Fay Kırılırken Meşrulaşan Siyasal İslam

Mehmet Eroğlu’nun 11. romanı “Mehmet” Fay Kırığı başlıklı üçlemenin ilk kitabı olarak geçtiğimiz aylarda raflardaki yerini aldı. Kitabın arka kapağından faydalanarak romanın özetini şöyle yapmak mümkün: Hakkâri'deki askerliğin ardından on yıl boyunca hiçbir işte dikiş tutturamayan kitabın kahramanı Mehmet Esen, 2005 Temmuz'unda İstanbul'dan cazip bir iş teklifi alır. Bu teklif, birlikte savaşmış beş asteğmeni yıllar sonra bir araya getirecektir: Cenk Plevneli darboğazda, batmak üzere olan bir Holding'in varisi Altan Kısa bir sendika yöneticisi Prof, yorgun bir öğretim görevlisi çok zengin ve muhafazakâr bir ailenin büyük oğlu Yakup Kadıoğulları ise İslamiyet ve kapitalizmin birbiriyle bağdaşmayacağına inanan birisidir. Mehmet'i İstanbul'da daha önce tanıdıklarından farklı iki kadın da beklemektedir: Hazza ve günâha inanan, acının yararsızlığını tekrarlayan Simin ile Yakup'un türbanlı olduğu için üniversite eğitimini yarıda bırakan, kız kardeşi Emine. Romanın odağında “ayrı” dünyalara ait iki insanın (Mehmet ve Emine) aşk öyküsü yer almasına rağmen arka planda, zenginliğini Anadolu’daki köklerinden, nüfuzunu ise İslamcı hükümete yakınlığından alan muhafazakâr Kadıoğulları Grubu’nun, İstanbul en eski ve tanınmış şirketlerinden olan Plevne Holding’i ele geçirme serüveni oluşturmaktadır.

Roman bağlamında, Mehmet’in ne “Issızlığın Ortasında”ki Ayhan, ne “Yarım Kalan Yürüyüş”teki Korkut ne de “Düş Kırgınları”daki Kuzey ile ortak bir noktası olduğu söylenebilir. Yani, o ne bir kurtarıcı, ne bir şövalye. Pek düş kurmamış, ama eline geçen fırsatı kullanmaya karar, uzlaşmaya hazır, entellektüel belkemiği olmayan, esnek, ideallerle ilişkisini koparmış ve en önemlisi taraf tutmayan, tutarsa da kendini seçen birisi Mehmet. Aslına bakılırsa tipik bir 12 Eylül sonrası insanı. Bu açıdan toplumda çoğunlukta olanları simgeliyor. Pek düş kurmamış, ama eline geçen her fırsatı da kullanmaya karar vermiş bir küçük burjuva. İlişki yaşadığı Simin nasıl eski İstanbul burjuvazisini, âşık olduğu Emine ise nasıl yükselen muhafazakâr zenginlerin modernlikle, inançları arasında kalmış bir üyesini temsil ediyorsa Mehmet de sıradanlığı, ortalama insanı ya da ülkemizdeki geniş bir topluluğu simgeliyor.

Romana dair bu gerekli bilgileri verdikten sonra, yazının romanı derinlikli bir çözümlemeye tabi tutmayacağını belirtmem gerekiyor. Bunun yerine “Müslüman bir burjuva sınıfı yaratılması İslamiyet’e nasıl uygun düşer?”, “Sosyalizm ile İslamiyet bir arada var olabilir mi?” gibi romanın temel sorularını okura bir daha sordurup, 60’lar ve 70’lerde yükselişe geçen İslami edebiyatla “Fay Kırığı Üçlemesi I”in kimi koşutluklarını ortaya çıkarmaya çalışacağım. Bundan önce, Mehmet Eroğlu’nun bu romanı yazarken “iyi niyeti”nden kesinlikle kuşku duymadığımı belirtmem gerek. Gelgelelim romanı bitirdiğimde “Neye niyet, neye kısmet!” demek zorunda kaldığımı da itiraf etmeliyim.

