James Petras: 'Erdoğan ateşle oynuyor, farkında değil'

James Petras dün ilk bölümünü yayımladığımız röportajın ikinci bölümünde Batı aydınlarının Arap coğrafyasındaki gelişmelere bakışını ve Türkiye'nin gelişmelerdeki rolünü değerlendiriyor.

Kendisini solda ya da muhalif olarak tanımlayan birçok batılı entelektüelin bölgedeki hareketliliklere emperyalizmin rolünü, NATO müdahalesini ve herhangi bir antiemperyalist, eşitlikçi ve adaletçi yönelimi olmayan siyasal İslamcı grupların yükselişini dikkate almadan kayıtsız şartsız bir destek verdiğini gördük. Sözgelimi Alex Callinicos Kaddafi’nin düşüşünü kutladı. Jürgen Habermas ise geçtiğimiz günlerde uluslararası kamuoyunu Suriye’ye müdahale etmeye çağıran bir metne imza attı. Örnekleri çoğaltmak mümkün. Genel olarak bakılırsa, hareketleri “kendiliğinden” ve “aşağıdan” bir demokrasi hareketi olarak gören ve bu hareketlerin bölgede ilerici, halkçı, demokratik bir alan yaratacağına dair bir kanaatin yaygın olduğunu görüyoruz. Sizce böyle bir tablo ne kadar gerçeği yansıtıyor? Otokratik rejimlerin yıkılması zorunlu olarak halk hareketlerine alan açar mı? Batılı entelektüellerin bu konumlanışını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bence batıda tarihsel olarak emperyalizmle hiç sorunu bulunmayan bir solculuk türü hep vardı. İkinci enternasyonel mesela... Fransız ve Alman sosyalistleri bir gecede kendi ülkelerinin safında savaş destekçiliği yapmaya başladılar. Fransa’nın sömürge savaşlarında sosyalistlerin tutumuna bakın. ABD’de Vietnam savaşına bakın. ABD’nin Tet Saldırısı'ndaki yenilgisine kadar Amerikan akademisinin çoğunluğu hâlâ savaşı desteklemekteydi. Ancak emperyalizmin yenilmekte olduğu ve bu yenilginin akademisyenlerin hayat standartlarında bir maliyeti olacağı anlaşılınca, akademisyenler birden eleştirel oluverdiler. Ve bu sözünü ettiğin sol isimler, bunlar entelektüel değil, akademisyen... İmparatorluk içerisinde oldukça ayrıcalıklı pozisyonlara sahipler. Solu imparatorluğun çıkarlarının prizmasından görüyorlar. Ezilen ülkeleri şeytanlaştırmak için hep bir yol bulurlar: Diktatörlük, feodalizm.

Röportajın dün yayımlanan ilk bölümünü buradan okuyabilirsiniz.

Dün Çin’i Hindistan’ı geri medeniyetleri olarak görüp beyaz adamın görevinin onlara medeniyet götürmek olduğunu iddia edenler bugün de insani müdahale ve demokrasi söylemiyle aynı şeyi yapıyorlar. Irak’ta kurdukları demokrasiye bakın. Ülkenin tüm altyapısını, tüm teknik bilimsel donanımını, bütün toplumsal dokuyu yok ettiler ve herkesin herkesle savaş içerisinde olduğu Hobbesçu bir toplum yarattılar.

Libya’da da aynı şey oluyor. Batılı entelektüeller daha yeni yeni Libya’nın aslında silahlı bir dizi çetenin, savaş ağalarının eline geçtiğini, bunların göçmenlere işkenceler yaptığını kabul ediyorlar. Callinicos nerede şimdi merak ediyorum. Siyahları katleden bu gerici katil sürüleri hakkında ne düşünüyor? Aslında olay şaşırtıcı değil. Habermas SPD’yi detekliyor, Callinicos’un partisi de İşçi Partisi’ni. Dolayısıyla bunları sol kılığına bürünmüş sağcı entelektüeller olarak görmek gerekir.

