Thomas Piketty: 21. yüzyılda sermaye mi dediniz?

Büyük Buhran’da John M. Keynes kapitalizmin krizini aşması için devleti göreve çağırmıştı. Şimdi de Piketty, krize giren kapitalizm için devlete görev biçiyor.

(soL-Ahmet Haşim Köse)
Yirminci yüzyılda düzenlenmiş bir kapitalizmin mümkün olabileceği fikrinin en önemli düşünürü hiç kuşkusuz John Maynard Keynes’ti. Keynes kapitalist ekonomilerin kendiliğinden denge üreten bir yapıya sahip olamadığını, dengesizliğin sistemik bir özellik taşıdığını standart iktisat düşününe taşıyan ilk önemli burjuva iktisatçısı olarak kabul edilir. Yirminci yüzyılın başında kapitalizmin çöküşüne tanıklık eden Keynes, piyasa kuralının tek ve tartışılmaz iktisadi özgürlük olduğunu savunan iktisat ortodoksisine karşı çıkarak, devletin müdahale gücünü göreve çağırmaktaydı. “Uzun-dönemde hepimiz ölüyüz” vurgusuyla iktisat politikası sorununu kısa-döneme taşıyan Keynes elbette bir liberaldi ve burjuva toplumunun uzun-dönem geleceği hakkında da tahayyülleri olan bir düşünürdü. Unutulmamalı ki geleceği kurgulamayan hiçbir büyük teorisyen yoktur. Keynes’in kapitalizmin gelece hakkındaki en önemli metni “Torunlarımızın Ekonomik Olanakları” adlı çalışmasıdır. İlk kez 1928 yılında kaleme alınan metin, Keynes’in Büyük Depresyon’a ilişkin görüşlerini eklemesiyle 1931’de basılan Essays In Persuasion’da (İkna Denemeleri) son halini alır. Keynes, Torunlarımızın Ekonomik Olanakları’nda, kriz içindeki bir kapitalizmden geleceğe bakarak, mevcut durumda “ilerlemeyi” sağlamış toplumların yüz yıl sonra yaşam standardının dört ila sekiz kat daha yüksek olacağını müjdeler. 2030 yılına gelindiğinde Keynes kendi kuşağının torunlarının bir bolluk durumunda yaşıyor olacağını doygunluk noktasına ulaşmış olacağını ve insanların, tasarruf, sermaye birikimi ve çalışma gibi ekonomik faaliyetlerden artık kurtulmuş olarak kendilerini sanata, boş zamandan keyif almaya ve şiire vakfetme özgürlüğüne kavuşmuş olacağını öngörüyordu (Pecchi ve Piga, 2012: 3). Bu elbette bir burjuva düşünürünün ütopyasıydı ve anlatılan gelecek, tüm insanlığın değil de Avrupa ve Kuzey Amerika’daki torunların geleceğiydi. Elbette teorik öngörüler ancak tarihle imtihan edilir. Bugün Keynes’in öngörülerine bakıldığında, eğer gelecek on beş yılda bir “melek” dünyayı ziyaret etmezse, tutacak gibi görünmüyor. Dahası Keynes’in öngörülerinin aksine bugün “ilerlemiş” toplumlar dâhil tüm dünyada gelirin daha büyük bir bölümünün kapitalist sınıfların elinde yoğunlaştığı, emekçi sınıfların hem daha fazla çalıştığı ve hem de daha da yoksullaştığı bilinen bir gerçekliktir. Kapitalizmin bu büyük düşünürü bugün yaşasaydı eğer günümüz dünyasının temel sorunu olan ve ütopyasında unuttuğu bölüşüm sorunuyla yüzleşecek veya kendi eleştirisiyle baş başa kalacak ya da gerçekliği yadsıyıp kendi ortodoksisinin batağına saplanacaktı.

