Şam'a giden Radikal muhabiri, madalyonun öbür yüzünü anlattı

Önce Ürdün'e, oradan da Şam'a giden Radikal muhabiri Fehim Taştekin, Türkiye'de burjuva medyasında pek yer bulamayan, madalyonun öteki yüzünü aktardı. Evlerini basan muhaliflerden kaçan Humusluların en büyük korkusu mezhep çatışması. Muhalif olmayanlar 'düşman' görülüyor.

Türkiye medyasında "Arap Baharı" sürecinin başından beri ağırlıkla tek taraflı yayın yapılıyor. Ancak son zamanlarda anaakım medyada da madalyonun diğer yüzünü anlatan haberler az sayıda da olsa yer bulmaya başladı.

Bunların iyi bir örneğini, Radikal gazetesinin dış haberler müdürü Fehim Taştekin yapıyor. Önce Ürdün'e, oradan da Suriye'ye geçen Taştekin, izlenimlerini aktarıyor. Taştekin'in bugün yayımlanan izlenimleri şöyle:

“Bu hikâye bir emanettir size, olduğu gibi aktar” diye bitirdi sözünü. Bir saat boyunca sakin sakin ve vakarla konuşan adamın zembereği boşaldı, ağladı hüngür hüngür. Bugünlerde Şam’ın güneyinde Seyyide Zeynep Mahallesi’nde Abdullah Hamşu Ebutamir gibi yüreğinde fırtınalar kopan çok insan var. Bir apart otelin her katı, birinin ‘devrim’ ötekinin ‘terörist komplo’ olarak gördüğü ama çift taraflı trajediler doğuran Suriye’deki 13 aylık sancılı sürecin öteki yüzüne dair hikayeler barındırıyor. Burası için izin istediğimde Enformasyon Bakanlığı’nın yetkilisi “İlk kez bir yabancı gazeteci Seyyide Zeynep’e gitmek istiyor” diyerek şaşkınlığını dile getirdi. 1 milyonu aşkın insan ülke içinde sığınmacı durumuna düşmüş. Humus’tan kaçanlardan bir kısmı da burada. Ebutamir 72 yaşında bir ayakkabıcı. Şia mezhebinden. Humus’un Beyyada mahallesinden. İşte hikâyesi: “İki oğlumu kaçırdılar. Evi basıp götürdüler, iki gün sonra cesetler parçalanmış halde bulundu. Bunu ‘özgürlükçüler’ yaptı. Birinin iki, diğerinin üç çocuğu var. Oğullarımın hiçbir siyasi faaliyeti yoktu. Baasçı da değildiler. Benim gibi ayakkabıcıydılar. Barışçıl gösteri dedikleri işte bu. Oğullarımın tek suçu onlara katılmamalarıydı. Bunun Esad’çı olup olmamakla ilgisi yok. Onlara katılırsan özgürlükçü katılmazsan düşmansın. Kendilerini polis olarak tanıtıyorlar. Kapımıza gelen ‘Ben albayım’ dedi. Halbuki mahalleden tanıdığım biriydi. Üçüncü oğlum Yusuf’u araçta yer kalmadığı için dövüp bıraktılar. Üç evimiz vardı, hepsini talan ettiler. Bana birileri ‘Biz de Sünnilerden iki kişi öldürelim’ diye geldi. Reddettim.”

‘Kardeşimi muhalifler öldürdü’
Bu kez başka bir dairede akıl almaz bir hikâyeye kulak veriyoruz. Nizam Muhammed el Ebbir, bir ayakkabı fabrikasında memurdu. Öldürüldüğünde El Arabiye, ‘Askerler öldürdü’ diye haberini yaptı. El Cezire de ‘Hizbullahçı’ diye gösterdi. Ama hikâye bu değildi. Nizam’ın ağabeyi Haydar el Ebbir’in anlattıkları Suriye’de yüzyıllardır bir arada yaşayan insanları nasıl mezhepsel düşmanlara dönüştürdüğünü gösteriyor. Söz Haydar el Ebbir’de: “Nizam’ın evinin yakınında gösteri yapılıyordu. Muhalifler ‘Bize katıl’ diye ısrar ediyordu, gösterilere katılmayı reddetti. Evine taş ve molotofkokteyli attılar, ateş açtılar. ‘O mahalleden çık’ diye ısrar ettik. ‘Benim kimse ile sorunum yok’ diyerek evden ayrılmadı. Sonunda Halid bin Velid Tugayı dedikleri (muhalif) grup evinin önünde Nizam’ı öldürdü. İki çocuğunu ve eşini başka bir yere taşıdık. Oğlu eski evdeki kuşlara yem vermek için gittiğinde onun başına silah dayadılar. Büyük nümayiş yaptılar, kimileri ‘Öldür’ diye bağırıyordu. Araya ihtiyarlar girdi, çocuğu ellerinden aldı. Gittikleri ikinci evde de rahat bırakmadılar. Nizam’ın ailesini oradan da taşımaya başladık. Eşyaları yüklerken siyah bir araçla gelip ateş etmeye başladı. Kardeşim Arif’in karnına 8 kurşun isabet etti. Oğlum Abdülmünim, kuzenim Ahmed ve ben de yaralandım. Üçüncü eve taşıdıktan sonra Nizam’ın oğlu Muhammed Ali’ye sokakta ateş açtılar, kurşun ayağına girdi, 80 gündür çıkarttıramadık. Ona yardıma koşan çocuğu da orada öldürdüler. Şam’a geldik. Nerede Şii varsa peşine düşüyorlar. Bunlara nasıl devrimci dersiniz?”

