Kuzey Kore'yi anlamak-II

Dün ilk kısmını yayımladığımız, Stephen Gowans imzalı "Kuzey Kore'yi Anlamak" başlıklı makalenin ikinci kısmını bugün soL okurlarıyla paylaşıyoruz. Gowans bu bölümde Kore Savaşı sonrasında yarımadadaki gelişmeleri, KDHC'nin "ekonomik mucizesini", açmazlarını, "nükleer krizi" ve süregiden ABD tacizlerini tartışıyor.

Kore Savaşı: 1945 – 1953

Klasik anlatımda Kore Savaşı’nın başlangıcı olarak 1950 yılı işaret edilir. Fakat Hugh Deane bu savaşı anlattığı kitabına “Kore Savaşı, 1945–1953 (The Korean War, 1945–1953)” adını verdi. Deane’in kitabının hemen başında alıntıladığı Cumings’in dediği gibi Amerikalılara göre savaş 1950’de ani bir gök gürültüsü ile başladı. Korelilere göre savaş 1945 yılında, Amerikalıların geldiği ve henüz kurulmuş yerel hükümeti baskı altına adlığı yıl başladı.(6) 

İki taraf da savaşı istedi, ancak farklı sebeplerden ötürü. Kuzey için savaş, yabancı hâkimiyetinden bağımsızlık ve özgürlük için verilen mücadelede atılan bir diğer adımdı. Savaş 1945 yılında ABD İnchon’a yerleştiği ve burada yeni kurulmuş Kore Halk Cumhuriyeti’ne zulmetmeye başladığı sırada patlak verdi. Ya da, başka türlü söyleyecek olursak, savaş Japonların 1910’da başlattıkları sömürgeci dönemde başladı. 1945 momenti sadece bu sömürgeci döneme önderlik eden işgalci rejimin değişimini getirmiş oldu. Güney için savaşın nedeni, Kim’in İşçi Partisi’nin el uzattığı geleneksel elite ait hakları bu gruba geri vermek ve tüm yarımadanın hâkimiyetini ABD himayesine geçirmekti (geçmişi savaş öncesi dönemde Japonya ve ABD arasında Pasifik bölgesindeki çıkar çatışmasına dayanan proje.)

İki taraf da Amerikalıların çizdiği ve Sovyetlerin kabul ettiği 38.paralel üzerinden birbirlerine saldırılar gerçekleştirdi. Fakat uluslararası arenada tanınmış bu sınırların ihlali garip bir durumu da beraberinde getiriyordu. Koreliler Kore’yi mi işgal ediyordu?

Britanya Çalışma Bakanı Richard Stokes bu garipliği Ernest Bevan’a yazdığı bir mektupta dile getiriyor.

“Amerikan İç Savaşı sırasında Amerikalılar kuzeyle güney arasına hayali bir sınır çekilmesine bir saniye olsun tolerans göstermezdi ve eğer İngilizler güney güçlerinin yanında bu savaşa müdahil olmaya kalksaydı Amerikalıların vereceği tepki belliydi. Benzerlik bir hayli büyük, çünkü ABD'deki savaş sadece iki Amerikalı grup arasında değildi, birbiriyle çatışan iki farklı ekonomik sistem arasındaydı tıpkı Kore’de olduğu gibi.”

Birbiriyle çatışan ekonomik sistemlerden güneydeki, küçük bir azınlık olan toprak ağalarının, kompradorların ve Japon işbirlikçilerinin refahını ve gücünü sürdürmeye yönelik bir sistem, kuzeydeki ise, toplumun büyük çoğunluğunu oluşturanların yararına olan reformları gerçekleştirmeye yönelen bir sistemdi. Ancak, çatışmayı sadece birbiriyle çatışan iki ekonomik sisteme indirgemek, hikâyenin diğer kısmını unutmak anlamına geliyor. Çünkü çatışma aynı zamanda ulusal kurtuluş ile yeni sömürgecilik arasındaydı.

Kuzey güçlerinin güneye girmesiyle savaş 1950’de yeni bir evreye girdi ve Kim İl-sung halk komitelerinin yeniden kurulmaları çağrısında bulundu. Kuzeyin güçleri halk tarafından hiçbir direnişle karşılaşmadı. Seoul düştüğünde, buranın sakinleri halk komitelerini hızla yeniden örgütledi. Beş yıl önce olduğu gibi halk komiteleri her yerde mantar gibi bitmeye başladılar ve radikal toprak reformunun uygulanması için çalışmalara başladılar.

Güneyin özgürlüğü çok kısa bir zaman için sürebildi. Sovyetler Birliği, Birleşmiş Milletler’in Çin’e ait Güvenlik Konseyi koltuğunu komünist Çin’e vermemesi üzerine Birleşmiş Milletler’i boykot ettiği sırada ABD, bu organizasyonu askeri pisliklerine destek olması hususunda ikna etti. 1953’e gelindiğinde yaklaşık üç milyon Koreli savaşta hayatını kaybetmiş, tek kattan büyük tüm yapılar Amerikan bombaları tarafından paramparça edilmişti. Hayatta kalanlar ancak mağaralarda yaşayabildiler.

