılıyor buradan başlayalım isterseniz?

Serap Emir: Evet, 5 Nisan barolar ve kimi hukukçular nezdinde adeta “kutlanacak bir gün” olarak kabul görüyor; çeşitli yemeklere, balolara, davetlere vesile oluyor. Akşam işten kaçta çıkacağını bilen, davetlere uygun gösterişte kıyafeti olan ve elbette davetlerin giriş ücretini karşılayabilen avukatlar, ki bu imkanlara sahip avukatlar bugün patron avukatlardır, gidip 5 Nisan’larını tasasızca gösterişli davetlerde kutlayabilirler. Ancak biz işçi avukatlar açısından, 5 Nisan kutlanacak bir gün değildir. Öncelikle savunmanlık mesleği halkın hak arama mücadelesine aracı olmaktan uzaklaşmış, olabildiğince piyasaya açılmış, kendi kodamanlarını yaratmış bir hale gelmişken; o prestijli avukatlık ofislerinde zenginlere “hukuk” satılıyor ve yoksullar çareyi kendini ateşe vermekte buluyorken; neyin kutlaması? Yedi adliyeye bölünmüş Ankara’da duruşmadan duruşmaya koştuğumuz, duruşmalar biter bitmez ofise gelip dilekçe yetiştirmeye çalıştığımız, tüm bunlar olurken öğle yemeğini ayakta geçiştirdiğimiz, üstüne bir de patron kaprisi çektiğimiz bir gündür 5 Nisan, dünün aynısıdır. Ve biz bir araya gelmedikçe 5 Nisan’lar “dünün aynısı” olmaktan kurtulamayacaktır. 

B.D.: İşçi avukatlar nezdinde bugünün ne derece anlamlı bir gün olduğu tartışmalı. Mesleğin temel kavramları üzerinden gidecek olursak; avukatlık mesleğinin mahiyetine bakıldığı zaman kamu hizmeti, bağımsızlık, serbest meslek kavramları ön plana çıkmaktadır. 

Ancak işçi avukatlar serbest meslek sahibi değillerdir, işverenlerinin talimatıyla bağlıdırlar. Öte yandan avukatların “kendisine teklif olunan işi reddetme” gibi belirli başlı hakları mevcuttur. İşçi avukat patronuna talimatla bağlı olması sebebiyle işi reddedebilme hakkında sahip değildir. İşvereninin kendisine uygun gördüğü her türlü işi yapmak durumunda kalabilmektedir. Avukatlığın en temel özellikleri işçi avukat gerçeğiyle örtüşmemektedir.

İşçi avukatlar adliyelerde, plazalarda, bürolarda, işin belirli bir parçasından sorumlu olan, vakıa hakkındaki bilgisi işvereninin bilgilendirmesiyle sınırlı olan, parça başı iş yapma konumuna getirilmiş emekçilerdir.  İş güvencesinden yoksun olan, fazla mesaiye, hafta sonu çalışmalarına kalan, sarf ettiği yoğun emeği ve işverenine sattığı zamanı insanca ücretlendirilmeyen bir avukat grubundan bahsediyoruz. 

Bu nedenlerle dünya avukatlar gününün işçi avukatlar nezdinde bir karşılığı olduğundan bahsetmek oldukça güç olur diye düşünüyorum.

Bir yandan yurttaşların haklarını savunmak gibi önemli bir görev üstlenirken, bir yandan da büyük bir baskı ve sömürü altında çalışan avukatların en büyük sorunları neler?

B.D.: 2018 öncesini ele alacak olursak, bir işçinin fazla mesai ücretini, işverenden dava yoluyla almaya çalışırken, fazla mesaiye ve hafta sonu mesailerine kalabiliyoruz. Bu muazzam bir çelişki aslında. Bir işçinin fazla mesai ücretini, bir işçi olarak kendi fazla mesainizde tahsil etmeye çalışmak. 

2018 itibariyle ise İşçilik Alacaklarında Zorunlu Arabuluculuk yürürlüğe girdi. Artık işçiler, işçilik alacaklarını (kıdem tazminatı, fazla çalışma ücreti vb.) ilk elden dava yoluyla tahsil edemedikleri için işçi avukatlar fazla mesailerini işvereninin verdiği diğer işlerle geçirmekteler. 

