“Kapitalizmin En Yüksek Aşaması Emperyalizm”in Kültürü Bugün Hangi Aşamada?

Dünyanın herhangi bir ülkesindeki bir insan için Walt Disney, Coca-Cola, McDonalds, Holywood, rock’n roll, kot pantalon, Marlboro vesaire vesaire diye uzayıp giden bir listenin bugün bile ilk çağrışımları arasında kesinlikle emperyalizm yer alır diye düşünüyorum. “Bugün bile” dememin nedeni bu tür bir listenin eski bütünlüğünden ve anlamından önemli şeyler yitirmiş olmasıdır.

Evet, Walt Disney bugün de çocuklara dönük bir eğlence sektörünün en önemli firması. Pixar gibi dönemin parlak kurumlarıyla önce işbirliği yapıp sonra da onları satın alarak yoluna devam ediyor. Ancak Mickey Mouse ya da Vak Vak Amca gibi simge karakterlerin yokluğunda Walt Disney’in eski Walt Disney olduğunu söylemek zor.

Reklamlarda iftar sofralarının vazgeçilmez içeçeği olarak sunulan Coca-Cola için de benzer şeyleri söylemek mümkün. Üstelik bu reklamlarda sadece geleneksel kalabalık aile iftarlarını değil aynı zamanda maden işçilerinin yeraltı iftarlarını da izliyoruz. Ayrıca son icadımız Cola-Turka’yı da kültürel anlamda Coca-Cola’dan tamamen bağımsız bir olgu olarak ele almak da doğru olmaz.

Şimdilerde tartışmasız McDonalds hamburgerlerinden daha fazla pizza ve hepsinden de daha fazla lahmacun ve döner ekmek satışı oluyordur. Tamam, eskiden de bu ülkede McDonalds’a hücum edilmezdi ama McTurco diye bir menü kesinlikle yenidir.

Holywood’un eski dönemlerine dair son ikonik film belki de Tom Cruise’un baş rol oynadığı “Top Gun” (1986) filmiydi. Film, ABD Hava Kuvvetleri’ndeki “kahraman” pilotların hikayesini anlatıyordu. Sonra Tom Cruise’u bu kez savaş karşıtı “Doğum Günü 4 Temmuz” (1989) filminde izledik. Zaten yeni bir John Wayne’i olmayan Hollywood ne kadar eski Hollywood olabilirdi ki. Clint Eastwood, Mel Gibson ya da Bruce Willis bu anlamda en fazla yanlış zamanlarda doğmuş John Wayne imgeleri olabildiler. Hele Bruce Willis, en son Acun’un “Var mısın Yok musun” yarışma programında Fenerbahçe ve Galatasaray atkıları ile poz verdikten sonra bizim için bir John Wayne olma şansını tamamen yitirmiş olmalı.

Evet, rock’n roll öleli uzun zaman oldu ama sanırım müzik alanındaki eski söylemlerin asıl sonu Micheal Jackson’ın ölümünden çok önce gerçekleşmişti bile. Ama rock’n roll’un en parlak yıllarında bile bu ülkede bu müzikten kaynaklanan devrimci bir müziksel söylem, Anadolu Pop akımı çıkmıştı. Yine kot pantalon 70’lerde solculuğun önemli simgelerinden birisiydi diye hatırlıyorum. Bir Marlboro paketine rastlamayalı ise uzun yıllar olmuş olmalı.

Kısaca bir zamanlar “kültür emperyalizmi”nin en somut görüngülerinden geriye eski anlamlarından ve bütünlüğünden uzak, en fazla bir takım nostaljik tortular kalmış gibi görünüyor.

Diğer yandan John Tomlison “kültürel emperyalizm”e dair bu eski görüngülerin bile tartışmalı olduğunu öne sürüyor. Bu eleştirisini de “kültürel emperyalizm” söyleminin yaygın kullanıldığı üç düzeyde ayrıntılandırıyor: medya emperyalizmi, milliyet söylemi ve kapitalizm kültürü. Diğer bir deyişle Tomlison çeşitli “kültürel emperyalizm” tanımları yerine bu kavramın bu üç söylem düzeyindeki tezahürlerinin ayrıntılı bir eleştirel analizini sunuyor. Hikayedeki körlerin bir filin çeşitli yerlerini yoklayarak nafile bir tanım yapma çabalarına gönderme yaparak “kültürel emperyalizm tezi”ni bu kez filsiz körlerin bir fili tarif etmesine benzetiyor.