Önemli olmasına rağmen üzerinde az durulan bir mesele şu ki, sivillerin havadan bombalanması emperyalist güçlerin savaşlarının karakteristik bir özelliği olmuştur, İkinci Dünya Savaşı’ndan beridir de ABD'nin. Bu türde bir hava saldırısının ilk ciddi örneği İşçi Partisi’nin hükümet ettiği İngiltere’nin 1924 yılında Irak köylerini bombalamasıydı.(7) İspanya İç Savaşı sırasında Nazilerin Guernica’yı bombalaması, İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanya’nın, İngiltere’nin ve ABD'nin büyük çaplı bombalı saldırılarının adeta habercisi olmuştur. Ve İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana ABD, sivillerin yaşadıkları bölgelerin üzerine tonlarca patlayıcı atmış durumda. Kore Savaşı sırasında ABD bölgeye, İkinci Dünya Savaşı Avrupa’sında her iki taraf tarafından atılmış bomba sayısından daha fazla bomba atmıştır. Ve Amerikan savaş uçakları Korelilerin üzerine daha sonra Vietnamlılara attıklarından daha fazla napalm bombası atmıştır.

Savaş en sonunda 38. paralel civarında çıkmaza girdi ve ateşkese varıldı, fakat bu ateşkes ABD'nin kuzeyin tarımsal üretiminin yüzde 75’ini sağlayan sulama kanallarını yok etmesinden önce gerçekleşmedi bu apaçık bir savaş suçuydu. Yine de resmi olarak savaş hala sona ermedi, yani teknik olarak ABD ile kuzey hala savaş halindeler. Pyongyang birçok seferde ilişkilerin normalleşmesi için Washington’un başının etini yedi, ancak barış önerileri ya ABD tarafından şiddetle geri çevrildi (ABD Dışişleri Bakanı Colin Powel 2003 yılında Kuzey Kore’ye yönelik “Biz saldırmazlık paktı, barış anlaşması ya da buna benzer şeyler imzalamayacağız,”(8) açıklamasında bulundu.) ya da onaylanmasına rağmen sonrasında göz ardı edildi. Yine Washington 1994 yılında ilişkileri normalleştirmeye dönük bir adımı elinin tersiyle itti tersi yöndeki taahhütlerine rağmen, Kuzey Kore’de bir elçilik açmaya yanaşmadı ve iki ülke arasındaki resmi savaş halini sona erdirmeyi reddetti.

Kuzey Kore Ekonomisi Güçleniyor

Savaş yıllarını ve onun ardından gelen üç yıllık toparlanma dönemini bir kenara bırakırsak, Kuzey Kore 1940’lardan 60’ların ortalarına kadar güneyden daha hızlı büyüdü. Bu sayede Pyongyang’ı ziyaret eden Che Guevara durumdan çok etkilendi ve Kuzey Kore’nin Küba’nın takip etmesi gereken bir model olduğunu ilan etti.

Kore Savaşı’nın ardından geçen on yıllık sürede sanayi yılda yüzde 25’lik büyüme rakamlarını yakaladı, bu oran 1965 ile 1978 arasında yüzde 14 seviyesinde seyretti. Amerikalı yetkililer bir hayli geride kalan Güney Kore ekonomisi konusunda son derece endişeliydiler, çünkü bu durum Washington’un Kore’deki sağcı, kapitalist, yeni sömürgeci projesinin erdemleri üzerine soru işaretleri uyandırıyordu. 1980’e gelindiğinde Kuzey Kore’nin başkenti Pyongyang Asya’nın en iyi ve en verimli idare edilen kentlerinden biriydi. Diğer taraftan Seoul, büyük çoğunluğu evsiz olan nüfusunu Dante ya da Engels’in dudaklarını uçuklatacak kadar kötü çalışma koşullarının bulunduğu fabrikalara doldurmuştu.

Güneyin ekonomik sisteminin kuzeyinkinden daha üstün olduğunu göstermeye hevesli Washington Güney Kore’nin teşviklerin ve gümrük duvarlarının arkasına saklanmış planlı dinamik bir sanayileşme hamlesi gerçekleştirmesine ve aynı zamanda Güney Kore endüstrisinin dünya pazarlarına kolaylıkla girişine izin verdi. Sorunları çözmek için ülkeye yığınlar halinde yardım aktarıldı. Güney Kore’nin ihracatının sadece 200 milyon doları bulduğu bir zamanda, Japonya 35 yıllık kolonyal hâkimiyetinin faturası olarak ülkeye bağışlar ve borçlar halinde 800 milyon dolar aktardı. ABD 50.000 Kore askerinin Vietnam’da kendi yanlarında savaşması karşılığında Güney Kore’ye 1965 ve 1970 yılları arasında 1 milyar dolarlık bir ödeme yaptı bu para güneyin GSMH’ sının yüzde sekizine denk düşüyordu. Güney Koreli şirketlerle Amerikan ordusu arasında çeşitli sözleşmeler imzalandı ve Vietnam güneyin çelik ihracatının neredeyse tümünü sünger gibi çekti (üretimin yapıldığı çelik fabrikası da Japonya tarafından yapılan 800 milyon dolarlık yardım sayesinde kuruldu.)

