Savaşa sürüklenişin ekonomik kökleri

IMF ve Dünya Bankası tarafından yayınlanan ve ekonomik büyüme için hiçbir artış umudu taşınmadığının görüldüğü raporlarda da kanıtlandığı üzere global kapitalist sistemin derinleşen krizi, büyük emperyalist güçler arasında artan tansiyonun ve militarizmin yükselişinin itici gücü olma özelliği taşımaktadır.

Çeviri: Selçuk Işık

Kapitalist çöküntünün IMF ve Dünya Bankası raporlarında altı çizilen en belirgin ekonomik tezahürü, reel ekonomide sürekli yatırımın noksanlığı ve dünya ekonomisinin, bir başka finansal krizin şartlarını yaratmakta olan kredi balonlarına artan bağımlılığı olarak karşımıza çıkıyor. Geçtiğimiz günlerde yaşanan iki olay bu ilişkili süreçler üzerine ışık tuttu. ABD hisse piyasaları, ABD Merkez Bankası Açık Piyasa Komitesi’nin, Merkez Bankası’nın bankaların ve spekülatörlerin karlılığını destekleyen sıfıra yakın faiz oranlarını yukarı çekmek için bir acelesi olmadığını açıklamasıyla geçen hafta çarşamba günü yükselişe geçti.

Bir gün öncesinde ise Almanya’nın sanayi üretiminin Temmuz ayında %4 oranında (2009 yılından bu yana en büyük düşüş) düştüğünü açıklayan bir rapor yayınlandı ve Avrupa’nın büyük ekonomilerinin durgunluk dönemine sürükleneceğine dair uyarılar içeriyordu. Bu olaylar benzer bir sürecin iki tarafını oluşturuyor. ABD hisse piyasalarındaki yükseliş bir sonuç olarak gelişen finansal asalaklığın bir ifadesi iken, Dünya’nın en büyük üretim merkezlerinden biri olan Almanya’dan gelen veriler,lakabı ‘’seküler durgunluk’’ olan,geleceğe dair bir tezahürdür. Her iki gelişme global kapitalist ekonominin çöküşüne vurgu yapıyor.

Kapital’de Marx, işler iyi gittiği sürece, piyasanın ve karın genişlemesiyle kapitalist sınıfın farklı unsurlarının işçi sınıfının iş gücünden doğan ganimeti bölüşmekte olmalarından doğan rekabet faktörünün işlerlikteki bir tür kapitalist sınıf kardeşliğini etkilediğini açıklamıştır. Ancak karın paylaşımı yerine taahhütlü piyasalardaki koşullardan kaynaklanacak kayıplardan kaçınmak söz konusu olduğunda durum farklı bir hal alır. Rekabet böyle bir durumda ‘’düşman kardeşler‘’ arasında kayıplarını rakiplerine itelemenin yollarını aradıkları bir kavgaya dönüşür. Sermayenin farklı unsurları Marx’ın zamanından bu yana epey genişledi. Günümüzde mücadele salt ulusal bir pazarda faaliyet gösteren şirketler arasında gerçekleşmiyor. Aksine, ekonomik çıktıları bazı durumlarda ülkelerin gayrısafi milli hasılasından daha fazla olan devasa uluslararası şirketler arasındaki sıkı bir savaşa evrilmiş durumda.

Geride bıraktığımız birkaç hafta,-giderek kötüleşen pazar koşullarıyla- çeliğin önemli bir bileşenini oluşturduğu global yatırımlardaki düşüşle yüzleşen dünyanın en büyük çelik üreticilerinin küresel demir cevheri savaşı olarak nitelendirilebilecek lezyonlarına tanıklık etti. Global demir cevheri devlerinden biri olan BHP Billiton, keskin bir düşüş gösteren fiyatlara – demir cevheri 2011 yılında yaptığı 180 $/ton pik seviyesindeyken bugün 80 $’dan aşağı seviyelerde seyretmektedir- karşılık müdahalelerinin üretim ölçeğini azaltmak yerine üretim maliyetlerini 20 $/ton seviyesine çekecek maliyet düşürücü önlemlerin piyasaya sürüleceğini duyurdu. Bu hamle ve diğer devler Rio Tinto ve Vale’nin benzer çabaları fiyatları düşürerek yüksek maliyetli üreticileri Hindistan, Çin veya herhangi bir yere sıkıştırma amacı güdüyor.

Diğer majör emtia, ham madde ve mamüllerin üretim ve satışıyla kendini tekrar edecek olan bu küresel savaş şimdiye kadar ekonomik alanla sınırlıydı. Fakat orada durmayacak gibi görünüyor.