Tomlison’un eleştirdiği tanımlardan birisi şöyle:

“Kültürel emperyalizm tezi, dünyanın pek çok yerinde otantik, geleneksel ve yerel kültürlerin özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nin ticari ürünler ve medya ürünleri bombardımanı dolayısıyla yok edildiğini öne sürer.” (Tomlison, s. 22)

Sol açısından “kültürel emperyalizm” Amerikan yaşam tarzının sömürge ilişkisi içinde olduğu ülkelere empoze etmeye çalışmasıdır. Şili’deki Allende iktidarı sırasında Dorfman ve Mattelart da “How to read Donald Duck” (Vak Vak Amcayı Nasıl Okumalı) kitabında benzer bir tezi ortaya koyar:

“Amerikan kapitalizmi, tahakküm altına aldığı insanları, istedikleri şeyin ‘Amerikan tarzı hayat’ olduğuna ikna etmek zorundadır. Amerika’nın üstünlüğü doğaldır ve herkesin yararınadır.” (age, s. 69)

Tomlison’un temel itirazı kültürel ürünlerin insanlar tarafından temellük edilmesi ile aydınların bu temellük sürecini anlamlandırma çabaları arasındaki açıdır. Yani sorun 1970’lerde Dallas dizisini “kültürel emperyalizm”in önemli bir aracı olarak gören söylemle Faslı bir Yahudi’nin diziyi anlamlandırması arasındaki uçurumdur:

“Machluf: Görüyorsunuz, ben takke giyen bir Yahudi’yim ve ben bu diziden, ‘ne mutlu bize ve ne güzel cilvesidir kaderin ki,’ bizler Yahudi’yiz demeyi öğrendim. JR ve Allah bilir dört-beş babalı bebeğiyle ilgili her şey- kim bilir? Annesi Sue Allen, tabii, ve Pam’in erkek kardeşi ayrılır. Baba belki de odur… Belli oluyor ki bunların hemen hepsi piç.” (age, s. 80)

Açıkçası sinsi bir anti-marksist söylemin arka planını oluşturduğu bu kitap hem “kültürel emperyalizm” üzerine varolan söylemlerin bir literatürünü sunması hem de kavram üzerine refleksif bir bakışı tahrik etmesi anlamında mesele üzerine kafa yoran ya da meselenin tam içinde yer alanlar için önemli bir kaynak.

Ancak başlıktaki sorunun yanıtının bu kitapta kesinlikle yer almadığını da eklemeliyim. Bu tür bir yanıt için önce Lenin babanın “Kapitalizmin En Yüksek Aşaması Emperyalizm” kitabını yeniden okumakta fayda var:

“…bütün bunlar, tüm mülk sahibi sınıfların tamamıyla emperyalizm safına geçmesine neden olmaktadır. Onun perspektiflerine duyulan ‘genel’ coşku, emperyalizmin çılgınca savunulması, akla gelebilecek her tarzda şirin gösterilmesi- günümüzün özelliği işte budur. Emperyalist ideoloji işçi sınıfının içine de sızmaktadır. Bu sınıf öteki sınıflardan bir Çin Seddiyle ayrılmamıştır.” (Lenin, s. 112-113)

Sonra Knorr marka “analı kızlı”, “mahluta”, “tutmaç” gibi yerel çorbalarımızı, Teksas’lı firmanın satın aldığı rakımızı, Amerikan tütün tekellerine satılan sigaralarımızı yeniden düşünmekte yarar vardır. Vak Vak Amcanın, John Wayne’in, ve Micheal Jackson’ın boşalttığı alanı şimdi neyin doldurduğuna dikkat etmek gerekir.

Ülkemizde yaşayan tüm halkların çorbalarını içmenin ya da müziklerini dinlemenin mutlaka “kardeşçe” bir anlamı olmayacağını görmemiz lazım. Kemençe, klarnet, bağlama, kaşık, kanun, zurna, davul hangi yerel çalgı kullanılırsa kullanılsın şarkının sözleri “Türkselin çekim gücü!” olduktan sonra, bir bakmışız Amerikan askerleri yerine ülkenin tüm “etnik” halklarından emekçiler Amerikan çıkarları için başka ülkelere ya da birbirlerine girivermiş. Bunu da görmek için mutlaka McKürdo hamburger ya da Cola-Kürda içecek menüsünü görmek gerekiyorsa çok fazla bekleyeceğimizi zannetmiyorum. 
 


John Tomlison, Kültürel Emperyalizm, (çev.: E. Zeybekoğlu), Ayrıntı Yay., 1999, İstanbul.
V.İ. Lenin, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması Emperyalizm, (çev.: S. Kaya), İnter Yay., 1995, Ankara.

Ali Cenk GEDİK