Tam da bu zamanda kuzey yanlış hesaplamalar neticesinde duraksamaya girmişti. Pyongyang’ın Çin-Sovyet ayrışmasında Çin tarafında yer alması Sovyetleri kızdırdı ve Moskova intikam olarak ülkeye yaptığı yardımları kesmeye karar verdi. Her ne kadar Sovyet yardımı hiçbir zaman Amerikan ve Japon yardımları kadar cömert olmadıysa da, bu durum işleri değiştirdi ve yardımın kesilmesi (sonrasında yeniden başladı) kuzeyin ekonomik büyümesini yavaşlattı. Sonrasında, 70’lerde, Pyongyang Batıdan komple fabrika sistemleri satın almaya başladığı sırada borç krizinin içine düştü.

Güneyin planlı sanayi hamlesi, ithal ikameci modeli, yüksek gümrük vergileri, ABD ve Japonya’dan gelen yardımların sayesinde, Güney Kore ekonomisi 80’lerin ortalarından itibaren kuzeyin önüne geçti. Büyüme kuzeyde yavaşlamasına rağmen, ortalama bir kuzeyli ile ortalama bir güneylinin yaşam standartları arasındaki fark hiçbir zaman Güney Kore’nin sponsorunun sizi inandırmaya çalıştığı kadar büyük olmadı. Tüketici ürünleri az bulunsa bile, günlük ihtiyaçlar destekleyici fiyatların varlığında fazlasıyla mevcuttu. Cumings kuzeyin çeşitli başarılarından söz eden (elbette gönülsüzce) bir CİA raporundan bahsediyor: “genel olarak çocuklara, özel olarak da savaş yetimlerine şefkatli bakım, kadının toplumdaki konumda yaşanan radikal değişim, ücretsiz iskân, ücretsiz sağlık ve koruyucu hekimlik (önleyici tıp), son kıtlığa değin gelişmiş devletlerle yarışır düzeyde olan çocuk ölüm oranları ve ortalama yaşam süresi.”

Güney Kore: Güçlü (Faşist?) Devlet
Güney tıpkı kuzey gibi güçlü bir sol, sömürge karşıtı ve antiemperyalist geleneğe sahipti. Aradaki tek fark, Sovyetlerin işgali zamanında bu geleneğin gelişimine ve devlet formuna kavuşmasına izin verilmesi, ABD'nin ise kuklalarını Seoul’e yerleştirerek bu hareketi ezmesiydi. Aslında güney siyasetinin savaş sonrası tarihi Mussolini’nin 20’lerde, Hitler’in 30’larda ülkesindeki soldan yana esen rüzgârı tersine çevirmelerinin tarihiyle eşdeğerdir.

1960 yılında üniversite öğrencileri ve profesörler ayağa kalktığında Syngman Rhee ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Onun ardından ülkede ilk kez Batı tarzı seçimler örgütlendi. Bu sırada kuzeyin ekonomisi güneyinkinin çok çok önündeydi ve Kim İl-sung konfederal yapıda bir Kore çağrısı yapıyordu. Önerisi halk tarafından büyük bir destekle karşılanırken, sol Rhee’nin baskılarının ardından bir kez daha yükselişteydi ve işbirlikçi, Amerikan yandaşı yeni sömürgeci rejimi tehdit ediyordu.

Bir yıl sonra Park Chung Hee solu geri püskürtmek için bir askeri darbe düzenledi bu aynı zamanda güneyi Amerikan tarafında tutan ve komprador sınıfın varlığını güvence altına alan otuz yıllık askeri diktatörlüğün açılış merasimiydi. Seçilmiş hükümet darbeyi durdurması için ABD’ye yalvardı, ancak çığlıkları sağır bir kulağın içine düşüyordu. Müdahale etmek yerine Washington hızla bu yeni askeri rejimi tanıdığını ilan etti, ardından da rejimi yardım yağmuruna tuttu.

Park her türlü siyasal aktiviteyi yasakladı, parlamentoyu kapattı, resmi ve vahşi bir antikomünizmi uygulamaya soktu. Antikomünist bir yasa resmen ilan edildi ve Kore Demokratik Halk Cumhuriyet başta olmak üzere tüm sosyalist ülkeler resmi düşman ilan edildi. Bu durum Nazi Almanyası’nın, faşist İtalya’nın ve militarist Japonya’nın oluşturduğu anti-Komintern paktı hatırlatıyordu. Rejimin antikomünist niteliği o kadar yoğundu ki, Time dergisinin uluslararası yayınında çıktığı takdirde Kuzey Kore liderinin fotoğrafları sansürleniyordu. Aynı zamanda, gelecek nesilleri komünizme karşı aşılamak ve kuzey sempatisini yok etmek amacıyla okullarda antikomünist beyin yıkama faaliyetleri başlatıldı. Kuzeyin kendisi, lideri ve siyasal sistemi şeytanlaştırıldı. 2005 yılında Güney Kore’ye ait Kaesong’daki fabrikada kuzeylilerle birlikte çalışan güneylilerle görüşmeler gerçekleştiren New York Times aktarıyor: “Bazı güneyliler kuzeylilerle çalışırken büyük zorluklar çektiklerinden bahsediyorlar… Çünkü Güney Kore’nin aşırı antikomünist eğitimi onyıllardır onlara Kuzey Korelilerin tehlikeli ve şeytani olduğunu öğretmiş. Buna karşıt olarak, Kuzey Kore’de hükümetin eğitim programları insanlara, Güney Kore hükümetinin Amerikan kuklası olmasına rağmen oranın insanlarının kardeşleri olduğu öğretiyor.”(9) 