Öte yandan mobbing meslek içerisinde inanılmaz derecede yaygın bir durumda. Mobbing kendisini daha ziyade mesleki birikim üzerinden gösteriyor. Bir stajyer avukat özelinde düşünülürse; 15-20 yıllık mesleki deneyimi olan işveren avukatınız, hiçbir şey bilmediğiniz gerekçesiyle sizi aşağılıyor ve sonrasında günlerce getir götür işleri yaptırıyor. Daha sonraları ise bu meslekte böyle böyle olgunlaşılacağına dair nutuk çekiyor. Mobbingin insanın hayatında herhangi bir olgunlaşma sağlayabileceğini sanmıyorum.

Bunların yanı sıra işçi sınıfının diğer öğeleri gibi fazla mesai, hafta sonu çalışmaları, düşük ücretler, gibi sorunlarımız da var.

Serap Emir: Aslında işçi avukatların sorunları bugün milyonlarca emekçinin, örneğin finans çalışanının ve genel itibariyle beyaz yakalının sorunundan azade değil. Bugün patronlarımız, karlarına kar katsın diye olabildiğince esnek ve güvencesiz koşullarda, düşük ücretlerle, günlük 8 saati aşan çalışma süreler ile, Cumartesi dahil çalışmaktayız. Mesai kavramımız yok örneğin, çünkü tam mesainin bitmesini beklerken; bir anda patronunuz son günlü bir dilekçe ile yanınıza gelip bitince UYAP’tan göndermenizi isteyebilir. Kaldı ki mesainin bitmesi, işin bittiği anlamına gelmez. Çünkü patronunuz size her an ulaşabilmelidir, gecenin bir yarısı “Yarın bu içtihatlar masamda olsun” diye mesaj atabilir ya da “X Bey’in bilirkişi raporu dönmüş müydü”yü merak edebilir ve bu mesajlara cevap vermediğinizde ertesi gün ofiste size bilenmiş bir patronla karşılaşırsınız “mobbing” kaçınılmazdır. 

Çalışma koşulları bir yana, tüm hukuk hizmeti üretimini bizler gerçekleştirdiğimiz halde, dilekçelerin altında bizim adımız yazmaz; patronumuzun adı yazar. Oysa o dilekçe bizim sayemizde yazılmıştır, cümleler bizimdir, bilgi bizimdir; ama müvekkil de patronundur. Pek çoğumuz dilekçesini yazdığımız müvekkilleri görmeyiz bile, müvekkillerle patronumuz görüşür. “Kurumsal” hukuk bürolarında çalışan kimi arkadaşlarımız ise, bir davanın akıbetini bilmezler bile; kimisi sadece istinaf dilekçesi yazar, kimisi sadece bilirkişi raporuna itiraz, kimisi de sadece duruşmalara girer. Dolayısıyla o iş görüşmelerinde, “Bizim büromuzda çalışmak bir ayrıcalık.” masalı büyük bir kandırmacadır.    

Türkiye'de 100 binin üzerinde hukuk fakültesi öğrencisi var. Geleceğin hukukçularını bu tabloda neler bekliyor?

Serap Emir: Bununla birlikte bir de Kanunlar Genel Müdürlüğü’nde yasalaşmayı bekleyen bir Avukatlık Kanunu Tasarısı var. Bu tasarı, bugün fiilen göz yumulan avukatlık şirketlerine yasal koruma sağlıyor. Dolayısıyla, 100 binlerce hukuk fakültesi genç arkadaşımızı muhtemelen gelecekte hukuk hizmet piyasasında tekelleşmiş bir avukatlık ofisinde işçi avukat olmak bekliyor. Gerçekler kariyer günlerinde anlatılanların tam aksi. 

B.D.: Geleceğin hukukçularını bekleyen iki tane tablo var. 

Birinci tablo binlerce hukuk öğrencisinin avukatlık mesleğine atılmasıyla, avukat sayısının artması ve neticesinde ücretlerin iyice düşmesi sonucu işçi avukat olarak mesleğimizi insani koşullarda yürütemeyecek duruma gelmemiz ve işverenlerimiz tarafından yoksulluğa mahkum edilmemiz olacaktır.

İkinci tablo ise, çalışma saatlerimizin belirli olduğu, fazla mesailerimizin ve hafta sonu çalışmalarımızın karşılığını aldığımız, insanca yaşayabildiğimiz bir tablo olacaktır.

Ancak ikinci tablo ancak işçi avukat gerçeğinin kabullenilmesi ve işçi avukatların örgütlü bir mücadelesiyle mümkün olabilir.

İşçi avukatlar bir süredir bir araya gelmeye ve hakları için mücadele etmeye başladı. İşçi avukatların bu çalışmalarına ilişkin neler söylersiniz? 

