Sahadaki iki sınıf

Arjantin ve Brezilyanın yoksul semtlerinde büyüyen 2 çocuk... Kısıtlı imkanlarla 9 kişilik ailesini geçindiren babasından gizli taş yığınlarının içinde futbol oynayan Maradona ile 11 yaşına kadar ayakkabı cilalayan Pele. Tekrardan soralım Pele mi Maradona mı?

Futbol tarihinde belki en çok sorulan sorulardan birisi Pele'nin mi Maradona’nın mı daha iyi olduğudur. Bu ikili arasındaki en büyük fark futboldaki büyük yetenek ve başarı geçmişlerinden ziyade onların hayata karşı aldıkları pozisyonlardır. Maradona'nın 3. Dünyanın ve genel olarak yoksulların, Pele'nin ise büyük kuruluşların sevgilisi haline gelmesinin nedenleri burada aranmalıdır.

Yoksul mahallelerin yoksul çocukları

Futbol sevgisinin sınıfı olmadığı söylenir. Günümüzde endüstriyel futbol stadyumlardan yoksulları soyutlayıp, bu alanda da kapitalizmin mantığını işletmeye çalışsa da, bir an için paranın ön planda olmadığını düşünelim. Milyarder bir iş adamı elinde viskisi ve purosuyla maç izleyip futbol tutkusunu yaşarken yoksul mahallerdeki çocuklar yırtık ayakkabılarıyla sokakta top peşinde koşar ve futbol sevgisini hayalleriyle birlikte yaşar. Bu çocuklardan milyonda biri hayallerine kavuşabilse de, dünyanın her yerinde sokakta top oynayan çocukların hayali tektir, tıpkı Maradona ve Pele gibi …

Maradona'nın hayatı yoksulluk içerisinde başladı. Suyu ve elektiriği olmayan bir evde yaşamaya çalışan Maradona evin en asi çocuğuydu. Hayatı kavgalarla geçen bu gencin karakteri sahalara ve sonra siyaset sahnesine de yansıdı.

Pele ise 11 yaşında keşfedilene kadar ayakkabı parlatıyordu. Daha sonra onu keşfeden De Brito tarafından Sao Paulo'ya getirildi. De Brito, Santos'un profesyonel ama inaçsız yöneticilerine "bu çocuk dünyanın en iyi futbolcusu olacak" dedi.

Futbol dendiğinde her ikisi de kendisinden geçermiş tıpkı diğer futbol aşığı yoksul çocuklar gibi ...

Futboldan siyasete uzanan yol
Maradona’nın emperyalistlere attığı golle başlayan ve Napoli takımıyla devam eden hayatında Küba devlet başkanı Fidel Castro önemli bir yer tutuyor. 1987 yılında Amerika’daki ödülü reddedip Fidel’den ödül alması aslında emperyalistlere ilk tavır alışı değil bu süreç "Tanrının eline" kadar gidiyor. Bush karşıtı çalışmalara katılması, İngiltere'nin Charles'ıyla tanışmayı "Elinde onca kan varken onun elini sıkamam" diyerek reddetmesi onun halk nazarında sevilmesinin sebeplerinin arasında. Emir Kusturica Maradona'nın hayatını çektiği filmde onun için "futbolcu olmasaydı kesinlikle bir devrimci olurdu" diyor.

Pele'nin ise siyasete atılışı Brezilya'nın spor bakanlığını üstlenmesi ile başlıyor. Pele'nin o günlerden sonra "Bundan sonra bir daha asla siyaset dünyasına girmek istemediğime karar verdim. Benim için siyaset bitti artık" dedi. Halbuki FIFA organizasyonlarında önemli yerelere gelmesi ve bugüne kadar yarattığı imajı piyasaya sunup bundan yıllık 18 milyon dolar kazanması aslında onun bakanlığı bıraktıktan sonra "siyasetten" tamamen uzaklaşmadığını gösteriyor. Halktan kopuk bir görüntü veren Pele "efsane" olmanın yanlızca sahadaki başarı bağlı olmadığının da kanıtı haline geldi.

Loca ve Tribün
Siyasi arenada farklı sahalarda mücadeleye atılan bu ikili futbol sahalarında da ayrı yerlerde boy gösterdi. Bunun güzel örneklerinden biri, 2006 Dünya kupasını FIFA davetlisi olarak locadan izleyen Pele'nin aksine Maradona elinde Arjantin bayrağı ile halkın arasında tribünlerde maç izlemesiydi. Bu derin ayrılık aslında iki futbol devini, ayrı sınıfların futbol arenasındaki sembolleri olma noktasına taşıdı. İki futbolcunun futbola ve hayata karşı tutumu, Pele'nin locadakilerin Maradona'nın ise tribünlerin kahramanı olmasına yol açtı.

(soL-Haber Merkezi)