ÖSO askerleri: ‘Türk istihbaratıyla koordinasyon içinde savaşıyoruz’

Özgür Suriye Ordusu’nun Halep’teki komutanlarından bir tanesi İngiliz The Guardian gazetesine Halep’te her şeyi Türk istihbaratıyla koordinasyon halinde yaptıklarını söyledi. Başka bir haberde aynı kişinin bir sivile işkence eden birliği komuta ettiği ayrıntılarıyla anlatılıyordu.

İngiltere’de yayımlanan The Guardian gazetesi dün Halep’teki Özgür Suriye Ordusu militanlarıyla ilgili ayrıntılı haberlere yer verdi. Ghaith Abdul-Ahad imzalı haberlerden bir tanesi şöyle başlıyordu:

“Paslı yeşil Mercedes kamyonet bir eşya taşıma kamyonu sanılabilir. Kamyonet Türk sınırına kısa bir mesafede bulunan lüks bir villanın önünden geçen dar sokağa park edilmiş ve arkasını kapatan tente, bacakları dışarıya fışkıran sandalye ve masalarla doldurulmuş. Eşyaların altında ise Suriye’nin Halep kentine giden 450 bin tam atımlık mühimmat ve yüzlerce roket güdümlü el bombası var.”

Bu mühimmatın Türkiye’den Suriye’ye kaçırıldığını tahmin etmek zor değil. Ancak Türkiye’den, Lübnan’dan, Ürdün’den vs. Suriye’ye silah sokulması artık Suriye’de olduğu gibi Türkiye’de de herkesin bildiği bir “sır”.

Türk istihbaratı Suriye savaşının içinde
Herkesin bildiği bir başka sır daha var. Onu da Halep’teki Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) askerlerinin liderlerinden bir tanesi açıklıyor. Silahları Suudi Arabistanlı farklı kaynaklar tarafından, Lübnanlı bir siyasetçi vasıtasıyla İstanbul’da verilen parayla aldıklarını açıklıyor. Ardından “Her şey Türk istihbaratının koordinasyonu altında gerçekleşiyor” diyor. Halep’e silah sevkiyatı Türk istihbaratının koordinasyonunda yapılıyor. Zaten bu kadar çok devletin içinde olduğu bir organizasyonun tamamen devlet dışı aktörler tarafından gerçekleştirildiği söylenseydi buna kargalar gülerdi.
Bunları söyleyen ÖSO komutanının adı haberde, kimliği deşifre olmasın diye, Ebu Muhammed olarak veriliyor.

Kim bu Lübnanlı politikacı?
Ebu Muhammed namlı şahsın bahsettiği İstanbul’da Suudilerden para aktaran Lübnanlı siyasetçi kim peki?

Onu da 18 Eylül’de Time dergisinde çıkan bir haberden öğreniyoruz. İstanbul’daki kontrol merkezinde Suudi Arabistan’ın adamı olarak çalışan Lübnanlı siyasetçinin adı Okab Sakr. Bu kişi Saad Hariri’nin Gelecek Hareketi’ne mensup bir milletvekili. Gelecek Hareketi, Sakr’ın Suriyeli muhaliflere para transferine aracılık ettiğini inkar ediyor. Okab Sakr, 2011’de Suriye’de silah transferi yaparken yakalandığında da Gelecek Hareketi bu iddiaları yalanlamıştı. Özgür Suriye Ordusu militanları ise “Lübnanlı bir siyasetçi”nin aracılığından söz ediyor…

“Çek şunları da Amerikalılar görsün”
The Guardian haberinde silah dolu kamyonetin önünde “bir sivilin” islamcı Tevhid Tugayı’nın komutanından silahları görüntülemesini istediği ve şunları söylediği aktarılıyor: “Senden istediğim kısa bir video çekip, adını ve birliğini belirterek ve bizim Halep askeri konseyinin parçası olduğumuzu söyleyerek bunu YouTube’a koyman. Sonra istediğini yapabilirsin. Benim Amerikalılara yeni birliklerin konseye katıldığını göstermem lazım.”

Aynı “sivil” şöyle devam ediyor sözlerine: “Dün Antakya’da iki Amerikalıyla buluştum. Bize yerel askeri konseylerin önderliği altında birleşmezsek daha ileri silahların gelmeyeceğini söylediler. O yüzden videoyu kaydet ve gerisini bana bırak.”

