İslamcılar tarihi ve kutsal yerlere saldırıda ABD ile yarışıyor

"Arap Baharı" süreciyle Ortadoğu'da inisiyatifi artan İslamcı örgütlerin, camiler de dahil tarihi ve kutsal mekanlara yönelik saldırılar konusunda sicili hayli kabarık.

Suriye ile ilgili haberlerde Esad'a bağlı güçlerin "camileri bombaladığı" yandaş basın tarafından sık sık dile getiriliyor. Benzer biçimde Başbakan Erdoğan da ajitatif amaçlı pek çok konuşmasında Esad rejiminin camilere saldırdığından dem vuruyor.

Ancak yandaş basının ve AKP iktidarının, gerek Suriye gerekse "Arap Baharı"nın uğradığı diğer ülkelerde sık sık camiler de dahil tarihi ve kutsal mekanlara yönelik saldırılar düzenlediği halde görmezden geldiği bir grup var: İslamcı örgütler.

Özellikle Selefi örgütler, aralarında Mali, Libya ve Bahreyn gibi ülkelerin de bulunduğu pek çok yerde Sünnilere ve Şiilere ait kutsal mekanlara saldırı düzenliyor ya da bu mekanları ortadan kaldırıyorlar.

Gerici propagandanın ikiyüzlülüğü
Dini duyguların suistimal edilmesi ve mezhepsel düşmanlıkların kışkırtılması, emperyalist müdahaleye zemin hazırlamak için hep kullanılagelen bir silah oldu. Ortadoğu gibi pek çok farklı etnik, dini ve kültürel unsurun bir arada yaşadığı bölgelerde bu silah özel bir önem taşımakta. Zira emperyalizmin Suriye planından rol kapma heveslisi AKP hükümeti de basın üzerinden yürüttüğü propaganda faaliyetlerinde sık sık bu ayrımı vurgulayıcı ve düşmanlığı kışkırtıcı söylemlere başvuruyor.

Oysa gerici propaganda açıkça ikiyüzlü bir içeriğe sahip. Sık sık Baas yönetiminin Suriye'de bombaladığı camilerden söz edenler, örneğin geçen yıl Bahreyn'de yıkılan onlarca Şii camiini hatırlamıyorlar.

2011 yılının bahar aylarında Bahreyn'de, iktidardaki gerici monarşiye karşı meydana gelen ayaklanmalar Suudi ordusunun müdahalesiyle kanlı bir şekilde bastırılmıştı. Bu süreçte Bahreyn yönetimi ayrıca nüfusun yüzde 70'e yakınını oluşturan Şiilerin ibadet yerlerine saldırmış ve aralarında 400 yıllık Emir Muhammed Buraygi Camii gibi tarihi yapıların da bulunduğu 30'a yakın camiyi yıkmıştı. Yıkımların ardından iktidardaki El Halife hanedanının üyesi olan Adalet Bakanı Ali El Halife, "onlar cami değil, kanuna aykırı binalardı" diye açıklama yapmıştı.

Bu süreçte ne AKP hükümeti ne de Bahreyn'de bir askeri üssü de bulunan ABD yönetimi, yaşananları gündeme getirmemiş ve sessiz kalmışlardı.

Selefiler Libya ve Mali'de tarihi camilere saldırıyorlar
Üstü örtülen bir diğer konu da Suudi Arabistan tarafından desteklenen ve Libya savaşında ve şimdilerde Suriye'de emperyalist güçlerce örtük olarak desteklenen Selefi örgütlerin Libya ve Mali gibi ülkelerde gerçekleştirdikleri camilere ve diğer ibadet yerlerine yönelik saldırılar. "Arap Baharı" sürecinde bizzat emperyalizm tarafından desteklenerek, rejim değişikliğine yönelik müdahalelerin askeri haline getirilen radikal islamcı örgütler, geçtiğimiz ay Libya'da tarihi Sufi cami ve türbelerine saldırmış ve bir kısmını yıkmışlardı. Bu süreçte UNESCO Libya yönetiminden kültür mirası sayılan bu eserlere yönelik saldırılara karşı önlem almasını istemişti.