Son bir yıl içinde ekonomik durağanlığın dünya ekonomisinin kalıcı koşullarından biri haline gelmesi konusundaki farkındalığın artışı ve militarizmin yükselişi rastlantısal öğeler olamaz. Almanya ve Japonya açık bir biçimde 20. yüzyılın ilk yarısındaki yollarına direksiyon kırmak için savaş sonrası dış politika oryantasyonlarını rafa kaldırdılar. Bu durum, ABD emperyalizminin Ortadoğu’ya hakim olmak için sürdürdüğü savaş politikalarının yoğunlaşması, Rusya üzerindeki baskıyı arttırması ve odağını Çin karşısında Asya’da pivot bir bölge oluşturmak üzerine yoğunlaştırması sonucu gerçekleşti. Abe hükümeti sınırötesi bir Japon askeri harekatının önünü açmak için savaş sonrası anayasasını ‘’yeniden yorumlarken’’, Almanya’nın iktidar temsilcileri Almanya’nın artık basit bir biçimde Avrupalı bir güç olarak işlevsel olamayacağını, global bir rol edinmesi gerektiğinde ısrar ediyorlar.

Ekonomik gerginlikler giderek açık hale geliyor. Bunun etkisi altında kalan ABD ve IMF gibi ekonomik organları, Alman otoriteleri karşısında, Avrupa’nın geri kalanı üzerindeki baskıcı finansal kısıtlamaları kaldırmaları ve ve bu sayede ABD ekonomisine fazlaca ihtiyacı olan desteği sağlamak için ne gerekiyorsa yapmaları konusunda giderek artan bir muhalefet yapıyorlar. Öte yandan, Alman iktidar temsilcileri, Avrupa için tahripkar sonuçları olan 2008 krizinin zeminini hazırlayan ABD bankalarının ve finans kurumlarının almış olduğu aksiyonlara sırtlarını dönerek kendi bankalarının konumunun zayıflamasının ABD finans sermayesinin elini güçlendireceğini gördüklerinden bu aksiyonları almaya yanaşmadılar. Tıpkı bir pusula ibresinin hizalanmasının magnetik bir alanın varlığını ortaya koyması gibi , daha az emperyalist gücün hareketi gelişmelerin ana trendini göstermektedir.

Avustralya tipik bir örnek. 2011 yılında ABD’nin Çin karşıtı pivot bölgesi olmasıyla tamamlayıcı bir rol üstlenmesinin yanında Temmuz’da hala gizemini koruyan Malezya uçağının düşürülmesi konusunda Rusya’ya olan düşmanlığın kışkırtılmasındaki lider rolü ile ve Suriye ve ötesinde bir rejim değişikliği operasyonunu amaçlayan ABD’nin Ortadoğu’daki savaş politikalarında kendini ön planda konumlandırmasıyla geçtiğimiz yıl ABD emperyalizminin öncü birliği olarak giderek artan bir fonksiyonelliğe sahipti.

Küresel kapitalist ekonomideki çöküşle birlikte büyük emperyalist güçler iş başındalar. İktidar çevrelerinde ABD’nin ekonomik, finansal ve militarist güçlerinin savaş politikalarıyla her zamankinden çok yan yana geldiği kanısına yol açan Avusturalya kapitalizminin demir cevheri ve diğer endüstriyel ham maddelerinin Çin’e ihracı ile deneyimlemiş olduğu ‘’barışçıl’’ genişleme döneminin sonuna gelindi. Küresel kapitalist krizin derinleşmesiyle birlikte büyük güçler arasındaki bölünmeler genişlerken, diğerleri kendilerini konumlandıracakları yer konusunda benzer kararlar veriyor olacaklar.

Elbette ekonomik süreçler ve siyaset arasındaki ilişki dolaysız değildir ama karmaşık biçimler öngörür. Fakat gelişmenin genel eğilimi hep aynıdır. Global ekonomik büyümede süregelen düşüş –IMF raporunda tanımlanan fakat açıklanmayan- bir başka dünya savaşının patlak vereceği koşulları yaratarak militarist yükselişin önümüzdeki dönemde pekişmesine sebebiyet vereceği anlamına geliyor. İnsanlık adına böylesi bir felaket yalnızca aktif siyasi mücadele ve uluslararası sosyalist bir perspektif ve program ile önlenebilir.

* Makale, World Socialist Web Site'da yayınlanmış, Nick Beams tarafından kaleme alınmıştır.