Yıkılan bir duvar ve bir cumhuriyet

Duvarın yıkıldığı sırada Almanya Demokratik Cumhuriyeti'nin devlet konseyi başkanı olan Egon Krenz'in duvarın yıkılışını anlatan kitabı, bugün Berlin'deki "duvar şarlatanlığı"nın nedenlerini ortaya koyuyor.

Son yıllarda Alman halkına ısrarla bir “süper kurtuluş günü” olarak propaganda edilen 9 Kasım’ın, bu ülkenin tarihindeki korkunç bir damgayla anıldığı biliniyor. Yahudi soykırımı, 9 Kasım 1938’de ülkedeki Yahudi ibadet evleri havralar ile Yahudilere ait işyerlerinin ateşe verildiği o gece başladı. 9 Kasım gecesi tarihe “Kristallnacht” olarak geçti. Berlin Duvarı’nın da bir 9 Kasım gecesi yıkılması, tarihin tuhaf ama kaçınılması gereken bir cilvesi olarak nitelendiriliyor.

Berlin Duvarı yıkıldığı sırada Alman Demokratik Cumhuriyeti (DDR) devlet konseyi başkanlığı görevini yürüten ve aynı zamanda da iktidardaki Sosyalist Birlik Partisi (SED) genel sekreteri olan Egon Krenz, bir süre önce yeni baskısını yayımladığı “Sonbahar ‘89” (Herbst ‘89) başlıklı kitabında ve ekim ayında verdiği bazı konferanslarda, tarihin gerçeklere aykırı bir biçimde yazılma çabalarına dikkat çekiyor. İtirazlarını daha yüksek sesle dillendirmeye başladığı gözlenen 72 yaşındaki sosyalist politikacı, Gorbaçov politikalarına yakınlığı nedeniyle Erich Honecker’in kendisine büyük tepki gösterdiğini de kaydettiği saptamalarında, Gorbaçov’un korkunç “ikili oyunu” konusunda “zamanında uyanamadığını” da itiraf ediyor.

Egon Krenz’in bilançosunda, selefi ve bir süre prensi gözüyle bakılmasına rağmen 1989’da açıkça siyasi muarızı konumunda olan yaşlı Erich Honecker ve arkadaşlarının Moskova’daki gelişmeleri zamanında ve doğru olarak algıladığı da ortaya çıkıyor. Ancak yaşlı kadronun halkla ve gerçekle ilişkisinin kopukluğu, partinin (SED) de bütünüyle çürümesi gibi nedenlerle bunun tarihin tekerleğini doğru yola sokabilecek bir enerji taşımadığı anlaşılıyor.

1989 yılında yıkımın eşiğindeki bir sosyalist cumhuriyetin “son kurtarıcısı” olarak sahneye çıkan Krenz, ilgiyle karşılanan ve bazıları “Besseller” olan kitaplarının yanı sıra geçtiğimiz günlerde üst üste yaptığı konuşmalarda da görüşlerini dile getirdi. Üç aylık bir süre görevde kalan, daha sonra tüm görevlerinden alınarak partiden de (SED-PDS) atılan ve 1996 yılında 6.5 yıl hapse çarptırılan Krenz, en son eski DDR sınır muhafızlarının geleneksel toplastısına katıldı ve ayrıntılı bir konuşma yaptı.

Egon Krenz, egemen medya tarafından tamamen görmezlikten gelinirken, kendisi de burjuva basından gelen görüşme önerilerini reddediyor. Krenz, 2000-2004 yılları arasında cezaevindeydi.

“Gorbaçov ve ikili oyunları”
Egon Krenz, kitap ve konuşmalarında, “Benim hayatım DDR’di. Ondan ayrı bir hayatım olması mümkün değildir” görüşünü dile getiriyor. Yeniden birleşen ve büyüyen Almanya’da yoğun bir antikomünizm baskısı bulunduğunu, DDR’in de her türlü kötülüğün başı ve kaynağı ilan edildiğini belirten Krenz’e göre, Avrupa’nın en büyük demokrasisinde durum şöyle:

“Kim DDR’e karşı çalıştıysa, bu ülkede kahramandır. Her kim ki DDR için ve ondan yana bilgi toplamışsa, o sonsuza dek dolandırıcı kalacaktır. Egemenlerin, insanların dikkatini mevcut sefaletin dışına çekmek için DDR karşıtı kampanyaya ihtiyacı var. Onlara kalsa, Almanya’da kimsenin kapitalist topluma alternatifler üzerine kafa yormaması gerekir. Mesajları basittir: Bir daha asla sol olmasın! Bir daha asla sosyalizm olmasın! Propaganda savaşının özü, bu. DDR üzerine yapılan tartışmalar, burada, sadece bu amaç için bir araçtır ve sola karşı sallanan sopadır.”