İslamcı grupların hedefinde yalnızca kutsal mekanlar ve camiler yer almıyor. Okullar ve mezarlıkların da saldırılara konu olduğu biliniyor. Yine geçtiğimiz ağustos ayında Libya'da tarihi Osmanlı mezarlığındaki 30 mezar ve Osmanlı döneminden kalma tarihi Osman Paşa Medresesi, islamcı militanların saldırısına uğramıştı.


Mali'de Ensar el Din adlı islamcı örgüt son olarak tarihi Sidi Yahya Camisini yıkmıştı.

Durum Mali'de de farklı görünmüyor. Mali'de gerçekleşen saldırılarda son olarak Timbuktu'daki 600 yıllık tarihi Sidi Yahya Camii yıkılmıştı. Geçtiğimiz haziran ayında gerçekleşen bu saldırılar da, diğerlerine benzer şekilde camilerin yanında mezarlık ve türbeleri de hedef alıyordu.

Radikal'den Fehmi Taştekin pazartesi günü yayımlanan yazısında, olayları gerçekleştirenlerin Ensar El Dine gibi radikal islamcı gruplar olduklarını aktardıktan sonra, özellikle Mali'de yaşananların, Fransa'nın Mali ve Batı Afrika'ya yönelik müdahale girişimleriyle ilişkili olduğunu şöyle ifade etmişti:

"Ve Mali örneğinde olduğu gibi Selefilerin doğurduğu istikrarsız ortam eski sömürgeci güçlere müdahale için bahaneler sunuyor. 22 Mart'ta ayrılıkçılarla mücadala etmediği gerekçesiyle Amadou Torue'ye yapılan darbenin getirdiği boşluğu önce milliyetçi Milli Azavud Kurtuluş Hareketi (MNLA), ardından Selefiler doldurud. Kuzeyde Fransa büyüklüğünde bir alan merkezin denetiminden çıktı. Tevariklerin vatanı Azavad'ın bağımsızlığını isteyen MNLA'yı saf dışı bırakan Ensar el Dini Timbuktu'da, Tevhid ve Cihat ise Gao'nun hakimi oldu. 250 bin insan bölgeyi terk etti. Selefiler, geçici Devlet Başkanı D. Traore'yla müzakere için ülkede şeriat ilan edilmesi şartını koşuyor. 21 Eylül'de BM Güvenlik Konseyi, 3 bin askerle Mali'ye girmeyi öneren Batı Afrika Devletleri Ekonomik Topluluğu'na (ECOWAS) askeri müdahale için uygulanabilir bir plan hazırlaması görevi verdi. Tam da Mali'nin Fransız işgalinden kurtuluşunun 52. yıldönümünde müdahaleye yeşil ışık yakıldı. Fransa Savunma Bakanı Jean-Yves Le Drian de madahaleye lojistik destek sağlayacaklarını ilan etti. Hollande da bu hafta meseleyi BM Genel Kurulu'nda gündeme getirecek."

Hangisi daha barbar: İslamcılar mı, ABD mi?
Mali'de yaşanan barbarlık, emperyalizmin müdahalesine zemin hazırladığı gibi, çizdiği saldırgan görüntüyle "bölgesel istikrarsızlık" bahanelerine de kapı aralıyor ve tam da emperyalizmin askeri müdahale öncesi kamuoyu oluşturmada kullandığı araçları sağlıyor.

Diğer yandan ABD ordusunun Irak ve Afganistan'da bu ülkelerin kültürel mirasını ve tarihi birikimini nasıl yağmaladığı ve yerle bir ettiği hatırlanacak olursa, islamcı örgütlerin şimdilerde "Arap Baharı" ülkelerinde ABD'den aldıkları "vekaletin" hakkını verdikleri söylenebilir.

(soL-Dış Haberler)