Serap Emir: Bu aslında özetlediğimiz tabloda işçi avukatlar açısından bir zorunluluk. “Hepimiz meslektaşız, aynı baroya üyeyiz” güzellemesinin örtemediği kadar yoğun bir emek sömürüsü, haksızlık ve psikolojik baskı var üzerimizde. Burada önemli olan işçi avukatlara bu yaşadıklarının kendi yetersizliklerinden veya şanssızlıklarından kaynaklanan münferit olaylar olmadığını, her gün farklı bürolarda farklı öznelerle deneyimlenen hikâyenin aslında hepimizin hikâyesi olduğunu kavratabilmek. Ve bu hikâyeden çıkış, ne “Bir gün ben de kendi büromu açacağım” da cisimleşen sınıf atlama hayalleriyle, ne de “Neyse ki benim patronum iyi bir insan!” türünden bir tamahkarlıkla gelmeyecek. Sınıfsal zeminde karakterler analizleriyle bir yere varamayız; insanlar ya patrondur, ya emekçidir. Biz işçi avukatların emekçi olduğu ise çok açık; o halde bırakalım patronlarımızın tüketim alışkanlıklarına özenmeyi, sınıf atlama hayallerini, emekçi gibi davranalım, mücadele edelim. 

Biz, 2008 yılında stajyerlere dönük güvensizliğe ve emek sömürüsüne karşı Stajyerler İnisiyatifi olarak yola çıkan, sonrasında meslekteki piyasalaşmaya karşı Piyasalaşmaya Karşı Avukatlar İnisiyatifi’ne ve nihayet işçi avukatlık olgusunun göz ardı edilemez hale gelmesiyle İşçi Avukatlar Platformu’na dönüşen mücadelenin takipçileriyiz. Üye olduğumuz platform, yürüttüğü mücadele ile 2013 yılında TBB’ye İşçi Avukatlar Yönetmeliği’ni kabul ettirmiştir. Ancak Adalet Bakanlığı ve patron avukatların el ele vermesiyle, temyiz aşamasında şu an yönetmeliğin yürütmesi durdurulmuş durumda. 

Öte yandan aynı zamanda biz, işçi avukatları mücadeleye çağırmaya dair Ankara Barosu Ücretli Çalışan Avukatlar Kurulu’nun da üyesiyiz. Kurul bünyesinde aylık olarak Kırmızı Yakalılar isimli bir gazete çıkarıyoruz. Kendimizi hukuk hizmet piyasasının beyaz yakalıları olarak görüyoruz; ve yaşadığımız haksızlıkları, emek sömürüsünü, esnek ve güvencesiz çalışma koşullarını, iş yetiştirme baskısını, uygulanan mobbingi ve tüm bunların arka planında yatan sebepleri her ay bu gazete aracılığıyla adliyelerde rastladığımız işçi avukatlara ulaştırmaya ve bu yolla bir araya gelmeye çabalıyoruz. Bu ayki kapağımız da “5 Nisan: Kutlamaya Nereden Başlayalım” başlığıyla çıktı. Pazartesiden itibaren tüm adliyelerden temin edilebilecek. 

B.D.: İşçi avukatların çalışmaları bir gerçeği ortaya koymaktadır. Avukatlık mesleğinde meslektaşlık hukuku kapitalizm tarafından lağvedilmiştir. Bariz biçimde işçi-işveren ilişkileri oluşmuş, rekabetçilik her alana sirayet etmiş, mesleğin tarihsel, kamusal yönü arka plana atılmıştır.

Bu ortamda avukatlar işçileşmiştir. Bu noktada işçileşen avukatların örgütlü bir mücadeleyle, sınıf eksenli bir bakış açısıyla mücadele etmesi gerekmektedir. Aksi takdirde kapitalizmin avukatlık mesleğinde oluşturduğu adaletsizlik giderilemeyecek aksine zamanla derinleşmeye devam edecektir.

Bir işverenin işçilerine karşılıksız hak bağışlaması eşyanın tabiatına aykırıdır. İşverenlerimiz ile aynı mesleği icra ediyor olabiliriz, aynı cübbeyi giyiyor, aynı meslek örgütüne mensup olabiliriz. Ancak işverenlerimizle çıkarlarımızın örtüşmesi mümkün değildir. İşveren karını arttırmaya çalışır, işçi ise aldığı ücreti arttırarak hayat standartını yükseltmeye çalışır. Bu ikisi arasındaki çelişki en temel çelişkidir.

Avukatlıkta sınıfsal bir perspektifin var olduğu kabul edilmelidir.Zira sınıf perspektifinin gündemin dışına itilmesi işçi sınıfının kazanımlarına saldırıyı beraberinde getirir.

