Türkiye "Karanlık Örgütleri" ardında Osmanlı’yı Hortlatmaya mı Kalkışıyor?

Suudi Prens Bandar bin Sultan bazı "Terör Prensler" tarafından IŞID’in ve Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki bazı terör örgütlerinin fikir babası olarak yaftalanmış olsa da Erdoğan böyle başlık için "karanlık ordular" kışkırtarak endişelerin yükselmesine olan katkısı ile sıkı bir rakip haline geliyor.

(Çeviren: Selçuk Işık)

Makalenin orijinali English el-Ahbar'da Catherine Shakdam imzasıyla yayımlanmıştır.

Artık gözden çıkarılan Müslüman Kardeşlerin hevesli bir destekleyicisi olan Türkiye, dünya genelinde "Suriye ve Irak’taki İslam Devleti" veya bazı çevrelerce "Karanlık Örgüt" olarak adlandırılan terörist grupların çıkarları doğrultusunda ustalıkla yürütülen devlet politikalarına yapılan suçlamalara aldırış etmediği bir pozisyondaydı bu zamana kadar. Bunu, demokrasiyi ve özgürlüğü temsil ettiği iddiasıyla bu şekilde gerçekleştirmekteydi. Ta ki, ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’in Ekim ayında yaptığı bir çıkışla Pandora’nın kutusunu açarak Türkiye’nin gerçek niyetlerine yeni bir ışık tutuşuna dek.

Harvard Üniversitesi’nin John F. Kennedy Hükümet Okulu’nda yaptığı konuşmanın ardından, ABD Başkan Yardımcısı Biden açık ve net bir şekilde Ankara’yı terörist gruplara destek olmakla suçladı –hegemonyacı ve politik hırslarını Ortadoğu’ya, özellikle de Suriye’ye taşıdığı konusunda-. Yorumlarının Türkiye’deki yansıması Türkiye’nin mezhepçi bir yapılanmayı ateşleyen ve Türkiye eliyle dizayn edilmiş bir Ortadoğu ortaya çıkarmayı amaçlayan bir dini radikalizm mühendisliği yaptığı şeklinde oldu.

"Suriye’deki en büyük problemimiz bölgedeki müttefiklerimizdi." diye belirten Biden, "Onlar (Türkiye, Suudi Arabistan ve BAE) Esad'ı devirmeye çok kararlıydılar," "milyonlarca dolar saçarak, onlarca, binlerce ton silahı Esad karşısında savaşan kim varsa göndererek" bir bakıma "dolaylı (taşeron) bir Sunni-Şii savaşı" başlattılar" diye eklemişti.

Biden, sonraları bir geri çekilme beyanına ve politik baskıdan dolayı özür dilemeye zorlansa da, tiradı çoğu uzmanın ve siyaset analistinin 2011’den beri üzerinde durduğu bir gerçeği gün yüzüne çıkarmış oldu.

Bir hükümetin- bu senaryoda Türkiye- terörü ve dini radikalizmi, üstünlüğünün bir dışavurumu olarak amaçlarını meşru kılan bir meta ve bu amaçları taşıyan ve sunan bir araç olarak kullandığı fikri çığır açan bir yan taşımıyor. Çağlar boyu büyük güçlerin tercih ettiği silah olan bu tarz "dayatma" taktiklerini anlamak isteyen birinin dönüp tarihteki örneklerini incelemesi yeterli.

Akla özellikle çarpıcı bir örnek geliyor: Haçlı Seferleri. Roma Katolik Kilisesinin güdümü altındaki 11. yy’da Avrupalı uluslar uçsuz bucaksız bir zenginliğe ve jeo-stratejik öneme sahip olan "kutsal toprakları" fethedebilmek adına sözüm ona "İslamcı kafirler" karşısında bir dizi savaş vermişti. Kitlelere bu şekilde pazarlanan bu "kutsal" savaş, aslında kazançlı bir ticari merkez (Papa II. Urbanus’un o zamanki deyimiyle "bolluk ve bereket ülkesi") üzerinde kontrol elde etme girişimiydi.