Kuzeyde sadece ücretsiz iskâna, ücretsiz sağlığa, kadınlar için eşit haklara değil, aynı zamanda güneydeki hemşerilere dönük bir sosyal dayanışmaya büyük önem veriliyordu. Güneyde ise, sağlık sigortası dahi mevcut değildi, sosyal güvenliğe dönük herhangi bir adım atılmamış durumdaydı, endüstriyel bir dünyada bitmek bilmeyen çalışma süreleri de cabasıydı, maaşlar acınası düzeydeydi ve bunlara eşlik eden kuzeyli hemşerilere dönük korku ve nefreti körükleyen bir beyin yıkama faaliyeti uygulanmaktaydı. Kuzeyde toprak ağaları ve Japon işbirlikçileri çoktan beridir güçlü mevkilerden uzaklaştırılmış durumdayken güneyde ise, Japonlara destek veren işbirlikçi sınıf hala en tepedeydi. 2005 yılının Ocak ayında Güney Kore başkanı Roh Moo Hyun, ulusun bağımsızlığı için savaşan ailelerin üç kuşaktır yoksulluktan kırıldıkları halde, emperyalist Japonlarla işbirliği içinde olan aileleri ise üç kuşaktır her türlü başarının mimari olmasının bir tarihsel utancı olduğunu belirtiyor ve bu durumu ortadan kaldıramadıklarından yakınıyordu.(10) 

Kuzeyin Ekonomik Açmazları

Sosyalist bloğun çökmesiyle beraber kuzeyin ihraç pazarlarının çökmesi, doğal felaketler silsilesi, Washington’un durmak bilmeyen engellemeleri ve kısıtlı kaynakların askeri harcamalara aktarılması Berlin Duvarı’nın yıkılmasından bu yana Kuzey Kore ekonomisini büyük ölçüde zayıflattı.

Gorbaçev döneminde, Sovyetler ABD'lilerle uyum yakalamayı öngören bir dış politika izlemeye başladı. Bu uyum politikasının bir ayağını da eski müttefikleri terk etme gerekliliği oluşturuyordu. Sovyetlerle Kuzey Kore arasındaki ticaret 1988 ile 1992 yılları arasında yarı yarıya düşerken, deniz yoluyla yürütülen petrol nakliyatında 1991 yılında kesintiye gidildi.

Gorbaçev’in uygulamaları sosyalist devletlerin ekonomilerine büyük zararlar verdiğinde, sosyalist blok kendisini büyük bir kargaşanın içerisinde buldu. Kuzeyin ihraç pazarları kurudu ve Pyongyang kömür ve petrol ithali için gerekli olan döviz rezervlerinden mahrum kaldı. Yetersiz petrol sebebiyle makineli tarım durdu ve ülkenin kimya sanayisi büyük zarar gördü. Kimya sanayi düşüşe geçtiğinden, gübre üretimi de aynı şekilde büyük zarar gördü. Bu durum tarımsal üretimi çok derinden etkiledi ve besin kıtlığı büyük bir problem haline geldi 90’ların ortalarında gerçekleşen çok sayıda sel felaketi ve kuraklık nedeniyle problem giderek büyüdü.

İhraç pazarlarının kapanması sonrasında – Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin yaptırımları ve Washington’un Kuzey Kore’yi küresel finans sisteminin dışına çekmek için gösterdiği gayret sebebiyle büyüyen bir problem bu - Kuzey Kore hayati ihtiyaçların ithalatına kaynak yaratmak doğrultusunda kendisini büyük bir balistik füze ihracatçısı haline dönüştürdü. 

Makineli tarımda yaşanan güçlükler ve fabrikaların kapasitelerinin altında üretim yapması, Pyongyang’ın ülkesinin ihtiyaçlarını karşılamasını ve ABD'nin durmak bilmeyen tehditlerine karşı kendisini savunmasını sağlamasını oldukça güçleştirdi. Pentagon Kore çatışmasının alevlenmesi durumunda kullanılması amacıyla 1953’ten sonra güneyde bir nükleer silah stoku oluşturmaya başlamıştı. Kore yarımadasında onbinlerce Amerikan askeri bulunuyor, yine onbinlercesi de hemen Japonya’da kuzeyle herhangi bir savaş durumda hemen karaya çıkacak bir şekilde mevzilenmiş durumdaydı. Amerikan savaş gemileri Kuzey Kore kara sularının hemen yanı başında devriye geziyor ve burada nükleer silah denemeleri ve casus uçaklarının uçuşlarıyla Kore’yi sürekli tehdit ediyordu.

Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle tehditler daha da arttı. Sonrasında ABD’nin bir numaralı askeri görevlisi olacak olan Colin Powell, uğraşmak durumunda olduğu iblislerin sayısının azalmasından yakınıyor, Castro ve Kim İl-sung’a razı kaldığından söz ediyordu. Bu sebeple ABD'nin daimi tehdidi altındaki Pyongyang bütçesinin yüzde 30’luk gibi büyük bir bölümünü savunma harcamalarına ayırıyor.