‘Bunlar adi suçlu’
“Bunların bir kısmı mahalleden bir kısmı adi suçlu. Ya hapisten çıkmış ya da uyuşturucu bağımlısı. Onları kullanıyorlar. Biz Humus’ta iken öldürülen Şii sayısı 200’ü bulmuştu. 1500 Şii aile oradan uzaklaştı. Yüzyıllardır birlikte yaşadığımız komşularımızın bize silah doğrultmasını anlamıyorum. Aynı mahallenin insanlarıydık. Mahallemizin adı Der Balbi. Sünni, Alevi, Şii ve Hıristiyan diye dört bölgeye ayrılmış durumda. Humus’ta Sünniler de bize yardım etti. Şam’da da Sünnilerden yardım görüyoruz. 3 gün önce akrabamız olan bir polis evini kontrol için Humus’a gitti. Onu da kaçırdılar.” İranlılar ya da Hizbullah üyeleriyle bir bağlantılarının olup olmadığını soruyorum: “Hayır. Burada ne Hizbullahçılar var ne de İranlılar. Şii liderlerden bir tek 2006’dan önce Ayetullah Hüseyin Fadlallah geldi. Bizi koruyan milis gücümüz de yok. Ta başından ‘Aleviler mezara, Hıristiyanlar Beyrut’a diye slogan atıyorlar. 300 kişi toplanıp Arap Birliği gözlemcileriyle görüşmek istedik ama görüşemedik.”

Editöryel müdahale mi var?
Taştekin'in yazısı, anaakım medyanın genel çizgisine oldukça aykırı, hele ki Türkiye'nin savaş hazırlıkları yaptığı şu günlerde. Yazıda bir tuhaflık dikkat çekiyor. Sayfaya eklenmiş bir kutuda, Radikal'in 1 ay önce yaptığı ve bir İtalyan gazetecinin iddialarından oluşan, Esad yönetimi karşıtı bir haber tekrar hatırlatılmış. Yazının kalanıyla uyuşmaz olan bu kutu, yazılanlar dengelensin diye sonradan eklenmiş izlenimi veriyor. İnternet sayfasında bunun kutu olduğu belirtilmemiş, üstelik de yazının ortasına konulmuş. Sanki yazının parçası gibi duruyor. Ancak dil ve anlatım bakımından yazıyla alakası olmadığı hissediliyor.

‘Tutuklularla takas etmek için annemi babamı kaçırdılar’
Humus’tan kaçanlardan bir diğerinin, 18 gün önce kaçırılan anne ve babası önceki gün bırakılmış ama henüz Şam’a ulaşmadıkları için güvenliklerinden endişe ederek kimliğini gizlemeyi tercih ediyor. Kendini M.C diye tanıtıyor. “Evin kapısını kırıp girdiler. Annem ve babamı tutuklularla takas etmek için kaçırdıklarını söylediler. Evimiz yakıldı. 18 gün boyunca dövüp işkence etmişler. Ordu mahallenin ileri gelenleriyle konuşup bir çözüm buldu. Şu taktiği güttüler: Humus’ta kontrol ettikleri bölgeden kadın ve çocukları gönderdiler. Bizim taraftan kaçırdıklarını orada tutuyorlar. Eğer ordu operasyon yaparsa ölen siviller bizimkiler oluyor. Ordunun uzunca süre operasyon için beklemesinin nedeni de bu. Humus’ta biri kaçırıldı, 70 bin dolar fidye istendi. Halk parayı kendi arasında toplayıp adamı kurtardı.” M.C.’ye göre Humus’ta silahlı kişilerin kaçırdığı kişi sayısı 400. Humus’un yüzde 5’i Şii, yüzde 10’u Alevi ve yüzde 5’i Hıristiyan.

‘Sünniler korkuyor’
“Eğer aranızda başka bir husumet yoksa Şiilere karşı bu öfkenin kaynağı İran’ın Esad rejimine desteği galiba” dediğimde şu yanıtı verdi: “Sokağa ilk çıktıklarında attıkları slogan şuydu: ‘Ne Hizbullah, ne İran, biz ancak Allah’tan korkan Müslümanlarız.’ Açıkça Şii, Alevi ya da Hıristiyanların yani bizden olmayanların kanı ve malı helaldir diye fetva veriyorlar. Birkaç gün önce Şam’da Şii âlim Seyyid Muhammed Nasır namaz sonrası evinin yakınında öldürüldü. Humus’ta Şiilere yönelik saldırılara karşı çıkan Sünniler de ölüm korkusuyla fazla seslerini çıkartamıyor. Silahlı kişiler hem göstericilere hem askerlere ateş açıyor, böylece El Cezire’ye malzeme çıkıyor. Yakın akrabamız öldürüldü, El Cezire Hizbullah askeri diye yalan haber yaptı.” Ebutamir “Benim oğullarımın görüntülerini de Suudi kanalı Beyan ‘Askerler tarafından öldürüldü’ diyerek sundu” diye ekledi.
Ebutalip’in dayakla kurtulan oğlu Yusuf da “Gösterilerin ikinci gününde göstericilerde silah vardı. Humus’ta gözümün önünde silah dolusu 4 araç yakalandı” dedi. Suriye’de en korkulan şey gerilimin mezhep çatışmasına dönüşmesi. Seyyide Zeynep’ten dönerken taksiciye “Alevi misin” diye sordum. “Ben Suriyeliyim” dedi. Annesi Alevi babası Sünni olan taksiciye göre ‘seçim olsa Esad yüzde 70 oy alır, Kürtler ve Sünniler de oy verir.’