Şimdi ortaya çıktığı üzere- ya da ABD tarafından tasvir edildiği ve hatta teyit edildiği gibi- Erdoğan liderliğindeki Türkiye, Osmanlı’yı hortlatarak radikal grupları ustalıkla manipüle edip bölgesel arzularının bir dışavurumu olarak düzenli ordulara dönüştürmüştür.

"1911 ile 1923 yılları arasında nereleri kaybetmişsek, hangi topraklardan çekilmişsek 2011-2023 yılları arasında o topraklarda tekrar kardeşlerimizle buluşacağız." Ahmet Davutoğlu

Sultan Erdoğan
2013 Nisan ayında, Türk yazar Çınar Kiper Atlantic’te Erdoğan ve yardımcılarının Osmanlı ve beraberinde gelen politik ve dini biçimler konusunda ciddi biçimde kesin bir nostalji içerisinde olduğunu yazmıştı. Kiper, temelde Türkiye, cumhuriyetçi gelenekten vazgeçilip tekrar bir imparatorluğun yükseleceği ithamlarıyla alay ederken, sosyal düzeydeki değişikliklerin aksini işaret ettiğini savunuyordu.

Ağustos ayında The National’da yayınlan bir makalede, yazar Piotr Zalewski Türkiye’nin islamcı ve çoğu halihazırda Türkiye’nin Yeni-Osmanlı stratejisi ve politikası haline gelmiş olan hegemonyacı hırslarının altını çizdi.

Ağustos ayından itibaren Türkiye Başbakanı olan Ahmet Davutoğlu’nun 2009 yılında yaptığı ve daha Dışişleri Bakanı olmadan önce aslında basına teyit etmiş olduğu "Biz yeni Osmanlıyız" yorumlarına işaret eden Zalewski, Davutoğlu’nun 2012’de yapmış olduğu konuşmasında, "1911 ile 1923 yılları arasında nereleri kaybetmişsek, hangi topraklardan çekilmişsek 2011-2023 yılları arasında o topraklarda tekrar kardeşlerimizle buluşacağız.” sözlerine yer verdi makalesinde.

Türkiye’yi tartışırken bir tema bulunması gerekseydi, herhalde "Osmanlı ve İslam" Erdoğan’ın ülkesinin dümenini kırdığı doğrultuyu ve dahası başarmak istediği hedefleri tanımlamak için yeterli olurdu.

Erdoğan gitgide neo-emperyalizmin bir simgesi haline geliyor.

Etijah TV’nin tanınmış sunucusu ve aynı zamanda siyaset analisti olan Marwa Osman ile yapılan bir röportajda, Erdoğan’ın Türkiye’nin bölgede itici dini ve siyasi bir güç haline gelmesi konusundaki arzuları doğrultusunda manevra yaptığına vurgu yaptı.

“Erdoğan kendini bir misyon ile donatılmış bir adam olarak görüyor. Terör ve dinsel dayatmayı Ortadoğu’da yeni bir düzenin içini oymak için bir silah olarak kullanıyor. Terörün iplerini elinde bulundurdukça, bölgedeki hükümetlerin düşüşünü ve yükselişini kontrol edebileceğine ve nihayetinde bir kontrol ağı örebileceğine inanıyor. Erdoğan’ın Türkiye’yi Sünni İslam’ın kalbi olarak yeniden ortaya çıkararak halifeliği yeniden elde etmeyi arzuladığını düşünüyorum.’’ diye belirtti röportajında Marwa.’

Terör Bağlantısı
Suudi Prens Bandar bin Sultan bazı "Terör Prensler" tarafından IŞID’in ve Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki bazı terör örgütlerinin fikir babası olarak yaftalanmış olsa da Erdoğan böyle başlık için "karanlık orduları’’ kışkırtarak endişelerin yükselmesine olan katkısı ile sıkı bir rakip haline geliyor.