1993’teki Nükleer Kriz

1987 yılında kuzey tarafı Yongbyon’da 30 megavat gücünde bir nükleer reaktör kurdu. Bunun ardında yatan fikir ise, ülkenin yeterli miktardaki uranyum rezervlerine güvenerek ithal edilen kömür ve petrolü nükleer güçle ikame etmekti. Güney tarafı da Japonya da nükleer reaktörler kuruyorlardı ve petrol ithalatına olan bağımlılıklarını azaltma çabasındaydılar. Sovyetler Birliği’nin sahneden çekilmesiyle beraber Küba ve Kuzey Kore’nin Powell’la baş başa kalmasının ardından gelen beş yıl boyunca Wahington’dan konuyla ilgili tek bir açıklama gelmedi. Ancak bu iki ülkenin Amerikan savaş makinesinin bitmek bilmeyen savaş ihtiyacının karşılanması ihtiyacının yeni bahaneleri olarak öne çıkmaları uzun sürmedi.

Cumings’in aktardığına göre, Amerikalılar için Kore yarımadasındaki nükleer kriz 1993 yılının Mart ayında Pyongyang’ın Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması’ndan (NPT) çekilmesiyle başladı. Fakat Kuzey Korelilere göre kriz 1993 Şubatında, Amerikan stratejik kumandanı (STRATCOM) General Lee Butler’ın önceden Sovyetler Birliği’ni hedef almış olan silahların artık Kuzey Kore’yi menziline aldığını açıklamasıyla başladı. CİA’in başı James Woolsey’in Washington’un bütün ilgisini Kuzey Kore’ye çevirdiğini açıklamasının ardından Pyongyang büyük bir paniğe kapıldı. Mart ayında Kuzey Kore sınırının hemen yanında, onbinleri bulan Amerikan birliklerinin B-1’lerle, B-52’lerle ve güdümlü nükleer füze (kruz füzeleri) taşıyan savaş gemileriyle bir savaş tatbikatı düzenlemesiyle iş iyice ciddiye bindi. Washington’un yeni dış politikasının nefret objesi kendileri olduğuna göre, Pyongyang NPT’den çekilmenin en iyi karar olduğunu düşündü böylelikle ABD’yi kendilerine nükleer bir saldırı gerçekleşmekten caydıracak önlemleri düşünmeye başlayabilirlerdi.

Washington Pyongyang’ın planlarını suya düşürmek için hemen çalışmalara başladı. Nasıl ki İsrail nükleer silah geliştirmeye çabalayan Saddam Hüseyin rejimini engellemek için 1981 yılında Osirak nükleer reaktörünü bombalayarak yok ettiyse, ABD de Yongbyon tesisleri için aynı şeyi yapabilirdi. Bu durumda kuzeyin nükleer araçlar için gerekli olan tüketilmiş yakıt sağlamasının önüne geçilmekle kalınmayacak, aynı zamanda Pyongyang’ın enerji üretimi hususundaki zayıflıklarını nükleer enerji üreterek kapatması planı da işlemez hala getirilecekti. Yani bir taşla iki kuş vurulacaktı: (1) Kuzey Kore ekonomik olarak zayıflatılacaktı (2) Pyongyang kendini savunacak etkili araçlardan mahrum bırakılacaktı.

Problem şuydu ki, kuzeyin nükleer tesislerinin yok edilmesinin kuzey tarafında sükûnetle karşılanmasının ihtimali yoktu. Kuzey tarafı hızla yanıt verebilirdi. 38.paralelde konuşlanmış çok sayıdaki ağır topçu birlikleri sadece Seoul’ü yerle bir etmekle kalmaz, aynı zamanda güneyde bulunan 40.000 Amerikan askerinden oluşan birlikleri de yok edebilirdi ve bu tolere edilemeyecek kadar büyük bir rakamdı.

Eski ABD Başkanı Jimmy Carter’ın Pyongyang’a uçması ve Kim İl-sung ile anlaşma çabalarına girişmesiyle kriz bir süreliğine sona erdi. Uzlaşma metni uyarınca kuzey tarafı NPT anlaşmasına yeniden girecek ve Yongbyon tesisini kapatacaktı bunun karşılığında ABD de ilişkileri normalleştirme söz vererek iki adet proliferasyona uygun hafif su reaktörü inşa edecek ve kuzeyin enerji ihtiyacını bir ölçüde karşılamak adına geçici bir süre için ülkeye gemiler aracılığıyla petrol tedarik edecekti. Uzun vadede sürecek bir barışın habercisi olarak gözükse de, anlaşma sadece infazın gecikmesi anlamını taşıyordu. Washington’un, Kuzey Kore’yle geçici bir anlaşma (modus vivendi) durumunda olmak işine gelmiyordu. Amerikan yetkililerine göre bu birkaç yıl sürecek bir durumdu ve kısa bir süre sonra ekonomik yaptırımlar etkisini gösterecek, Pyongyang’ın bütçesini felce uğratan savunma harcamalarıyla beraber ihraç pazarlarının çöküşü kuzeyin antiemperyalist kendine yeterlilik konumunu yerle bir edecekti. CİA’in planlamalarına göre Kuzey Kore 2002 yılında paramparça olacaktı.(11) ABD'nin geri vitese geçmesi, anlaşmanın hükümlerine sadık kalacağı anlamına gelmiyordu.

