Alfredo Saad Filho ile kapitalizmin krizi üzerine

4. Uluslararası Ekonomi Politik Konferansı davetlisi olarak Türkiye’ye gelen SOAS Londra Üniversitesi Prof. Alfredo Saad Filho kapitalizmin krizi üzerine sohbet ettik.

Röportajda neoliberalizm, politik ekonomi, Latin Amerika’nın politik ve ekonomik gelişimi üzerine çalışmaları bulunan Profesör Filho’nun 2007 finans krizi, avro bölgesinde yaşanan borç krizi, özellikle Yunanistan ve İspanya’da ekonomik krize karşı alınan önlemler ve neoliberalizmin bugün geldiği nokta üzerine değerlendirmelerini okuyabilirsiniz. Filho'nun Türkçe'de Yordam Kitap'tan çıkan Marx'ın Kapital'i (Ben Fine ile birlikte) Neoliberalizm (Deborah Johnston ile birlikte) Kapitalizme Reddiye ve Marx'ın Değeri isimli dört kitabı bulunuyor.

Bildiğiniz gibi Uluslararası finans krizi ABD'de mortgage piyasasına ilişkin sorunlarla baş gösterdi. ABD’de 2007 yılında, finans ve sigorta, gayrimenkul, inşaat ve madencilik sektörü başta olmak üzere toplam dört sektörün büyüme hızının yavaşlamasıyla genel ekonominin büyüme hızı da yavaşladı. Lehman Brothers’ın 15 Eylül 2008’de 3.9 milyar dolarlık zarar açıklayarak iflasını duyurmasının ardından ABD hükümeti 250 milyar dolarlık bankacılık planı açıklandı. ABD’nin büyük bankalarında Merrill Lynch devleti müdahalesi ile Bank of America’ya satıldı. 35 bin çalışanın işine son verilirken 50 milyar dolarlık bir anlaşmaya mecbur kılındı. Sizce ABD tarafından alınan önlemler kapitalizmin krizine bir çözüm getirir mi?

Anlamamız gereken ilk şey kapitalizmin en uzun krizlerinden biri olarak ifade edilen 2007 finans krizinin aynı zamanda neoliberalizmin de krizi olduğudur. Kısaca ifade etmek gerekirse kriz döneminde de kapitalizmin hareket yasaları işlemeye devam eder. Ancak neoliberal öğreti krize girmiştir.

Neoliberalizmin dünya çapında bir birikim stratejisi ve başta ABD olmak üzere emperyalist ülkelerin ve tabii ki mali sermayenin hegemonyasının günümüzde almış olduğu biçimidir. Neoliberal kapitalizm döneminde sağlanan muazzam finansallaşmanın bugün gelinen noktada yarattığı yıkıcı etkilere dikkatlice ele almak gerekir.

Tarihsel olarak krizi anlamak ve neoliberalizmi bu tarihsel bağlamda bir yere oturtabilmek için finansallaşmanın beş boyutu üzerinde durmak gerekir. Bunlar finansal sermaye birikimi, küresel ekonomi, devlet, ideoloji ve işçi sınıfının yeniden üretimi olarak sıralanabilir. Neoliberalizm adı altında devlet kaynakları zamanlar arası, uluslararası ve sektörler arasında paylaştırmıştır. Bu durum sistematik olarak finans sektörünün dünya ölçeğinde entegrasyonunu sağlar.

Böylelikle finans sistemi yatırımların düzeyini ve kompozisyonunu, talebin yapısını, istihdamı, uluslararası uzmanlaşmanın biçimini ve devletin finansmanını belirler. Ancak ABD’de bankaların aşırı borçlanması gayrimenkul sektöründe abartılı balonlaşmanın finansmanına yol açtı. Balon patlayınca, bir canavara haline gelen batık bankalar bütçe harcamalarıyla kurtarıldı özel borçlar devlet borçlarına dönüştü. Ne var ki, finans piyasalarının rahatlaması geçici oldu. Amerikan ekonomisinin hızla küçüldüğü, işsizliğin arttığı 2009 yılında bu dev Amerikan bankalarının rekor kazançlar elde ettikleri ortaya çıktı. Halbuki aynı bankalar bir yıl önce astronomik devlet destekleriyle kurtarılmıştı. Söz konusu bu palyatif çözümler kapitalist sistemin hareket yasalarına müdahale anlamına gelmez, bu politikalar yalnızca sorunları birkaç yıllığına ertelenmesini sağlar.

Yunanistan Avro Bölgesi’nden ihraç edilmenin eşiğinde. Yaşadığı ekonomik krizler baş etme yolları arayan Yunanistan, AB Troykası’nın direktifleri doğrultusunda bir yandan Ege denizindeki adalarını satışa çıkarırken, bir yandan da kemer sıkma politikalarına devam ediyor. Aynı şeklide sıkı bütçe politikalarını uygulayan İspanya’da Yunanistan’dan sonra Avrupa Birliği’nin yumuşak karnı olabilir mi?

Genel kanıya göre, yaşanan bu kriz borç krizi yani devlet borcu krizi. Borçları ödeme yükümlülüğü de devletlere düşmektedir. Kamu emekçilerin, emeklilerin aylıkları olabildiğince sınırlanacak devletin malları satılacak vergiler yükseltilecek böylece yaratılan “zenginlik alacaklı bankalara aktarılacaktır. Ancak, örneğin Yunanistan’da uygulandığı biçimiyle kemer sıkıldıkça küçülen ekonomilerin borç taksitlerini ödemesi iyice güçleşmekte, işsizlik artmakta ve halk daha da yoksullaşmakta. Artan riskler, borç faizlerini daha da yükseltmekte iflasa giden bir kısır döngü ortaya çıkmış olur.

