Bari bebekleri rahat bırakın!

13 bebeğin öldüğü İzmir'de aileler evlat acısına gömülürken uzmanlar giderek ticarileşen sağlık sistemini suçluyor. Yetersiz altyapıyla daha fazla doğum hedeflenirken, yeni doğum teknikleri kâr amacıyla insan sağlığını tehdit ediyor.

soL (HABER MERKEZİ) Dün, İzmir'de 13 bebeğin kuvözde ölümünün yaşandığı Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nin kapısı önünde, içeride incelemelerini sürdüren bilim heyetinin yapacağı açıklama beklenirken, hastane yöneticilerinden birinin "hatasız kul olmaz" sözlerini sarf ettiği iddia edildi. Kayıtlara geçmeyen bu talihsiz açıklamayı ana haber bülteninde kıyasıya eleştiren ATV'nin, "Sağlık Bakanı nerede, hükümet neden ilgilenmiyor" diye sormayı akıl edememesi ise dikkat çekti.

İzmir Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nden gelen bebek ölümü haberleri, özellikle hükümete yakın medya organlarında bir günah keçisi bulma arayışına dönüşürken, olayın arka planına inme zahmetine girilmedi. AKP basını, "hatalı bir kul" bulmak ve koca bir sistemin kabahatini onun üzerine yıkmak için kolları sıvadı.

AKP döneminde bebek ölümleri istikrarlı olarak arttı
İzmir'den yürek yakan haberler geldiğinde, henüz Ağustos ayında Ankara Zekai Tahir Burak Hastanesi'ndeki 27 bebeğin ölümü haberi gündemden düşmemişti. Aslında son dört yılda, yenidoğan ünitelerinde yaşanan bebek ölümü haberlerinin ardı arkası kesilmedi. Hemen her yıl, bir hastanede toplu bebek ölümü vakası gerçekleşti. Verileri alt alta koyduğumuzda, netleşen tablo şu: AKP hükümeti döneminde bebek ölümleri "istikrarlı" bir artış gösterdi.

Anne-bebek ölümlerinin azlığı, yaygın olarak ülkelerin gelişmişliğinin, uygarlaşmasının ölçütü sayılan bir veri. Bu ise sadece doğan bebeklerin iyi bakılmasına değil, aile planlamasına ve koruyucu sağlık hizmetlerine de sıkı sıkıya bağlı. Çok sayıda üreyerek kaderine terk etmeye dayalı "kalan sağlar bizimdir" anlayışı, evrimin de insan uygarlığının da, daha alt basamaklarına özgü. Bu anlayışın günümüzdeki temsilcileri arasında "en az üç çocuk doğurun" vecizesi ile bütünleşen Başbakan ve "doğum kontrolüne şiddetle karşı olmasıyla" övünen Sağlık Bakanı da var.

"Tüp bebek, kâr odaklı bir endüstriye dönüştü"
Ülkemizde sık yaşanan prematüre bebek ölümlerinin arka planını, son vakaların gerçekleştiği İzmir'de görev yapan sağlık emekçilerine sorduk. Konunun uzmanları yenidoğan servislerinde kuvözlerde yatan çocukların büyük kısmının son yıllarda artan şekilde tüp bebek yöntemiyle dünyaya gelen ikiz eşi bebekler olduğunu söylüyor. Piyasada her gün bir yenisi açılan tüp bebek merkezleri, tamamen kâr odaklı çalışıyor. Hamilelik gerçekleştikten sonra gerisiyle ilgilenmiyorlar.

Uzmanlara göre insanların çocuk sahibi olmak için her türlü yöntemi kullanma hakları olabilir. Ama zayıf bir bağışıklık sistemiyle doğacağı belli olan bunca bebeğin bakımının yapılacağı servislerin sayısını, bununla ilgilenecek personel sayısını ve personellerin eğitimini aynı şekilde planlamayan sağlık idaresi, bu işi piyasa kurallarına bırakmakla ölümlere davetiye çıkarmaktadır.

"Ölümlerin sorumluluğu sağlık emekçilerine yükleniyor"
Ankara'daki Zekai Tahir Burak Hastanesi'nde altyapı yetersizliği nedeniyle aynı kuvöze 2 -3 bebek yatırıldığının ortaya çıktığını hatırlatan hastane çalışanları, bunu yapmak zorunda bırakılan sağlık emekçilerinin, ölümlerin sorumlusu ilan edildiğini vurguluyor.

Olaya tepki duyanların yaptıkları açıklamalarda, bugün yaşananların, yalnız Tepecik'te, İzmir'de değil, tüm ülkede insanların özel hastaneleri devlet hastanelerine tercih etmeleri için yürütülen bir kampanya gibi iş gördüğüne dikkat çekiyor. Birçok açıklamada "bu her ne kadar bir spekülasyon sayılabilirse de, kesin olan şu ki, bu ölümlerin altından devlet hastanelerindeki taşeronlaşma çıkacaktır taşeron firmada ucuza çalışan eğitimsiz personel, ya da taşeron firmanın kâr marjı için düşürdüğü kalite politikası çıkacaktır" deniliyor.

Bazı aileler acı haberi medyadan aldı
Son üç gündür İzmir'de yaşananlar, bu öngörüleri doğrular nitelikte. Mağdur anne babaların neredeyse tamamı, uzun süre çocuk sahibi olamadıkları için büyük borçların altına girerek yapay döllenme yoluna başvurmuş dargelirli çiftler. Çoğu tüp bebek örneğinde olduğu gibi, doğumlar vaktinden erken gerçekleşince, bebeklerini Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi'ndeki kuvözlere teslim ettiler. Ailelerin bir bölümü, henüz kucaklayamadıkları evlatlarının ölüm haberini medyadan aldı.