Washington’un çevirdiği dolaplar New York Times’da ortaya kondu. Kuzey Kore ekonomisinin çökeceği inancı, Beyaz Saray’ın 1994’te aldığı Pyongyang’ın NPT’ye yeniden girişi karşılığında Kuzey Kore’ye 2003 yılında hafif su reaktörleri vermesi kararında büyük etkiye sahipti. Clinton yönetiminde görevli kişilerle yapılan özel görüşmelerde aktarılanlara göre, ABD taahhütlerini gerçekleştireceği tarihe kadar Kim hükümetinin ayakta kalacağın ummuyordu.(12) Ancak reaktörlerin tamamlanma tarihi giderek yaklaşıyor ve tüm tahminlere rağmen Kim’in İşçi Partisi hala iktidarda ve ortada yakın zamanda bir çöküşün gerçekleşeceğini gösteren hiçbir şey yok. Kuzeyde bir yıkımın gerçekleşmeyeceğini fark eden Washington, yıkımı getirecek uydurma problemler yaratma yoluna gitti. Amerikan yetkililerine göre, Pyongyang gizli bir şekilde nükleer silah geliştirme programı üzerinde çalışıyor ve böylelikle anlaşma hükümlerini dikkate almıyor bu durumda anlaşmanın iptal edilmesi gerekiyordu. Sonuç olarak, bu zamana kadar ABD’nin pratikte yerine getirdiği petrol tedariki yükümlülüğü iptal etmesi Kuzey Kore’yi yeni bir enerji krizinin içine düşürdü ve Pyongyang’taki reaktörün yeniden faaliyete sokulmasını gerekli kıldı.

Amerikan Politikası Aynen Sürüyor
Herhangi bir çöküş alameti ortaya çıkmayınca, Washington gerilimi tırmandırdı ve Soğuk Savaş sırasında kullandığı oyun kartlarından birini öne sürdü. Ford Motor Company’nın başkanı olan, sırasıyla Kennedy ve Johnson’un başkanlıkları döneminde savunma bakanlığı görevinde bulunmuş Robert McNamara, Washington’un Sovyetlerin İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde uygulayabileceği tercihlere dair analizini açıkladı. Buna göre Moskova’nın üç hedefi vardı en önemliden itibaren sıralanacaksa eğer: (1) savaş sırasında büyük yıkıma uğramış ekonomisini düzeltmek (2) büyük oranda harap olan ordusunu güçlendirmek ve sinsice yaklaşan kapitalist dünyadan kendisini korumak (3) kendisini Doğu Avrupa’dan ve Üçüncü Dünya’dan arkadaşlar edinmek. Eğer Washington Sovyetlerin ikinci tercihini birincinin önüne koymasını zorlayabilirse, Sovyetlerin komünizme doğru yürüyüşü engellenebilirdi. Ekonomik gelişim yavaşlayabilir, Sovyet insanı güçten düşebilir ve Marksizm-Leninizm’e olan bağlılık Kremlin’den dahi zayıflayabilirdi. Askeri tehditleri artırmak kilit öneme sahipti. Böylelikle Sovyetler bir silahlanma yarışının içine sokulacaktı en iyi ihtimalle Sovyet ekonomisi büyük hasar görecekti ve sonunda Sovyet deneyimi yerle bir olacaktı.(13)

11 Eylül’ün ardından ABD Irak, İran ve Kuzey Kore’den oluşan şer eksenine savaş ilan etti. Başkan Bush’un konuşma metinlerini hazırlayan David Frum’un aktardığına göre, Kuzey Kore bu eksenin içine son anda eklendi, böylelikle Kuzey Kore kendini iyice sıkışmış hissedecekti.(14) Yaratılan baskının iyice hissedilmesi için Pentagon nükleer güce sahip olmayan ülkeleri de kapsayan ve önleyici saldırı konseptinin önünü açan yeni bir nükleer savaş stratejisi geliştirdi. Burada Kuzey Kore özellikle seçildi. Ardından, dönemin Amerikan Dışişleri Müsteşarı John Bolton ABD'nin Irak işgalini bir uyarı mahiyetinde kullanarak Kuzey Kore’nin (aynı zamanda Suriye ve İran’ın da) gerekli dersleri çıkarması gerektiğini belirtti.(15) ABD yenilenmiş, küstah ve askeri bir emperyalizmi hayata geçiriyordu ve Kuzey Kore ya teslim olmalıydı ya da kendine dikkat etmeliydi. Felix Green ABD'nin kamuya duyurduğu bu siyasetinin temel hedefinin devrimci hükümetleri yok etmek olduğunu belirtiyor. ABD bunu ambargolar uygulayarak ve diğer ülkelerin de buna ses çıkarmaması için baskı uygulayarak gerçekleştiriyor. Komünist devletlerin düşmanlarına mali ve askeri destek veriyor, sınırlarını sürekli taciz ediyor, onları nükleer savaş olasılığıyla tehdit ediyor ve bu ülkelerin halklarına sosyalist düşmanlığı ve kapitalizm propagandası yapıyor. ABD bu ülkelerin sömürüye yer tanımayan, refah içinde ve bağımsız bir düzen kurma çabalarına sürekli köstek olarak, olmazsa olmaz ihtiyaçların buralara ulaşmasının önüne türlü engeller koyarak, bu ülkelerin inanılmaz boyutlarda savunma harcamalarının altında ezilmesini sağlayarak gerçekten de kaçınılmaz ekonomik güçlükler yaratıyor buna da devrimci sosyalizmin yetersizliği ve ekonominin yanlış yönetimi adını veriyor.(16)