Aynı şey İsrail’de oluyor. "Solcular" sağcı Siyonistleri protesto ediyor, barış diyor, ta ki savaş başlayana kadar. Savaş başlayınca yine hepsi birleşiyorlar. Şunu rahatça söyleyebiliriz ki konu emperyalizm olunca İslamcı ve milliyetçi bir örgüt olarak Hizbullah bu batı solcularından on kat daha ilericidir. Maalesef durum böyle. Batıda Marksistlerin ulusal kurtuluş mücadelelerine eleştirel bir destek sunmasını isterdim. Ben elbette hayatımın hiçbir döneminde İslamcılığı ya da herhangi bir dini etnik görüşe dayanan hareketi desteklemedim. Ancak emperyalist barbarlık karşısında halkların mücadelesine destek verilmeli. Aslolan emperyalist işgalin bir ülkeyi yıkma uğraşı ve buna karşı mücadeledir.

Olayların başlamasından bir süre sonra Türkiye hükümetinin bölgede etkin bir rol oynamaya başladığına tanık olduk. Türkiye, Tunus ve Mısır için bir batı yanlısı, neoliberal Ilımlı İslam sentezi olarak rol model olmaya çalışıyor. Libya’da NATO saldırısına destek verdi, şimdi de Suriye’ye karşı savaş kışkırtıcılığına girişmiş durumda... AKP hükümetinin bölgedeki sürece dair yönelimlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bence Türkiye bölgede ABD emperyalizmin ortağı olarak yeni bir hegemonik güç olma yolunda ve yeni nüfuz alanları arıyor. Ancak büyük bir problemle karşı karşıya. Bir yandan bölgedeki nüfuzunu yaymak ve derinleştirmek istiyor diğer yandan müttefiklerinin çıkarları Türkiye halkının büyük bölümünün yönelimlerine karşı hareket ediyor. ABD İsrail’le müttefik, ama Türkiye halkının çoğunluğu İsrail’e karşı. Türkiye halkının çoğunluğu ABD’nin Afganistan‘ı işgaline karşı, Erdoğan ise bunu destekliyor. Dolayısıyla bu çelişkili durum kendisini bağımsız ve egemen izlenimi yaratan bir retorikle telafi etmeye çalışıyor. Ama altta İsrail’le askeri ekonomik ve istihbarat konularında işbirliği devam ediyor.

Erdoğan kendisini ılımlı İslam adına konuşan büyük bir devlet adamı olarak görüyor. Fakat bence bölgedeki önemini abartıyor ve uzun vadede kendi altını oyacak dinamikleri görmezden geliyor.

Erdoğan batıyı kendi çıkarı için kullandığını sanıyor, aslında Batı Erdoğan’ı kendi çıkarları içi kullanıyor
Erdoğan batıyı kendi çıkarı için kullandığını sanıyor, aslında Batı Erdoğan’ı kendi çıkarları içi kullanıyor. Bölgedeki gücünü yaymak için, kukla rejimleri güçlendirmek için. Şundan eminim ki Libya’da ya da Suriye de kurulacak olan olası kukla hükümetler Erdoğan’a değil, onun da ağababası olan ABD’ye bakacaklardır. Bana kalırsa Erdoğan ateşle oynuyor. Ancak bir yandan da askeri ve ekonomik olarak pozisyonunu güçlendiriyor. Ve İsrail’le kavgası üzerinden, Davos çıkışı üzerinden puan toplamayı amaçlıyor. Ancak şu var. Türkiye ekonomisi büyüdükçe, toplumsal eşitsizlikler de büyüyor. Türkiye emperyalist savaşlarda daha büyük sorumluluklar aldıkça, bunların şu ya da bu şekilde ülke içine sıçramaması imkansız. Yani pratikte aslında Türkiye şu an bölgedeki konumu açısından tepe noktasında. Arkasında batı var, yabancı sermayenin gücü var, bölgede etkili olan paralı askerler üzerinde nüfuzları var. Ancak bu durum oldukça istikrarsız. Çünkü batıyla ilişkiler, batı ekonomik olarak istikrarlı kaldığı sürece bir anlam ifade ediyor.

Örneğin Euro bölgesindeki ekonomik çöküntü. Bu Türkiye’yi er ya da geç etkileyecek. Yunanistan’daki çöküntü, Güney Avrupa’daki kriz, Doğu Akdeniz’e doğru ilerliyor. Batıdaki ekonomik kriz finansal akışları ve piyasaları etkilediğinde Erdoğan iktidarı ne kadar istikrarlı olacak merak ediyorum. Alternatif bir stratejisi var mı? Bence yok.

