Baasçılık neydi, ne amaçlamıştı?

Sovyetler Birliği'nin varlığının getirdiği iki kutuplu dünyada kendisine var olma alanı bulan Baas hareketi, bir emekçi iktidarı değil, siyasal pragmatizmi ilke edinmiş bir orta-alt sınıf hareketiydi. Özellikle Sovyetler'in çözülüşünün ardından otoriter eğilimleri daha da güçlenen hareket, liberalleşme ve batıyla barışmanın da yollarını arıyor, fırsat kolluyordu.

Türkiye’de AKP eliyle tamamlanan, geleneksel devlet aygıtını emperyalizmin ihtiyaçlarına göre yeniden düzenleyen sürecin bir benzeri Ortadoğu coğrafyasında yaşanıyor. Bu süreç içinde yaşanan ideolojik tartışmaların benzerlerinin Ortadoğu’daki siyasi özneler üzerinden de yürütüldüğü görülüyor. Bu süreçte en çok tartışılan başlıklardan bir tanesi coğrafyada uzun yıllar etkisini sürdüren Baasçılık oldu. Ortadoğu'daki birçok ülkede faaliyet yürüten, Arap birliği amacını güden Baas Partisi'ni, çıkış ülkesi olan Suriye'deki macerası üzerinden inceleyecek olursak ne görüyoruz? Ya da bugün yoğun eleştirilere tutulan Baasçılık neydi, neyi amaçlamıştı?

Baasçılık - İttihatçılık analojisi
Cumhuriyetin kuruluşunun meşruluğunu sorgulatmak peşinde olan liberal-yandaş kalemler, Jakobenlik ve ittihatçılığı adeta bir küfür gibi kullanırken, kurucu kadroları elitist ve tepeden inmeci olarak suçluyorlar. Kurucu kadroların yarattığını iddia ettikleri siyasi geleneğin de, Türkiye’deki askeri darbelerden, faşist baskılara kadar halka karşı işlenen tüm suçların kaynağı olduğunu iddia ediyorlar.

Aynı kalemler Ortadoğu coğrafyasında yaşanan rejim değişiklerini de devrim olarak selamlarlarken, İttihatçı-Baasçı analojisi kurarak, bu coğrafyadaki diktatörlük geleneğinin suçunu, yıllardır emperyalizmin bölgede sürdürdüğü politikaya değinmeden, bu bölgeye özgü olan ve ilerici bir geçmişi bulunan Baas Partisi üzerinden yürütüyorlar. Cengiz Çandar’ın Türkiye’deki "Ergenekoncu" yapıyı “Türk Baasçılığı” olarak tarif etmesi tesadüf değil. Yine Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın, Başbakan Erdoğan'ın YAŞ'ta masanın başında tek oturmasının bir reform olduğunu, Türkiye'de Baasçı geleneğin tasfiye edildiğini söylemesi bu çerçevede düşünülebilir.

Ve sonuçta, nasıl ki Türkiye gericiliğinin içinden çıkan "reformcu" ve batı yanlısı bir parti olan AKP "demokrasi bayrağını" eline aldıysa, Ortadoğu’da da, yıllardır gerici ideolojisi ile bilinen “Müslüman kardeşler” gibi özneler, emperyalizm tarafından parlatılarak, "arkaik" rejimleri değiştiren "demokrat" oluşumlar olarak pazarlanıyor.

Arap ulusunun sömürgeleşmeye tepkisi
2. Dünya Savaşı ertesinde, o güne kadar sömürge olarak yaşayan Arap halklarında artan uluslaşma, bağımsızlık gibi fikirler Sovyetler Birliği’nin faşizm karşısında gösterdiği büyük başarı sonrasında dünyada esen sol rüzgârdan da etkilenmiş, üçüncü dünya olarak tarif edilen bu geri kalmış Arap ülkelerinde, tarihe Baasçılık olarak geçen, emperyalizm karşıtı bağımsızlıkçı bir duruş ve Arap birliğini amaçlayan bir görüş olarak kendini ortaya koymuştur.

Geçmişi 1940’lara kadar dayanan Baas Partisi’nin, bilinen anlamıyla kuruluş tarihi 1953’tür. Ortodoks Hıristiyan Mişel Eflak ile Sünni Müslüman Selahattin el-Bitar tarafından Şam’da kurulan parti, 1953 yılında Ekrem El Havrani’nin "Arap Sosyalist Partisi" ile birleşerek "Arap Sosyalist Baas Partisi" adını aldı. İsminde geçen sosyalizm ifadesine rağmen parti, bilimsel sosyalizmin savunuculuğunu yapmadığı gibi, güçlü bir işçi sınıfı tabanına da yaslanmadı. Gelişen sanayi ile ortaya çıkmaya başlayan orta-alt sınıftan destek gördü, feodal düzenin unsurlarına karşı ülke içinde mücadele yürüttü. Baasçılık, temel olarak, sömürülmüş ve geri kalmış Arap ülkelerinde ortaya çıkmış bir ulusal solculuk olarak kendini gösterdi.

1990'lara kadarki süreç
1949 yılının Mart'ında Suriye’de bir darbe ile iktidarı ele geçiren Albay Hüsnü Zaim, başkanlığı ve meclisi lağvederken, Mısırlı subaylar da 1952’de Kral Faruk’u düşürürler. Bu sırada Brezilya’da olan Eflak, yıldızı yeni parlayan Albay Cemal Abdülnasır’ın icraatlarını izlemektedir. Nasır, 1956’da Süveyş Kanalı’nı millileştirmesi ve bir dizi ekonomik ve kültürel dönüşüme imza atması üzerine emperyalizmin saldırısına uğrayacaktır.

