3 Ekim 1989: 'Almanya'nın birleşmesi' üzerine iki çift laf

Bugün, 1989'da Doğu Almanya'nın Batı tarafından ilhak edildiği karşı devrimin 25. yıldönümü Almanya'da 'kutlanıyor'.

Tevfik Taş

Bugün '89 karşı devriminin 25. yıldönümü Almanya'da 'kutlanıyor'.

İki eski Alman Demokratik Cumhuriyet yurttaşı olan başbakan Angela Merkel ve cumhurbaşkanı Joachim Gauck devlet erkanını temsilen Hannover'deki coşkulu (!) anmalara katılıyor. Yüksek güvenlik önlemleri altında sosyalist cumhuriyeti nasıl kurban ettiklerini anıp, nutuk çekecekler.

'Ölen' sosyalizme karşı yığınak
Alman sosyalist hareketinin yüz aklarından Friedrich Wolff, Alman Demokratik Cumhuriyeti'nin kuruluşunun 55. yıldönümünde, Demokratik Almanya'nın sözde suçlarını araştıran özel yetkilerle donatılmış, 11 kentte karargâh kurup 100 milyon avrodan daha yüksek bütçeyle palazlanmış, 2205 kişilik istihdam ekibiyle ''Gauck – Birthler Komisyonu''ndan söz ederken şu çarpıcı saptamayı yapmıştı: '' Sosyalizm gerçekten de yenilmiş olsaydı, bunca para, kadro ve güç sosyalizmin öldüğünü kanıtlamak için seferber edilir miydi? Sosyalizm idealini etkisiz kılmaya dönüktür her şey...''(1)

1989 yazında Alexanderplatz'da onbinlerin sloganlaştırdığı '' Wir sind das Volk!'' (Biz halkız) kitle eylemliliği batıda küçük bir hokkabazlıkla değiştirilip, ''Wir sind ein Volk!'' (Biz bir halkız) karşı devrime doğru evriltildiğinde, Alman Demokratik Cumhuriyeti'nin halkı henüz 'daha iyi bir sosyalizm için' meydanlara çıkmıştı. Geniş kitleler nezdinde amaç sosyalizmi tasfiye değil, eksiklerini onarmaktı. Bütün karşı devrim girişimlerinde nüve halinde bulunan unsur, kitlenin muradı ile karşı devrim güçlerinin fırsatçılılığının çakışma ihtimalinin mutlaka bir momentte buluşacağı kuralıdır. Bu uğursuz kuralı boşa çıkaracak biricik yöntem, devrimci öznenin yani partinin komünist uyanıklığını elden bırakmamasıdır.

Gorbaçov – Şvardnadze ihaneti, Demokratik Alman önderliğinin uyanıklığı elden bırakması ve halkın naifliği olmasaydı sosyalist Almanya bugün varlığını sürdürecekti... Bunun için Peter Hacks şu dizeleri dile getirmişti o her zamanki iğneli eleştirelliğiyle: '' Ah berbat halk, / Sana güven olmaz, / Bugün bunu istiyorsun, / Yarın başka bir şey...''(2)

Tarihte savaş çıkartmamış ilk Alman devleti: Alman Demokratik Cumhuriyeti
Yazar Günter Grass, birleşen Almanya'nın kendisiyle birlikte üç sorunu da birlikte getireceğini dillendirmişti yıllar önce: Almanya'da milliyetçi-şoven dalga yükselecek, militarizm önündeki engellerden büyük oranda kurtulacak ve Almanya Avrupa ülkeleri nezdinde dominant bir devlet konumuna çıkacaktır.(3)

Kabul etmek gerekir ki, bu üç öngörü de şu ya da bu oranda doğrulanmıştır. Demokratik Alman Cumhuriyet'i engelinden onu yutarak kurtulan Federal Alman Cumhuriyeti, kendi anayasasını ihlal ederek, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra ilk kez ülke dışına asker göndermiştir. Böylece tarihte savaş çıkartmamış ilk Alman devleti de 'aşılmış' oldu. Yugoslavya'nın NATO barbarlığınca tarumar edilmesinde yeni Almanya aktif rol alırken, Afganistan işgaline asker göndermiş, Irak, Libya ve Suriye savaşlarında emperyalist diğer ülkelerle eş güdümlü çalışmıştır.

Şovenizmin yükselişi
'Birleşme'nin hemen akabinde Almanya'da yaşayan mültecilere ve göçmenlere karşı paramiliter Nazi soytarıları devreye sokulmuştur: Hoyerswerda'da 17 ve 23 Eylül 1991, Rostock-Lichtenhagen'da 22-26 Ağustos 1992, Mölln'de 23 Kasım 1992, Solingen'de 29 Mayıs 1993 yakma sabotajları... 200'ün üzerinde ölü, binlerce yaralı ve günübirlik ırkçı saldırılar...