Erdoğan kendisini ılımlı İslam adına konuşan büyük bir devlet adamı olarak görüyor. Fakat bence bölgedeki önemini abartıyor ve uzun vadede kendi altını oyacak dinamikleri görmezden geliyor.

Bence bütün yumurtaları tek bir sepete koydu. Türkiye’deki Kemalist devlet aygıtını tasfiye etti ve tüm yumurtaları bu özel sektör ve yabancı sermaye akışına bıraktı. Diyebilirsiniz ki Asya pazarı var. Ancak Çin yavaşlıyor, Hindistan yavaşlıyor. Bence Ortadoğudaki çatışmalar sona ermeyecek. Bence Esad da düşmeyecek. Mültecileri silahlandırmakla bu işi olmaz. Bence bir nokta da Erdoğan Suriye’de etkide bulunmak için yeterli güce ve kaynağa sahip olmadığı gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kalacak. Ne yapacak? Suriye’yi tamamen işgal mi edecek? Bence buna gücü yetmez. Bu onun toplumsal tabanını zayıflatır. Şöyle diyebiliriz. Erdoğan iktidarı istikrarlı, büyüyor, ülke içinde ciddi bir hegemonya kurdu ve batıdan da güçlü ve sadık bir müttefik olarak, önemli bir onay ve destek alıyor. Erdoğan kendisini ılımlı İslam adına konuşan büyük bir devlet adamı olarak görüyor. Fakat bence bölgedeki önemini abartıyor ve uzun vadede kendi altını oyacak dinamikleri görmezden geliyor. Kısa vadede Türkiye’nin büyük bir dönüşüm, ya da toplumsal kalkışma, çalkalanma arifesinde olmadığını teslim edelim. Ancak bu tür finansal piyasalara dayalı bir tür tepeden kalkınma modelinin tarihinde hep istikrarsızlık vardır. Bu tür istikrarsızlıklar er ya da geç kitlesel bir toplumsal olaya dönüşürler. Diğer bir nokta da Erdoğan’ın egemenliğini güçlendirme yolu giderek daha baskıcı formlara bürünmeye başlıyor. Bunun Erdoğan karşıtı siyasi hattı güçlendireceğini görmek zor değil. Çünkü Erdoğan muarızları arasında bir ayrım gözetmiyor. Önce gerçek ya da kurgu, darbe teşebbüsünde bulunan generallerle başladı, sonra bu generallerle ilişkisi olduğu iddia edilen gazetecilere, oradan da bu gazetecilerle ilişkisi olduğu düşünülen entelektüellere, akademisyenlere, sonra da iktidarı eleştiren herkese sıçradı. Dolayısıyla baskı ağının giderek genişlediği ve merkezileştiği bir durum yarattı. Önce daha radikal figürler alınıyordu, şimdi ise oldukça merkezde, anaakım figürler dahi bu baskıyla karşı karşıya. Bu giderek artan bir tepki yaratacaktır. Bu yüzden ben mesela Avrupa’daki istikrarlı Hristiyan demokrat iktidarların bir muadili olarak görmüyorum. Ben Batı Avrupa’nın kendisini büyük bir kriz içerisinde görüyorum. Kriz derinleştikçe Türkiye’yi etkileyecek. Orta doğuda savaş devam ettikçe ,Türkiye bundan etkilenecek. Böyle bir Türkiye bir istikrar ve huzur adası olarak kalamaz. Zaten, iktidarın otoritaryen ve irrasyonel eğilimlerinin giderek arttığına tanık oluyoruz. Ancak soru şu: mevcut iktidarın yerini kim alacak? Kim bir alternatif yaratacak? Bu belli değil. Ben elbette radikal İslamcı bir harekettense ya da emperyalizme göbekten bağlı bir tür sosyal demokrasidense anti-emperyalist, solcu ve seküler bir hareketin yükseldiğini görmek isterim. Özet olarak, AKP’nin ardından ne geleceği henüz belli değil.

Melih Yeşilbağ - soL