Mişel Eflak 1957’de Mısır’a gider ve bir sene sonra, 1 Şubat 1958’de, Suriye ile Mısır bir araya gelerek "Birleşik Arap Cumhuriyeti" adını alır. Bu dönemde Suriye’de Baasçı rejim, toprak reformu ve kısmi millileştirmeler ile geleneksel seçkinlerin nüfuzunu kırarak, ekonominin devletleşmesi yönünde adımlar atmıştır. Bu dönemde devletin öncelikli olarak sanayiye değil, toprak mülkiyetindeki eşitsiz dağılıma müdahale ettiği görülür.

Nasır’ın önderliğinde gelişen bu süreç, Suriye burjuvazisinin, gerici Müslüman Kardeşler örgütü ile işbirliği yaparak 1961’de bir darbe ile iktidarı alıp, Mısır’dan ayrılmasına kadar sürdü.

1963 yılında 8 Mart askeri darbesi ile Baasçılar tekrar iktidara gelir. Bu süreçte kamulaştırmalara hız verilirken, yabancılara ait petrol şirketleri ve bankalar devletleştirilir. 1965’te 115 sanayi şirketini kapsayan büyük bir kamulaştırma hamlesi yapılır. Bu yıllar Suriye’de toprak ağaları ve büyük burjuvazi için zor geçerken, alt gelir grubundaki ekonomik göstergeler olumlu sonuç vermiştir.

Ancak bu yıllar rejimdeki asker ağırlığının da arttığı yıllar olarak tarihe geçer. Baas partisinden kendi grubuyla ayrılan Salih Cedid, 1966 yılında Mişel Eflak ve Selahattin el-Bitar’ı hükümetten atarak, Şii subaylarla birlikte iktidarı ele geçirir. Şam yine Baasçı sloganlarla çınlamaktadır: "Kolektif liderlik", "Halkın Diktatörlüğü"...

1967 yılında Araplar İsrail karşısında tekrar yenilgiye uğrayınca bu sefer Şiiler kendi aralarında bölünürler. 1967 Haziran’ındaki Arap-İsrail Savaşı’nda prestijini yitiren Cedit’in iktidardaki yılları tükenirken, yıldızı parlayan bir başka isim Cedit’in Savunma Bakanı, Hafız Esad’dır. 1966-70 arası geleneksel Baas politikası uygulanmaya devam edilirken ve ekonomik dönüşümler sürerken, üçüncü dünya ülkeleriyle dış siyasette dayanışma içine girilir. Ancak 1970'te Hafız Esad’ın iktidara gelmesi, Suriye için yeni bir dönemin başlangıcı oldu.

Esad dönemi ve siyasal pragmatizm
1966 darbesini birlikte gerçekleştiren Cedid ve Esad’ın arası bir süre sonra ideolojik olarak açılmıştır. Ekonomik reformların sürdürülmesinden ve dış siyasetin ilerici ülkelerle dayanışmasından geçmesi gerektiğini iddia eden ve iktidardaki sol kanadı temsil eden Cedid, Arap milliyetçiliği başlığının öne çıkarılmasını savunan, pragmatist Hafız Esad karşısında yenik düşer.

Esad yönetimi program olarak Baasçılığı savunsa da, daha esnek ve uluslararası konjonktüre uyan pragmatist bir siyaset izledi. Baas Partisi genel sekreterliğini de üstlenen Esad, öteki Arap ülkeleriyle ilişkileri geliştirerek Suriye'yi Arap dünyası içinde etkin hale getirmeye çalıştı. İsrail ile ilişkilerde, her zaman bu ülkenin karşısında yer alan Esad yönetimi, Ekim 1973'te İsrail'e savaş açan Mısır'ın yanında yer alsa da, savaştan sonra izlenecek politikalar konusunda Mısır yönetimiyle görüş ayrılığına düştü. SSCB ile de ilişkileri geliştiren Esad, Filistin kurtuluş hareketine destek verdi.

1990’larda Sovyetlerin dağılmasının ardından ekonomide liberalleşme ve batı ile ilişkileri geliştirme yönelimine giren Esad yönetimi, 1991’de çıkarılan bir yasa ile kamu sektöründe özel yatırımcıların desteklenmesiyle liberal ekonomiye eklemlenme kararını açıkladı.

Suriye’deki Esad yönetimi yeni dünya düzeninde dış politika başlığında da siyasi açıdan kendini yeniden konumlandırmaya çalışmıştır. Buna göre eskiden sahip olduğu, Ortadoğu’daki batı muhalifi rolünü, Sovyet desteği kesilince sürdürmesi mümkün olmadığı için, batı ile ilişkilerde "normalleşme" yoluna gitmiştir.

Üçüncü yolun sonu
2. Dünya Savaşı ertesinde iki kutuplu dünyanın güç dengelerinde, emperyalizmin boyunduruğundan kurtulan halkların doğal refleksi ile sola ve Sovyetler Birliği'ne yakınlaşan bu rejimler, Sovyetlerin çözülmesi ertesinde, Ortadoğu coğrafyasına daha fütursuzca saldıran emperyalizm karşısında kendi sürekliliklerini artan bir otoriterlikle tesis etmeye çalıştılar. Baasçılık gerçek anlamda bir işçi sınıfı iktidarı olmadığı için ve değişen dünya politikasına tutunmak üzere bir orta yol bulma çabalarının kaçınılmaz sonucu olarak ayakta kalmayı başaramadı.

(soL - Haber Merkezi)