Belli ki Hillary Clinton’un Türkiye ziyaretinden sonra çerçevesi belirlenen “operasyonel planlama” böyle işliyor. Türkiye’ye gelen Suudi parası Lübnanlı politikalarca ÖSO’ya aktarılıyor Antakya’daki ABD ajanları ÖSO liderlerine birleşme talimatı veriyor ve bütün bunlar Türk istihbaratıyla koordinasyon içinde gerçekleştiriliyor. Yeni Osmanlı dedikleri bu olsa gerek…

“Operasyonel planlama” çıkmaz sokakta…
ÖSO’nun Halep’teki birliklerinin bir diğer komutanı (haberde Ebu Hüseyin olarak tanıtılıyor), ÖSO binbaşısı olan kardeşinin birkaç gün önce Türkiye’de fon ararken yaşadığı “güçlükleri” anlatıyor. Kardeş binbaşı Emirleri, daha önceki gün New York’ta yapılan Birleşmiş Milletler Genel Kurul oturumunda Suriye’ye Araplar müdahale etsin diye feveran eden Katar’ı unutmak olmaz elbette. Kardeş binbaşı para ve levazım bulmanın zorluğunu “Ben sana söyleyeyim, orası çürümüş” sözleriyle anlatıyor.

“Orası” Türkiye…

Çürüyeni de şöyle açıklıyor:

“Herkes sizden bir parça kopartmak istiyor: Müslüman Kardeşler, [kısa süre öncesine kadar ÖSO’nun lideri olduğunu iddia eden] Riyad el Esad… Hepsi çürümüş, hepsi bizimle oynuyor. Orada üç hafta kaldım ve hiçbir şey gelmedi.”

Belli ki “operasyonel planları” yazanların bütün çabalarına karşın ÖSO’cuların bir ordu gibi davranmasını sağlamak bir hayli zor. Suudi parası için Türkiye’de fink atarken, birbirlerini “çürümüş olmakla” suçluyorlar.

Muhtemelen Halep’te başlatılan kapsamlı saldırının geri püskürtülmüş olmasının da etkisiyle bu “komutanlar”dan bazılarının yürüttükleri kirli savaşı bıraktıkları da yansıdı bugün basına. Arabi Press’in haberine göre ÖSO’ya mensup bazı komutanlar gruptan ayrıldıklarını duyurdular. Aynı habere göre bu komutanlardan Binbaşı Halid bin Abdurrahman ez-Zalem, “Ben, Özgür Suriye Ordusu’na bağlı Askeri Konsey’in güney bölgesinden sorumlu başkan yardımcısıyım. Suriye’deki askeri ve sivil şehitlerin ailelerine dönüyorum sizlerin ve tüm dostlarımın önünde şunu ilan ediyorum ki görev yaptığım ordudan ayrıldıktan ve silahlı gruplara katıldıktan sonra Filistinli kardeşlerimize yardım için kullanmamız gereken silahların Suriye’deki kardeşlerimize çevrilmesinin çözüm yolu olmadığını anladık” dedi.

İstanbul’da Katar prensiyle buluşma
Emirleri, daha önceki gün New York’ta yapılan Birleşmiş Milletler Genel Kurul oturumunda Suriye’ye Araplar müdahale etsin diye feveran eden Katar’ı unutmak olmaz elbette. Halep’teki Ebu Hüseyin namlı şahısın kardeşi Türkiye’deki fon bulma turunu anlatmaya devam ediyor.

İstanbul’da Suriye Ulusal Konseyi’nin önceki başkanı Burhan Galyun’la buluştuğunu söylüyor. “Beni İstanbul’da bir toplantıya götürdü. Bu adamı çok seviyorum Katar ordusunda komutan olan bir prensle buluştuk. Prensle konuştuk, ona her şeyi anlattım ve böylece neler olduğu konusunda bir fikir sahibi oldu. Ancak bana iyi zamanların yakında geleceğini söyledi. Elimiz boş ayrıldık.”

Katar’ın Suriyeli muhalifleri her zaman “eli boş göndermediği” biliniyor. Ama belli bu sefer New York’ta Emir’in yaptığı “ey Araplar Suriye’ye saldırın” çağrısıyla yetinecekler.