Sosyalist bir Alman devleti projesine yoğun saldırının normal karşılanması gerektiğini belirten eski DDR Devlet Başkanı’na göre, yine de bu saldırıların yalanlar üzerine kurulu olmamasında ülkedeki toplumsal barış açısından genel bir yarar bulunuyor:

“Kimlerin DDR’e ‘hukuksuzluk devleti’ diye küfrettiğine bakıyorum. Bunlar, 1945-46’da mülksüzleştirilen büyük şirketlerin ve büyük toprak sahiplerinin, Sovyet işgal bölgesinde ve daha sonra da DDR’de Potsdam Anlaşması ilkelerince cezalandırılan nazi ve savaş suçlularının çocukları olsalar, reflekslerini anlayabilirim. Mülkleri halka devredildi. DDR’in bu yaptığını asla affetmeyeceklerdir. Ama Federal Cumhurbaşkanı (Horst Köhler) ve Başbakan (Angela Merkel) bu siyasal mücadele kavramını sürekli tazeleyince de kendime soruyorum, acaba bununla Doğu ve Batı’nın kaynaşmasını teşvik etmek yerine engelliyorlar mı, diye.”

Alman Demokratik Cumhuriyeti’nin Alman tarihinde bir kesinti ve yeniden doğum olduğunu savunan Egon Krenz, “hayatı olan o cumhuriyeti” savunurken, şu noktalara da dikkat çekiyor:

“DDR, tüm eksikliklerine rağmen, Alman tarihinde tümüyle yeni bir şeydi. Sömürü, kriz ve savaştan oluşan bir sonsuz döngüyü kırmış oldu. Bir ‘düşük’ değil, Alman emperyalizminin neden olduğu korkunç felaketlere akılcı bir yanıttı. O emperyalizm ki, iki dünya savaşındaki 80 milyon ölünün suçlusuydu. DDR, bugüne dek, asla bir savaş yapmamış olan tek Alman devletidir.”

DDR ekonomisini Duvar’dan hemen sonra yıktılar
Yıkımı meşrulaştırmak için egemen çevrelerce çok kullanılan ünlü Schürer Raporu’na da geniş yer ayıran, kitap ve konferanslarında raporun ayrıntılarını veren Krenz, şu saptamalarda bulunuyor:

“Ekim 1989’da DDR’in ekonomik durumunun makyajsız bir bir analizini rapor edilmesini istedim. Burada, kapitalist dünyadaki dramatik borçlanmaları nedeniyle daha 1990’da DDR’in bir ödeme güçlüğüne girmesinin mümkün olduğu belirtiliyordu. Bunun da ancak yaşam standartlarında yüzde 25-30’luk bir düşüşle durdurulabileceği kaydediliyordu. İşte bunun, DDR’i ‘pratikte yönetilemez’ hale getirdiği söyleniyor. Devamla, DDR’in 1989 ekonomik bir yıkımın eşiğinde bulunduğu yorumları yapılıyor. DDR’in borcu, bugünkü avro cinsinden 10 milyar bile değildir. Bununla da hiçbir devlet iflas etmez. DDR’deki sanayi, DDR döneminde değil 1990’dan sonra gerçekten çöktü.”

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Almanya’daki üretimin savaş öncesinin yüzde 47’sine düştüğünü, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra 1946’da Almanya’daki üretimin 1938’deki düzeyin yüzde 42’sinde olduğunu belirten Krenz, DDR bölgesindeki üretimin, 1994 yılında 1989’un yüzde 37’sinde kaldığını belirtiyor.

Egon Krenz, Alman Demokratik Cumhuriyeti halkındaki genel eğilimlerin bir anda nasıl değiştiğini de kendi gözlemleriyle sergiliyor:

“1989’un ilkbahar ve yaz aylarındaki olaylar kesinlikle Almanya’nın birleşmesine yönelmiş değildi. Olaylar DDR’deki sosyalizmde reform yapılması talepleriyle başladı. Sokaklardaki insanlar, çoğunlukla sadık ama durumdan memnun olmayan, çoğu da zaten SED üyesi yurttaşlardı. Çok kullanılan bir söz şuydu: ‘Daha iyi bir DDR istiyoruz!’ DDR’deki sosyalizmin yenilenmesi o zamanlar farklı politik güçlerin ortak paydasıydı.”

Egon Krenz, 1980’lerde “umutla” baktığı reformların sahibi Gorbaçov ile ilgili olarak yaptığı geniş açıklamalarında, yıkımda bu siyaset adamının rolünü de onun kişiliğinin ve son dönemdeki antikomünist histerisinin dışında irdelemeye çalışıyor. Krenz’in örnekleri, birçok açıdan acımasız bir tablo çiziyor.

Almanya’daki entelektüel platformlarda Berlin Duvarı’nın yıkılması ve Alman Demokratik Cumhuriyeti ile ilgili “gerekçelerin” gittikçe zorlaştığı, çünkü yalanların hızla açığa çıktığı gözleniyor. Ancak halkın henüz bu gerçeklerin ayırdına varmak için bir çaba harcamadığına tanık olunuyor.

Berlin Duvarı’nın 20’nci yıkılış yıldönümünde, dönemin bir numaralı sorumlusu Egon Krenz’in aşırı dikkatli son açıklamaları sayesinde, hem bir cumhuriyetin tarihsel haklılığı hem de o cumhuriyet halkının duyarsızlığı daha kolay algılanıyor. Tablodaki karanlık ise sürüyor.

(soL-Berlin)