Çıplak toplumsal gerçekliğin giderek daha fazla netleşip, görünür hale gelmesi soyut dünyanın içinde dolaşan burjuva iktisat düşüncesini de eninde sonunda somut dünyayı görmeye çağırır. Burjuva toplumunun yapısal çelişkisi ve gerçekliği kriz dönemlerinde yoğunlaşır. Bu nedenle kriz dönemleri burjuva iktisat düşünce geleneği için zorunlu bir öz eleştiri dönemleridir. Neo-liberalizmin tüm çelişkilerinin derinleştiği günümüz kapitalizminde de burjuva iktisat geleneği böyle bir eşikten geçmektedir. Çelişkinin çıplak yani görünür hali, gelir dağılımının tüm kapitalist dünyada sürdürülemez düzeyde bozulmuş olmasıdır. Gelir dağılımını iktisadi eylemin doğrudan ve doğal sonucu olarak gören ve neredeyse bu alana yönelik her türlü kamu politikasını saldırgan olarak reddeden iktisat ortodoksisi için dahi, bugün geldiğimiz noktada eşitsizlik sorunu reddedilemeyecek bir gerçekliktir. Zenginler kulübüyle ve yoksullar arasındaki uçurum artık bir uygarlık sorunu niteliğindedir ve bu sorun kapitalizmin bekası için burjuva iktisadının da zorunlu kapsam alanındadır.

Yirmi birinci yüzyılda Kapital
İşte tam böylesi bir eşikte iktisat dünyası bugünlerde bir Fransız iktisatçı olan Thomas Piketty ve onun Yirmi Birinci Yüzyılda Kapital adlı kitabını çok konuşur oldu. Kitap, 2013 Eylül ayında Fransızca basımının ardından 2014 Mart ayında İngilizce basılmasıyla bir fenomene dönüştü. İngilizce okuyan dünyanın kitaba olan büyük ilgisi onu bir anda amazon.com’un en çok satanlar listesindeki ilk beşe taşıdı. Daha karamsar olsa da Thomas Piketty, iktisat yazınında çağımızın Keynes’i konumuna oturtuldu bile. Bu nedenle artık Piketty’yi ve elbette kitabını duymamak, bilmemek akademik olgunluk ve entelektüel sorumluluk açısından bir tür kınanma konusu. Öyleyse sorumluluğu yerine getirelim ve Piketty’nin bu magnum opus’unu tanıtalım…!

Öncelikle Yirmi Birinci Yüzyılda Kapital’ın temel yöneliminin kapitalist ekonomilerdeki iki yüz yılı aşkın süredir var olan gelir ve zenginlik dağılımındaki eğilimleri ortaya koymak olduğunu söylemek sanırım yanlış olmaz. Kapitalizmin eşitsizlik ürettiğini, gelir ve servet eşitsizliğinin kapitalizme içsel olduğunu bulgulara dayanarak itiraf eden Piketty bugünkü iktisat ortodoksisi içinde bir tür özeleştiri konumundadır. Piketty’nin bulguları kapitalizmin savaşlar ve büyük krizler gibi yıkım dönemleri dışındaki normal dönemlerin içsel olarak var olan servet ve gelir eşitsizliğini tetiklediğini ortaya koymaktadır. Bu eşitsizliğin temel nedeni servetin nesiller arasındaki aktarımı ve bir grup azınlığın elinde (miras yoluyla) yoğunlaşmasıdır. Giderek zenginleşen ve dünyanın tüm varlıklarına egemen olan bu ayrıcalıklı zenginler sınıfı, zamanla üretimden de uzaklaşarak bir tür rantiye ya da Veblenci anlamda aylaklar sınıfına dönüşmekte ve dünya pastasının en büyük dilimini ellerinde tutmaktadır. Piketty’nin sermaye olarak tanımladığı şey piyasa değerleriyle toplulaştırdığı tüm maddi ve mali varlıkları (konut, tahvil, hisse senedi vb.) içeren bir tür zenginlik toplamına karşılık gelmektedir.

Bu perspektiften hareketle Piketty, 20. yüzyılın başında olduğu gibi savaş ve krizler yaşanmadığı sürece kapitalizmin içsel olarak toplumsal eşitsizliği artırdığını ve kendini bir tür kısır döngüye sürüklediğini iddia etmektedir. Ona göre İkinci Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan kapitalizmin Altın Çağı, servet birikiminin Kıta Avrupa'da yok edilmesinin ardından gelen yeni bir üretim ve zenginleşme dönemiydi. Bu dönemin ayrıcalıklı grupları yüksek ücretli vasıflı ücretliler ve meslek insanları (doktorlar, avukatlar vb.) topluluğuydu. Bu dönemin üretim ve bölüşüm ilişkileri tıpkı savaş öncesi dönemde olduğu gibi servetin giderek özel bir ayrıcalıklı sınıfın elinde yoğunlaşmasıyla bozulmaya başladı ve kapitalizm son kırk yılda yine hızla servet ve gelir eşitsizliği sorununu gündeme taşıdı.