Aynı şekilde İspanya’da hatta yalnızca İspanya değil, İtalya, İrlanda ve Portekiz’de önceki borçlarını ödemek için yeniden borçlanmak zorunda kalan bu ülkeler, çok yüksek faizlerle karşılaşmakta. Bu ülkelerin er veya geç bu borçlarını ödeyememesi iflas riskini ortaya çıkarmakta. Borçlu ülkelerin iflasın eşiğine gelmesi, bankaların finansal varlıklarını eritmekte, doğrudan ve dolaylı etkilerle pek çok banka fiilen batık konuma gelmekte.

Diğer taraftan AB’nin ortak para birimine geçmesiyle birlikte aslında bu süreci başından beri biçimlendiren ve sürece yön veren Almanya bu sayede Avro Bölgesi’nin çevresi üzerinde özellikle iktisadi bir güç oluşturdu. 2007 yılında ABD’de patlak veren finansal kriz Avrupa’ya etki eder etmez sistem çözülerek bunalımı tetikledi.

Giderek derinleşen bu kriz karşısında Yunanistan’ın borçlarının bir bölümünün silinmesi ve AB’nin kurtarma fonunun yükseltilmesi gündeme geldi. Ancak, İspanya ve İtalya gibi daha büyük ekonomilere sahip olan bu ülkelerin aynı duruma sürüklenmeleri halinde bankaların kurtarılması daha da zor olacağından yaygın bir kriz beklentisinin gün yüzüne çıkması muhtemel hale gelir.

Dolayısıyla tüm bu gelişmeler AB’nin geleceği için ciddi tehdit oluşturan olgular olarak karşımıza çıkmakta. Alınan iktisadi önlemlere rağmen AB’nin krizi bir türlü aşamamanın sıkıntısı içinde olduğu gözlenmekte.

Tüm bu gelişmelere ek olarak söz konusu bu saldırılar karşısında Yunanistan’da, İspanya’da halkın kitlesel düzeyde bir araya geldiğini, gelebildiğini vurgulamak gerekir. Finans çevrelerinin dayattığı kemer sıkma politikaları bu ülkelerin ekonomilerinde büyük durgunluğa yol açarken krizin faturasını ödemeye zorlanan milyonlarca emekçi İspanya’da, Yunanistan’da, İtalya’da meydanları doldurdu. Bahsi geçen bu yeni sosyal hareketler önemli olmakla birlikte dünya çapında işçi sınıfının bir araya gelememesi ise asıl eksikliği ortaya koymakta.

Beşinci yılını dolduran finans krizinin 1929 Büyük Buhran dönemini dahi aşan bir derinlik ve yaygınlıkta seyrettiği sık sık dile getiriliyor. Geçtiğimiz aylarda Uluslararası Para Fonu (IMF) iktisadi kriz üzerine yayınladığı raporda (Spillover Report) krizin etkilerinin dünyanın geri kalanına yayılacağı uyarısında bulunmuş ve dünya genelinde uygun politikaların geliştirilmediği ve gerekli tedbirlerin alınmadığı sürece krizin etkisinin diğer bölgelere de yayılacağını ileri sürmüştü. Diğer taraftan bildiğiniz gibi neoliberalizm, 1970’lerdeki krizin etkisiyle iyice sarsılan Keynesçi paradigmanın yerini alarak 1980’lerden sonra başat doktrin haline geldi. Bu bağlamda sizce tarihsel olarak daha önce de olduğu gibi kapitalizm yeni bir kapitalist modele doğru mu gidiyor?

Elbette bunları şimdiden tahmin etmek ya da ön görmek çok zor. Ancak bilindiği üzere ulusal ve uluslararası düzeyde derin eşitsizlikler üreten neoliberalizm, gerek emperyalist ülkelerde, gerekse bağımlı ülkelerde ücretlerin baskılanmasının, çalışma saatlerinin uzatılmasının, işsizliğin artışının, emek süreçlerinin esnekleştirilmesinin bir aracı olarak işlev kazandı. Neoliberalizmin krizinden bahsettiğimiz şu günlerde dünya genelinde milyonlarca genç işsizlik nedeniyle gelecekten korkuyor. Yalnızca yoksul ülkelerin değil, Avrupa'nın da "kayıp nesil" tehdidi altında olduğu söylenebilir.

Fakat kapitalizmin hareket yasaları hâlâ işlemeye devam ediyor. Sermayenin neoliberal öğreti çerçevesinde arz yanlı ve parasal politikaları uygulamaya devem etmesine karşın kriz beş yıldır aşılamıyor. Oysa neoliberalizme alternatif ilerletici politikalar ortaya koymak gerekiyor. Örneğin, yoksulluk yanlısı makro ekonomik politikalar çerçevesinde alternatif yaklaşımlar geliştirilebilir.

Bu politik yaklaşım ağırlıkla heteredoks ekonomi teorilerini cezp etmeli ve nüfusun büyük bölümünün temel ihtiyaçlarını karşılayan, gelirin eşit dağılımını saplayan ve refahın arttıran alternatif ekonomi stratejisini zorunlu kılmalıdır. Sonuç olarak, ifade edilen yoksulluk yanlısı bu alternatif politikalar finans, ticaret ve döviz kurlarını birtakım sosyal programlar tarafından desteklenmelidir.

(soL- Haber Merkezi)