Avukatlar yaşadıkları derin sömürünün yanında bir de OHAL baskısıyla mücadele ediyor. OHAL döneminde tam 570 avukat tutuklandı, binden fazla avukat hakkında soruşturma açıldı. Buna ilişkin neler söylemek istersiniz?

B.D.: Savunma hakkının dolayısıyla yargılamanın tasfiyesi olarak nitelendirilebilir. Sadece savunma yapmak başka bir davada suça ilişkin delil olarak nitelendirildi. Sermaye ile bütünleşmiş gericilik, yargı sürecini ve savunma hakkını kar marjları açısından ayak bağı olarak görüyor. Baskının, şiddetin sorumlusu bu düzenin bizatihi kendisidir. Gericilik, sermaye sınıfının önüne engel olarak çıkabilecek bütün alternatifleri ortadan kaldırmaya niyetlidir. Grev yasakları, zorunlu arabuluculuk, taşeron işçilere kadro verilirken işçilere imzalattırılan feragatnameler, içinde bulunduğumuz dönemde siyasi hayattaki yasaklar, avukatlığın işçileştirilmesi birbirinden ayrı konular değillerdir. Aksine bütün bunlar bütünleşiktir ve tek bir şeye işaret etmektedir. 

Sermaye sınıfı yaşamın her alanında, farklı noktalardan bizlere yönelik saldırısını arttırmış, şiddetlendirmiştir. OHAL dönemi bu saldırının en görünür yüzüdür.

Serap Emir: Evet, tam da dediğin gibi sömürü yanında bir de OHAL hukuku mevcut. Aslında OHAL hukuku denen şey tam da bunun için kullanılıyor; OHAL bugün grevleri yasaklamanın bahanesi, muhalif sesleri susturmanın aracı, tutuklu avukatlar gerçeğiyle yurttaşların hak arama özgürlüğüne ket vurma dayanağı haline gelmiş durumda. Bugün insanların sosyal medya paylaşımları nedeniyle evlerinde arama yapılıp günlerce OHAL’e dayanarak hukuksuzca gözaltında bekletiliyorlar; üniversitelerde yurtsever gençler “NATO bu ülkeden defolsun.” Dediği için özel güvenliğin arkasına saklanmış faşist çetelerin hedefi oluyor, üstüne gözaltına alınan da yurtseverler oluyor; onlarca kamu emekçisi sırf iktidar yanlısı olmadıkları için tek bir gerekçe gösterilmeksizin ihraç ediliyor… Bu tabloda OHAL’in kimlerin işine geldiği açık. Tutuklanan avukatlar da bu memleketin derdini kendine dert edinmiş, haksızlığın karşısında dikilebilme cesaretini gösteren avukatlar… 

Son olarak 5 Nisan dolayısıyla işçi avukatlara bir mesajınız var mı?

B.D: Dünya tarihinde sınıfın hiçbir kazanımı mücadele etmeksizin kazanılmamıştır. Günlük 8 saat çalışma süresi, yıllık izin, doğum izni, fazla mesai ücreti, sendikal haklar… Bütün kazanımlar bir mücadelenin işçi sınıfı nezdinde kazanımlarıdır. Daha basit bir tabirle sahip olduğumuz haklar işçi sınıfının eseridir.

Bu bağlamda işverenlerin yönetimde olduğu ve işverenler ile ortaklaşa planlanan sistem içi çözümler yalnızca umut ve zaman kaybı olarak biz işçi avukatlara geri dönecektir.

İşverenler ile meslektaş olmamız, tarihsel olarak çıkarlarımızın farklı olduğu gerçeğini değiştirmemektedir. Çıkarlarımız çelişiktir. Bu nedenle tüm işçi avukatları, kendi hakları için, avukatlık mesleği için örgütlü bir mücadeleye davet ediyorum.

İşçi avukatlar kesinlikle yalnız değildir. 5 Nisan bizler içim mücadele günüdür. 

Şikayet etmeyin mücadele edin.

Serap Emir: Bunca haksızlık ve adaletsizlik içinde,  5 Nisan asla bir kutlama günü olamaz; gelen kutlama mesajları da anlamsızdır. Biz işçi avukatların kutlamaya değil, mücadele etmeye, bir araya gelmeye ihtiyacımız var. Ve bir araya geleceklerimizin içinde “İşçi sıfatını avukatlık mesleğinin önüne yakıştıramıyorum” diyen emekçi düşmanları yok.