Tarihin Getirdikleri

Kuzey Kore’yi buraya getiren kendi tarihidir Japon istilasıdır, 30’ların gerilla savaşlarıdır, bu savaşımla ülkeyi birleştirmek ve savaş sonrası dönemde güneye çöreklenen işgal rejimini yurttan atma çabasıdır, ABD'nin Birleşmiş Milletler bayrağı altında 50’lerde ülkeye getirdiği holokosttur ve ayakta kalabilmek için Amerikalılara karşı gün be gün verilen mücadeledir. Ve bu mücadele Sovyetler Birliği’nin çöküşü ve Washington’un dünya hâkimiyeti çabası göz önüne alındığında iyice güçleşmiştir.

Kuzey Kore solun değerleri için savaşıyor: ekonomik adalet, eşitlik, kadın hakları, dış güçlerin hâkimiyetinden kurtuluş. Fakat bu mücadelesinin her adımında ABD'nin direnişiyle karşılaşmak zorunda. Mücadelesini de kimseden destek almadan ve hatta gelişmiş ülkelerdeki solun büyük bir kısmının düşmanlığını üzerine çekerek sürdürüyor.

Solda duranların çoğuna göre, Kuzey Kore itibarı olmayan iğrenç bir rejim. Gerçek ya da uydurma olan tüm kusurları, etrafımızı kuşatan olaylardan kopartılarak ülkenin ekonomik ve politik sistemiyle ilişkilendiriyor. Ülkeye yağdırılan hakaretler uzun süredir var olan önyargılarla büyük bir uyum sergiliyor. Pyongyang’a dönük uyuşturucu kaçakçılığı ve taklitçilik suçlamaları, Batı medyasının önümüze koyduğu günahkâr Kore imajıyla birebir örtüşüyor. Ancak bu suçlamaların doğru olup olmadığı ise tam bir muamma. Doğru da olabilir, ancak tüm bunlar bağlamı bir kenara fırlatılarak ve bu bilgilerin kaynağının (Amerikan hükümeti) inandırıcılığı sorgulanmadan hemen kabul ediliyor.

Şartları düşünün. Eğer bir insanın meşru bir şekilde hayatını kazanmasına engel olursanız, hiçbir seçeneği kalmayan bu insan yaşamak için meşru olmayan araçlara dönecektir. ABD'nin Kuzey Kore’nin dünyanın geri kalanıyla ticaret yapmasını engellemesi belki de yaşamak için Pyongyang’ı uyuşturucu kaçakçılığı ve taklitçilik yapmaya sürüklemiştir. Diğer yandan, dışarıdan destek almayan bir ülkeyi yalnızlaştırmak ve türlü yanlış suçlamalara maruz bırakmak oldukça kolay görünüyor. Beyaz Saray’ın lanet suçlamalarının derhal kitle iletişim araçlarıyla tüm dünyaya davulla zurnayla duyurulmasının önünde tek bir engel dahi yok. Hak edilmemiş inandırıcılığını da düşündüğünüzde, tüm bunlar kısa bir sürede kabul edilmiş doğrular haline geliyor. Washington onlarca yıllık teftiş rejimine rağmen, Irak’ta yetkililere bildirilmemiş kitle imha silahlarının olduğunu gibi saçma bir iddiayı dile getirebildi ve Irak’ın işgaline kadar olan sürede sağdan ve soldan tüm yorumcular bu iddiaların ne kadar da ciddi olduğu üzerine dil döktü. Sonradan bunun doğru olmadığının öğrenilmesinin hiçbir önemi yoktu, zaten çok geçti. Kuzey Kore’nin çirkin, korkunç bir ülke olduğuna dair inanç, tek bir aklı başında insanın bu ülke hakkında aklına iyi bir şey gelmiyor oluşu, tüm bunlar Washington’un propaganda ustalarının kabiliyetiyle açıklanabilir. Kapitalizme ya da emperyalizme ciddi bir şekilde karşı koymanın karşılığının “güvenilir” kaynaklar ve “son derece ciddi” yorumcular tarafından sürdürülen ve bitmek bilmeyen bir karalama kampanyası olduğunu fark edememek kişiyi bu türden manipülasyonlara karşı korumasız bırakmaktadır.