Muhabirin önünde işkence
The Guardian muhabiri Ghaith Abdul-Ahad’ın aynı gün yayımlanan bir başka haberi gözümüze çarpıyor. Yine Halep’teki ÖSO’cularla birlikte olduğu süreçte yapılan haberin başlığı “Suriye’nin iç savaşı: yanlış bir şey söylemek sizi işkenceye götürebilir”.

Muhabir büyük bir serinkanlılıkla, diğer haberinde insan yüzü vermeye çalıştığı Ebu Muhammed ve Ebu Hüseyin’in ekibinin bir sivile yaptıkları işkenceyi anlatıyor bu haberinde.

İşkence gören (haberden, eğer ölmediyse, halen işkence görmeye devam ettiği anlaşılıyor) saf bir Suriye vatandaşı. Devlet televizyonu Halep’te ÖSO’cuların denetlediği Salah el-Din semtinin temizlendiğini duyurunca bölgeye gelip yakınlarını arayanlardan. Halen bölgede olan Ebu Muhammed namlı şahsın birliğiyle karşılaşıyor.

Ebu Muhammed’in birliği de Suriye ordusu üniforması giydiğinden durumun farkına varamıyor orduya bağlı askerler sandığı bu kişilere ÖSO hakkında bilgi verebileceğini söylüyor. Sonrasını işkenceyi büyük bir serinkanlılıkla anlatan The Guardian’dan okuyalım:

“İlk önce şüpheliye diz çöktürdüler. ‘Komutanım, komutanım, bir hata yaptım’ diye özür diledi genç adam. ‘Lütfen komutanım.’ Sesi titriyordu.”

“İsyancılar sessizce işe koyuldular. Hiç konuşmadılar, ama hepsi tam olarak ne yapacaklarını biliyor gibiydi. Şüpheliyi karnının üzerine yatırırken, bir savaşçı da ayağıyla omurgasının üzerine basarken, adamı bağırtana kadar kollarını geriye doğru çekti.”

“İki tanesi daha dizlerinin üzerine çöktü, adamın bacaklarının bir kalaşnikofun askısı arasından geçirip baldırlarını sıkıştırana kadar silahı çevirdi. Dördüncü bir isyancı ayağıyla genç adamı omuzlarından yere yapıştırarak, bir kasaturayı adamın ensesine dayadı.”

“Beşinci kişi odada bir elektrik kablosu bulup getirdi. Kabloyu büküp,bir copa benzetecek şekilde selobantla sardı. Altıncı isyancı ise not almak için bir kağıt ve kalem alıp oturdu.”

“'Komutanım, komutanım, hata yaptım! Ben sizin asker olduğunuzu sanmıştım!’”

“Kasaturalı adam ‘Bize tanıdığın şebbihaların adını ver’ dedi.”

“'Komutanım bilmiyorum. Ben sıradan bir vatandaşım!’ Sesi çok yüksek çıkıyordu ve dehşetle dolmuştu.”

“Omurgasının üzerine basan adam, genç adamın kollarını geriye doğru çekerken ayaklarını tutanlar, silahın askısını biraz daha sıktı. Bağırdı.”

“'Konuşacağım’, dedi nefes almaya çalışırken. ‘Konuşacağım.’”

“İsyancılara birkaç isim verdi elinde kağıt olan adam isimleri not etti. Daha fazlasını istediler. Daha fazlasını verdi.”

“'Artık yalan söylüyorsun.’”

“'Yok komutanım, söylemiyorum.’”

“Sorgucunun her sorusuyla silahın askısı biraz daha sıkılıyor, adamın kolları biraz daha geriye doğru çekiliyor ve kasatura ensesine biraz daha baskı yapıyordu.”

“Daha sonra diğer iki adam, genç adamın ayaklarını kaldırdı ve elektrik kablosuyla adamın çıplak ayaklarına vurmaya başladı. Çığlıklar artık haykırış haline gelmişti. İşkenceciler işlerini yaparken yüzlerinden ter boşalıyordu.”

Ayrıntılı bir biçimde işkenceyi resmeden The Guardian muhabiri, üç gün sonra Ebu Muhammed’le karşılaştığında ondan genç adamı şimdi de İslamcıların sorguladığını öğrendiğini aktarıyor.

(soL-Dış Haberler)