Piketty’nin bulgularına göre bu eşitsizliğin en yoğunlaştığı ekonomi, servet birikiminin en yüksek olduğu ABD’dir. ABD’de en zengin yüzde onluk dilim neredeyse ulusal gelirin yarısına sahiptir (Tablo 1). Küresel düzeyde ortaya çıkan bu eğilim karşısında Piketty, arz yönlü iktisatçıların tüm neo-liberal dönem boyunca yüksek sesle savundukları sermayeyi vergisizleştirme politikalarının tam tersine bir tür Keynesçi tutumla artan oranlı gelir vergisi ve küresel zenginlik (wealth) vergilerini göreve çağırmaktadır. Başka bir deyişle Piketty’nin kapitalizme yönelttiği eleştirisinin ahlaki sonucu servetin vergilendirmesi çağrısıyla sonuçlanmaktadır. Vergilendirmenin siyasal içeriğini ve küresel düzeyde bir servet vergisini hayata geçirecek siyasal iradenin nasıl oluşacağını tartışmayan Piketty bunu bir tür zorunluluk olduğunu vurgulamaktadır.

Torunlarımız için nasıl bir dünya?
Keynes’in 20.yy’ın en büyük kriz döneminde kaleme aldığı Torunlarımızın Ekonomik Olanakları’ndaki geleceğe ilişkin iyimserliğini yaklaşık yüz yıl sonra yine bir kriz döneminde geleceğe bakan Piketty’de görmek pek mümkün değil. O, Keynes’in vaat ettiği refah, aylaklık ve şiir yazma ayrıcalığının olsa olsa bir grup azınlığa ait bir vaat olabileceğini görebilecek kadar gerçekçi. Bunun nedeni ise kapitalizm yorumu değil elbet, kapitalizmin Keynes’in dönemine kıyasla daha keskin bir yol ayrımına doğru seyrettiği yolculuğu.

Bu “büyük” gözlemcinin sözü ve eleştirisi sadece standart burjuva iktisadına değil. Ona göre Marx da Kapital’in ruhunu oluşturan kar oranlarının düşme eğilimi yasasıyla tarihsel olarak yanlışlanmıştır. Oysa onun sermaye diye tanımladığı zenginliğin getiri oranına bakılırsa (Şekil 2) bu oran tarihsel olarak yüzde 4 ila 5 arasında istikrarlı bir seyre sahiptir. Yani kapitalizmde sorun Marx’ın öngördüğü gibi kar oranlarının düşmesi değil, servetin tarihsel olarak istikrarlı bir şekilde bir ayrıcalıklı grubun elinde yoğunlaşmasıdır. Bu sözde tespit Piketty’i yalnızca standart iktisadın gündemine değil, dünya Marksist akademiyasının da gündemine taşımıştır. (i) Piketty’nin sermaye dediği şeyle Marx’ın anlattığı sermayenin hiçbir ilişkisi yoktur. Marx’ta sermaye basit bir zenginlik toplamı değildir. Bu onun burjuva ekonomi politikçilerine yaptığı eleştirinin özüdür. Sermaye üretken emeğin yarattığı değerden koparılan artık değer birikiminin başı ve sonudur. (ii) Piketty üretim ve üretimin sonuçları ve bu bağlamda üretken sermayeden hiç bahsetmemektedir. (iii) Onun sermayenin (servetin) getiri oranı olarak tanımladığı şey ad hoc bir gözlemdir. Marx kar oranını ampirik bir gözlem gibi sunmaz, onu kurduğu modelde anlatır. Yani Piketty’nin sözde sermayenin getiri oranı gibi modele dışsal değil, içseldir. (iv) Elbette Marx, Manifesto’dan Kapital’e kapitalizmde sermayenin hem dünyalaşacağını hem de yoğunlaşacağını vurgulamaktadır. Bu eğilim sermayenin tarihsel olarak temel birikim çelişkisi olduğu kadar, kapitalizmin de temel siyasal çelişkisidir. (v) Piketty’nin yoksulları Marx’ın mezar kazıcılarıdır. Marx elbette daha iyi bir kapitalizm için değil, yok olmuş bir kapitalizm için büyük düşünürüdür.