Ortak Çıkarlar

Hâkim sınıfların domine ettiği Amerikan dış politikasının, Kuzey Kore’nin bağımsızlık ve ekonomik özgürlük için savaşımına karşı oluşu anlaşılır bir şey. İkisinin çıkarları elbette ki çatışıyor. Ancak Kuzey Kore ile gelişmiş kapitalist ülkelerdeki yığınla insanın çıkarları arasında bir çatışma olduğunu söylemek son derece güç. Direkt düşmanlık değilse bile bu ülkelerdeki solun büyük çoğunluğunun bu konuya ilgisizliği ciddi bir açıklama gerektiriyor. Milliyetçi zehirlenme ve sınıf bilincinden yoksunluk – ülkemizin dış politikasını domine eden hâkim sınıflarla olan ortak paydamız, güney ve ya kuzey fark etmez, Kore’de bağımsızlık ve ekonomik özgürlük için savaşanlarla olanlardan daha fazla daha - bunun bir parçası. Yumuşak başlı solun liderlerinin bir yasaymışçasına oy ve saygınlık için prensiplerini feda etmeleri, çabuk kazançlar için temel hedefleri kurban etme eğilimleri, Kuzey Kore’ye olan ve kendilerini de bitiren ilgisizliklerinin bir nedeni.

Kuzeyin tarihi ve hükümetinin niteliği konusundaki bilgisizlik söz konusu açıklamanın bir diğer parçası tabi bunda ABD'nin Kuzey Kore’nin sonunu getirmek için uyguladığı ekonomik baskı politikalarının, tehditlerin, savaş politikalarının getirdiği bozucu, nahoş ve felaket etkilerinin payı da büyük. Temel besin gıdalarından gerekli ölçüde faydalanamamak, hayatınızın uzunca bir süresini askerde geçirmek, Demokles’in nükleer kılıcı altında bir ömür sürmek memnuniyet verici şeyler değil tabi ancak bunlar Kuzey Korelilerin kendi özgür iradeleriyle seçtikleri koşullar değildir. Tüm bunların sebebi sömürgecilikten, kapitalizmden ve emperyalizmden daha iyi şeyler önerdikleri için dış bir güç tarafından cezalandırılıyor oluşlarıdır. 

Başka başka yerlerde aynı amaç uğruna mücadele edenlerin en azından Kuzey Kore’yi anlama yükümlülükleri vardır. Che Guevara’nın ve diğer devrimcilerin 60’ların, 70’lerin ve hatta 80’lerin Kuzey Koresi’ni ilham kaynağı olarak görmelerinin nedeni açık. 30’lu yılların gerilla mücadelesinden çıkan kuzey, iki tür emperyalizme karşı savaş verdi. Japonlara karşı zafer kazanırken, Amerikalıların ilerleyişini de durdurma başarısı gösterdi. Kuzey, ABD'nin durmak bilmeyen öfkesinin yanı başında komünizme doğru yükselen sosyalist bir toplumu kurmaya çabalıyordu. Ülke ücretsiz sağlık, ücretsiz eğitim, neredeyse ücretsiz iskân, radikal bir toprak reformu, kadınlar için eşit haklar öneriyordu ve sanayisi güneydekinden çok daha ilerideydi. Buna tezat oluşturacak şekilde, 38.paralelin güneyine konuşlanan ABD burayı İngiltere’deki Sanayi Devrimi dönemini anımsatan yoğun sömürünün yaşandığı fabrikalarla doldurdu. İnsanlar, Avrupa’daki savaş öncesi faşist rejimleri rahatsızlık verici şekilde hatırlatan, ABD destekli bir askeri diktatörlüğün baskısı altında zor, acınası ve yarını belli olmayan hayatları yaşamaya mahkûm edildiler.

Bugün Che Kuzey Kore’den, fakirleşen ve besin kıtlığıyla mücadele eden bu ülkeden, ilham alır mıydı? Belki. Sadece şartlar değişti, ilham kaynağı olmasına vesile olan sebepler değil. Kuzey Kore’nin önüne koyduğu hedef – bağımsızlık, eşitlik, sosyalizm - çok daha zor, çok daha acı verici, Sovyetler Birliği’nin, Doğu Avrupa’nın ve kapitalizme dönük hızlı bir dönüşüm gerçekleştiren Çin’in boşalttığı alanın karşıdevrim tarafından doldurulduğu bir dünyada gerçekleşmesi çok daha zor bir hale gelmiş durumda. 

Acaba Che zorlukları on kat artan Kuzey Kore’ye sırt çevirir miydi? Son derece şüpheli. Bir devrimcinin dizleri üzerine çökerek yaşamaktansa ayakta ölmeyi tercih edeceği söylenir. Kuzey Kore hiçbir zaman dizleri üzerine çökmedi. Bana göre bu, Che’yi mutlu ederdi.


(6) Hugh Deane, “The Korean War: 1945-1953,” China Books & Periodicals, San Francisco, 1999.
(7) R.Palme Dutt, “Problems of Contemporary History,” International Publishers, New York.
(8) New York Times, 13 Ağustos 2003.
(9) New York Times, 8 Şubat 2005.
(10) New York Times, 5 Ocak 2005.
(11) “In ’97, U.S. Panel Predicted a North Korea Collapse in 5 Years,” New York Times, 27 Ekim 2006.
(12) age.
(13) Bahman Azad, “Heroic Struggle, Bitter Defeat: Factors Contributing to the Dismantling of the Socialist State in the USSR,” International Publishers, New York, 2000, p. 138.
(14) David Frum, “The Right Man: An Inside Account of the Bush White House,” National Post’tan alındı, 8 Ocak 2003.
(15) Workers World’de aktarılmıştır, 9 Ekim 2006.
(16) Felix Greene, “The Enemy: What Every American Should Know About Imperialism,” Vintage Books, New York, 1971.