Hastanedeki bebek ölümleriyle ilgili soruşturmayı yürüten Cumhuriyet Başsavcılığı'nın talimatı üzerine, bebekleri ölen aileler, İzmir Asayiş Şube Müdürlüğü'ne çağrıldı. İzmir'de oldukları belirlenen on ailenin ifadeleri, Cinayet Büro Amirliği ekiplerince alındı. Beş aile hastaneden şikayetçi olurken, diğerleri "acımız bize yeter" diyerek şikayette bulunmadılar.

Hastane yetkililerinin örtbas çabası
Aileler evlatlarına ağlarken, hastane yetkilileri de verecekleri hesaptan kaçmanın derdindeydi. Bazı ailelere haber vermek için telefon bile açılamaması, bebeklerden beşinin alelacele toprağa verilmesi bunun göstergesi.

Olay medyaya yansıdıktan iki gün sonra, İl Sağlık Müdürü'nden "ihmal olduğunu sanmıyoruz" açıklaması geldi. Oysa bu açıklama yapıldığında otopsiler henüz tamamlanmamıştı, bağımsız bilim heyeti incelemelerini bitirmemişti. Nitekim, ilerleyen saatlerde dört üniversiteden yetkililerin oluşturduğu Bilim Kurulu, incelemelerinin sonuçlarını sözlü olarak açıkladı: İhmal vardı.

Bilim Kurulu'nda görev yapan İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Recep Öztürk, ölen bebeklerin beşinin kanında enfeksiyona rastlandığını söyledi. Öztürk, bebeklerin enfeksiyonu, damar içine verilen sıvıda oluşan bakteri üremesi sonucu kaptıklarını tahmin ettiklerini belirtti. Bu sırada, kimin söylediği meçhul, kaynağı belirsiz "hatasız kul olmaz" beyanatı, tabloyu tamamladı.

Mesele "kul hatası" değil
Başhekim ve yardımcısının da vurguladığı gibi, klinikteki bebekler çok düşük kilodaydı. Solunum destek cihazları takılmıştı, bazı bebeklere antibiyotik tedavisi de uygulanmaktaydı. Ama organları henüz tam gelişmeyen bebekler, dış tehlikelere karşı açık bir yara kadar savunmasızdılar.

Gelişimini tamamlayamadan doğan bu bebeklerin bakımının zor olduğunu tüm sağlıkçılar teslim ediyor. En ufak bir mikrop sızıntısı, onlarca bebeğin yaşamını söndürmeye yetebilir. Ve bu noktada, birer insan olan doktor, hemşire ya da teknisyenin hata yapabileceği kabul edilebilir.

Kabul edilemeyecek olan ise, bir ülkede hatalardan asla ders çıkarılmamasıdır. Henüz ağustos ayında Ankara'da 27 ölümlü bir skandal gerçekleşmişken, İzmir'deki ölümler kabul edilemez hale geliyor.

Ankara'daki olayda da, tıpkı İzmir'de hastane yetkililerinin yaptığı gibi olay örtbas edilmeye çalışılmıştı. Hatta Sağlık Bakanlığı, bağımsız bir bilim heyetinin incelemeler yapmasına izin vermemişti. Zekai Tahir Burak Hastanesi'nde de başlangıçta "enfeksiyon yok" açıklaması yapılmış, gerçek ortaya çıktığında ise kuvözlerde mecburen 2-3 bebeğin yatırıldığı itirafı gelmişti. Sonunda Sağlık Bakanı da topu atacak bir yer bulmuş, "YÖK yeterli hemşire almamıza izin vermiyor" diyerek nihai teşhisi koymuştu...

Toplam kalitesizlik yönetimi
Hatırlanacağı gibi, temmuz ayında İzmir DEÜ Tıp Fakültesi Hastanesi'nde iki ayağı bir pabuca giren hekimler "yanlışlıkla" bir kadının rahmini almışlardı. Daha vahimi, bunun bir benzeri bir ay sonra Denizli'de tekrarlanmıştı. Tüm bu gelişmeler, sağlık sistemine yerleştirilmeye çalışılan "Toplam Kalite Yönetimi" ve performansa dayalı uygulamalardan kısa zamanda ne kadar "verimli" sonuçlar alınabileceğini ortaya koyuyor.

Toplam Kalite Yönetimi'nde artı puanlar gibi, bir de eksi puanlar var. Ve şimdi eksilerin yazılacağı hane aranıyor! Herkes topu atacak yer arıyor. Olayın sorumlusu hangi hekim? Hangi hemşire dalgınlık yaptı? Kabahat deneyimsiz intörn'de miydi? Temizlikçilerin cahilliği miydi yoksa? Belki de hepsi! Yeter ki, fatura, sistemin kendisine kesilmesin, elbet bir suçlu bulunur.

Özel hastaneler böyle "müşteri" kazanıyor
Hastane çalışanlarının da belirttiği gibi bu ölümlerden esas olarak kapitalist sağlık sistemi sorumludur sağlığın korunması kavramına ve önleyici sağlık hizmetlerine yer tanımayan, hastalıkları tedavi etme ve kâr elde etme üzerine kurulu olan kapitalist sağlık sistemi sorumludur.

Sonuçta, insanı dehşete düşüren bir gerçek çıkıyor ortaya: AKP, sağlık sistemini düzeltmeyi neden istesin ki? İnsanlar ancak devlet hastanelerinden memnun kalmadıklarında özel hastanelere gider. Sahi, Başbakan'ın sevgili eşi hangi dev hastane zincirinin ortağıydı?..