Mart 2013’te, Kobane saldırısından ve IŞID’in yükselişine karşılık Ankara’nın eylemsizliğinden önce Kuzey Suriye, Türkiye’nin İslami Radikalizm ile olan ilişkileri konusunda hararetli tartışmalara sahne olmuş, Asur TV editörü ve gazeteci Dikran Ego Türkiye’yi El-Kaide’yi ve bölgedeki diğer radikal grupları bölgesel genişleme stratejisinin bir parçası olarak doğrudan desteklemekle itham etmişti.

2012 Mayıs’ına geri dönecek olursak, IŞID’in bölgedeki ilerlemesinden hemen önce o zamanki Dışişleri Bakanı Davutoğlu basına Erdoğan’ın bölgedeki büyük planına işaret ederek "Türkiye olarak bundan sonra Ortadoğu’da değişim dalgasını yöneteceğiz. Zihnimizde nasıl yeni Türkiye iddiası varsa, yeni Ortadoğu iddiası da var. Bu değişim dalgasının öncüsü olmaya devam edeceğiz. Bütün Ortadoğu toplumlarında kim ne derse desin bu barış düzeninin öncüsü de sözcüsü de Türkiye olacak.’’ ifadelerinde bulunmuştu. O zamanlar çok az kişi bu "yeni düzen"in tam olarak nasıl gerçekleştirileceğinin ve dahası hangi bayrak altında yürütüleceğinin farkındaydı.

Mısır hükümetinin Ankara’nın terörizmin öncülüğünü yaptığı konusundaki suçlamaları daha geniş bölgesel bir endişenin hakim olduğunun göstergelerinden biri olmasına karşın, Erdoğan şiddetli bir terör fırtınasının içerisinde daha fazla beliriyor.

Eylül ayında Mısır Dışişleri Bakanlığı’nın yayınladığı bildiri hatırlanacak olursa Erdoğan’ın bölgedeki terörizm propagandası yerden yere vuruldu. Bildiride "Ortadoğu bölgesinde terörist örgütleri ve grupları destekleyerek kaos tohumları ekmeye istekli Türk Cumhurbaşkanı… Bölgedeki kişisel tutkularını gerçekleştirmek ve geçmişin yanılsamalarını canlandırmak için gerek politik destek veya fonlama gerekse de barınma sağlayarak Ortadoğu’daki bölünmeyi hızlandırmak için elinden geleni yapıyor.’’ İfadelerine yer verildi.

Yine benzer şekilde Nisan ayında araştırmacı gazeteci Seymour Hersh London Review of Books’ta yayınlanan “The Red Line and the Rat Line” başlıklı makalede Mısır Dışişleri Bakanlığı’nın açıklamasını yineledi ve Erdoğan’ın Washington’ı Suriye’ye sürüklemek ve ABD ordusunu Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın devrilmesi için güçlü bir araç olarak kullanmak amacıyla Ghouta’daki sarin gazı saldırısının arkasında olduğunu iddia etti.

Carnegie Endowment editörü Aron Lund tarafından "Kriz’de Suriye Barışı" adlı blogta Özgür Suriye Ordusu’nun varlığının grubun eğilimleri, motivasyon ve metodu hakkında bazı soruların yükselmesine sebep olarak Türkiye’yi köşeye sıkıştırdığı konusunda "The Free Syrian Army Doesn’t Exist" başlıklı yazıda yapılan açıklamalar bir başka rahatsız edici durum olarak karşımıza çıkıyor.

Türkiye ve Erdoğan’ın terörizm ile olan bağlantısı birçok defa belgelenmiş ancak henüz belki Suriye, İran ve Mısır’dan daha tehlikeden uzak hiçbir güç açıkça bunu reddettiklerini açıkça dile getirmemiş ve Ankara’nın gölge oyunlarının yansımalarına uyarıda bulunmamıştır.

IŞID militanları, Özgür Suriye Ordusu ve Türkiye arasındaki çizgiler bulanıklaşarak biri diğerinin uzantısı olarak ortaya çıkmaktadır ve ortak arzularının tezahürü de Ortadoğu bölgesini çevreleyen bir islam devleti başlangıcının mühendisliğini yapmak ve tarihe karışmış Osmanlı’yı yeniden inşa etmektir.