Türkiye’de İslami Roman
Edebiyat -özellikle de roman- gecikmiş modernleşme içinde kendilerini siyasal haklarından mahrum bırakılmış hisseden İslami kesimler için özel bir mücadele alanı oldu. Mücadelenin öncüsü, Ömer Okçu adlı bir topçu subayın Hekimoğlu İsmail adıyla yazdığı Minyeli Abdullah'tı (1967). İslami roman, 'romana karşı romanla taarruzdayız' ya da 'romana karşı romanla kuşanıyoruz' şeklinde bir iddiayla ortaya çıkmıştır. Sonraki yıllarda “Hidayet Romanları” olarak kodlanacak bu türün ilk önemli örneğini ise Şule Yüksel Şenler Huzur Sokağı ile vermiştir. Romanın sosyetik kadın kahramanı tesettürü seçecek ve türün ana fikrini belirleyecektir. Anadolu kadınına yakıştırılan 'örtü'nün eğitimli, kültürlü ve kentli kadınlara da yakıştığı, bunun bilinçli bir seçim olduğu, seçimin kadını özgürleştiği ve mutluluk kapılarını açtığı biçiminde özetlenecek şema, erkek yazarların da ilgisini çekmiş ve İslami ‘çok satanlar’ yaratmıştır. İsim olarak Ahmet Günbay Yıldız, Emine Şenlikoğlu, Sevim Asımgil, Halit Ertuğrul, İsmail Fatih Ceylan, Şerif Benekçi örnek olarak verilebilir. Huri yüzlü genç kız resimleriyle süslenmiş kapakları, şımarık ve güzel zengin kızlarına doğru yolu gösteren ağırbaşlı, inançlı ve yakışıklı delikanlılarıyla 'Hidayet Romanları' sistemin tamamlayıcısıdır. Kemalistlerin bile bu tarz romanlara ses çıkarmamasında, İslami romanlardaki yoksulların kanaat ve huzur içerisinde yaşamalarının, bütün fakirliklerine rağmen durumlarından gayet memnun, içinde bulundukları hayat şartlarından dolayı o derece müsterih olmalarının rolü vardır. Emek sermaye çelişkisine hiç yer vermeyen, ekonomik adaleti fitre ve zekâta indirgeyen bu romanlarda müminlerin, mücahitlerin derdi sermayenin İslami olmasından öteye gitmez. Eroğlu’nun son romanının da siyasal İslam’ı, türban sorunu ve yeşil sermaye (Kadıoğulları Grubu) bağlamında (Hidayet romanlarındaki gibi propaganda amaçlı olmamakla birlikte) Türkiye’nin yükselen bir olgusu olarak gördüğünü belirtmem gerekiyor. Aslına bakılırsa Mehmet Eroğlu İslami hareketin geleceği ile ilgili görüşlerini ilk olarak 1994’te kaleme aldığı Yürek Sürgünü isimli romanında göstermişti. Sosyalizmin gerilediği, solun bir alternatif olmaktan çıktığı ve herkesin sola arkasını döndüğü bir dönemde onun yerini alabilecek siyasal hareketlerle ilgili kestirimler yaparken bunun içinde İslam’ın bir damarının da çıkabileceğini belirtiyordu. Nitekim Fay Kırığı ile birlikte “Ortodoks” sol siyasetten daha da uzaklaşıyor Eroğlu. Gericiliğe alternatif bir sol yerine, sola alternatif bir sosyalizan İslam tarif ediyor.

Kendi kamusunun beğenisine hitap eden ‘İslami çok satanlar’da karakteristiğini bulan ve Cumhuriyetin modern kadın imgesini yaratan popüler aşk romanlarından -tematik anlamda- farksızlıkları bir yana, yine onlar gibi hiçbir edebi kaygı da taşımayan Hidayet romanları, siyasi İslam’ın söylemini yayıyorlar. İlk ortaya çıkışında hasmını komünizm olarak belirleyen siyasi İslam bugün kavgasını kadın bedeninin kapatılması özgürlüğü üzerinden yürütüyor. Başta da belirttiğim gibi Eroğlu’nun son romanı herhangi bir siyasal İslam propagandası gütmemekle birlikte, Emine’nin türbanlı olması yüzünden üniversiteyi bitiremeyişiyle, Altan Kısa ve Prof arasındaki yer yer sosyalizmden umudun kesilmesine işaret eden felsefi tartışmalarla ve Yakup Kadıoğulları’nın kapitalizm ile İslamiyet’in birbiriyle uzlaşmaz olduğuna dair inancıyla siyasal İslam’ı meşrulaştırıyor. Buna rağmen ortada, kimlik siyasetlerine sempatiyle bakan, liberal solun kültürel farklılıkları ‘anlama’ yaklaşımı olmadığını belirtmek gerekiyor. Fay Kırığı I ne Orhan Pamuk’un Kar romanındaki gibi meseleye kimlikler ve özgürlükler bağlamında yaklaşıyor ne de Murathan Mungan’ın Çador romanındaki gibi kadınların örtünme reflekslerinin altındaki saikleri, örtünün örttüğü gerçekliği, renkleri, hayatları, hayalleri, iktidarın cinsiyetini sorguluyor. Mehmet Eroğlu üçlemenin ilk kitabıyla bir durum betimlemesi yapmakla yetiniyor. Has edebiyat okuruna ise daha fazlası gerekiyor. Dünyanın değiştirilmesine dair ipuçlarını Emine ve Rojin’de bulmak umuduyla…

Kaya Tokmakçıoğlu