Piketty’e Marksist eleştiriler elbette salt teorik yanıtlarla sınırlı olmamıştır. Dünya Marksizm’i ona ampirik düzeyde de yanıt vermiştir. Bu kısa yazıda yalnızca Arjantinli bir Marksist iktisatçının bulgularını paylaşarak yetinelim. Esteban Maito 14 gelişmiş ekonominin 1870’lere uzanan verilerinden hareketle dünya ortalama kar oranını hesaplamaktadır. Maito’nun Şekil 3’te sunulan bulgularına göre Piketty’nin kendi kavramlarıyla ürettiği hesaplamaların aksine, dünya kapitalizminin tarihsel eğilimi Marx’ın öngörüsünü doğrulayacak şekilde hareket etmektedir. Yani dönemsel düzelmeler bir yana bırakılacak olunursa kar oranları düşme eğilimini sürdürmektedir. Piketty’nin eşitsizliklerin arttığı son kırk yıl bu açıdan değerlendirildiğinde, neo-liberalizmin emekçi sınıflar aleyhine saldırıya geçtiği 1980’li ve 1990’lı yıllardaki kısmi iyileşmeler bir yana bırakılırsa kar oranlarının düşme eğilimi kapitalizmin 1960’ların sonundan bu yana devam eden yakın döneminde güçlenerek devam etmektedir. Bu onun giderek daha yoğun bir yapısal krize doğru yolculuğudur ve bu sorun Piketty’nin önerdiği gibi vergi düzenlemeleriyle halledilecek gibi değildir.

Marksistler Torunları için bir gelecekten söz ederlerse eğer bu sömürünün olmadığı, insanların dostça kardeşçe yaşadığı, doğanın yok edilmediği, etnik, cinsel hiçbir ayrımın yapılmadığı, yalnızca bir azınlığın değil isteyen herkesin şiir yazabileceği bir dünyadır bu gelecek. Elbette bu dünya kapitalizm değildir. Onun bir de adı vardır: Sosyalizm.

Servet vergileri çözüm mü?
Piketty, analizini ulusal gelirden sermayenin aldığı payın gelirin kendisinden daha hızlı artması durumunda zenginlik dağılımının giderek bozulacağı öngörüsü üzerine temellendirmektedir. Zenginlik ve servetin bu şekilde yoğunlaşmasının koşulu ise onun tüm maddi ve mali sermayelerin bir tür ortalama net getirisi olarak tanımladığı “sermayenin getiri oranının” (r), nominal ulusal gelirin büyüme oranından (g) daha hızlı büyümesidir. Şekil 2’de Piketty’nin bu iki oran için insanlık tarihinin dünü ve geleceği arasında yaptığı hesaplamalar sunulmuştur. Ona göre doğrudan kontrolün egemen zenginleşme biçimi olduğu kapitalizm öncesi dönemlerde, sermayenin getiri oranı sürekli olarak gelirin artış oranından yüksek olmakta ve böylelikle dünyanın zenginliği bir grup azınlığın elinde yoğunlaşmaktadır. Mutlak sömürünün yerini 1800’leri izleyerek kapitalizm, rekabet ve piyasa dolayımıyla sömürünün almasıyla bu iki oran arasındaki fark giderek kapanmakta ve savaş sonrası yıkımın ardından 1970’lere değin gelir dağılımını düzelten bir ilişkiye dönüşmektedir (g>r). Piketty, bugün geldiğimiz eşikte kapitalizmin yeniden eşitsizlik dönemine girdiğini ve bu eşiğin eğer müdahale edilmezse yani önerdiği servet vergileri hayata geçirilmezse 2200’e kadar yoğunlaşarak süreceğini müjdelemektedir..!