2006 Dünya Futbol Kupası'nın ev sahibinin Almanya olması tam bir fırsatçılık örneği olarak kullanılmış, futbol sevgisi şovenizm olarak yeniden işlenmiştir. 2008 Büyük Krizi ile Almanya, zaten iktisadi olarak güçlü olduğu bölgesinde bu kez de parasını kırbaç olarak kullanma becerisini edinmiştir.

Alman devlet kanallarında Hitler Almanyası'nın ''iyi yanları da vardı'' talk showları sıradanlaşmış, Thilo Sarrazin, Heinz Buschkowsky gibi sosyal demokrat politikacıların Hitler'in Mein Kampf'ını güncelleyen kitapları çok satar listelerine girmiştir.

Haftalık Die Zeit gazetesinin haberine göre, Almanya'da her beş kişiden biri yabancı düşmanı, her yirmi kişiden biri de antisemit.(4) ''Aşırı sağ suçlarda radikal artış'' başlığını geçen yılın 23 Martı'ında atan Der Spiegel, bu yılın resmi 3 Ekim ''Birleşme Günü'' öncesinde bu başlığı unutmuşçasına şunları yazabiliyor: ''Biz neredeyse hiç milliyetçi olmayan bir millet olduk''.(5)

Yeni Almanya, Demokratik Almanya engelinden dolayı 'yurtta ve dünyada barışçı' imiş meğer!

En büyük yalancı, en militarist Cumhurbaşkanı
Alman Demokratik Cumhuriyeti'ne karşı yalan ve saptırmada her yıl çıta daha da yükseltiliyor.

Bundan önceki cumhurbaşkanı Christian Wulff, Afganistan'daki Alman varlığını sorguladığı, İslam dininin Almanya'nın bir gerçeği ve bir parçası olduğunu söylediği için bir açığı bulunup görevinden istifa ettirilmişti. Yerine şimdiki Protestan papazı, yeminli antikomünist Joachim Gauck getirildi. Gauck kariyerine Alman Demokratik Cumhuriyeti'ne karşı kilisede direniş örgütleyerek başladı. Ve 2000 küsür kadrolu bir komisyonda sabah akşam yalan üretecek belge ve bilgileri kamuoyuna pazarlayarak egemen sınıfların sadık uşağı olduğunu kanıtlayarak yükseldi.

Cumhurbaşkanı'na göre Alman Demokratik Cumhuriyeti iktisadi açıdan berbat durumda olan, hukukun işlemediği, duvarın arkasına sığınmış bir diktatörlüktü.

Oysa gerçekler bunun tam tersi...

Demokratik Alman Cumhuriyeti, 7 Ekim 1949'da kurulduğunda ülke tam bir harabe idi. 1955'te savaş öncesi Almanya'nın iktisadi seviyesi iki katına çıkartılmıştı. 1989'un sonbaharındaki karşı devrimci çözülüşe kadar olan sürede ülke ekonomisi 1936 Almanyası'nın 16 katı büyümüştü. 1945 Almanyası'nın seviyesiyle ölçüldüğünde ise 30 kat.(6) Bundan dolayıdır ki, dönemin Federal Almanya başbakanı Helmut Kohl'un danışmanı, Noelle-Neumann yıllar önce Kohl'e yazdığı mektupta, Batı'dan Doğu'ya mali transferin gerekli olmadığını, asıl yapılması gerekenin ''ideoloji transferi'' olduğunu salık veriyordu.(7)

Demokratik Almanya, BM endekslerinde dünyanın en gelişmiş ilk 10 ülkesi sıralaması içindeydi. Bu bilgileri 'manipule' olarak ilan eden karşı devrim güçleri çözülmeden yaklaşık 6 ay sonra yaptıkları 'derin' araştırma sonuçlarını açıklamışlardı. Dönemin Federal İstatistik Dairesi Başkanı Egon Hölder kamuoyuna şu açıklamayı yapmıştı: ''Her ne kadar istatistiki veriler olabilen en pozitif yaklaşımla açıklanmış olsa da, DDR (Alman Demokratik Cumhuriyeti) istatistikleri gerçekliğe tekabül etmektedir''.(8)

İktidar partisi CDU'nun Genel Sekreteri Peter Hintze, '' Bu yüzyılın (20.) en etkileyici başarı hikayesidir'' diyebilmiştir Alman Demokratik Cumhuriyeti'ne. Kişi başına düşen gayri safi milli hasıla açısından İngiltere'nin hemen gerisinde, dönemin Ortak Pazar ülkeleri olan İspanya, Portekiz ve Yunanistan'ın çok çok ilerisindeydi!

Deneyimli piyasa, deneysel plan
Kapitalizm ile reel sosyalizm arasındaki yarışma, Alman coğrafyasında fevkalade eşitsiz koşullarda icra edilmek zorundaydı. Kapitalist piyasa iktisadı yüzyıllara dayalı bir birikim ve deneyime dayanıyordu. Oysa sosyalist iktisat için bunu söylemek mümkün değildir. Plan ekonomisi daha çok el yordamıyla ve deneysel olarak hayata geçirilmeye çalışıyordu. Bu devasa eşitsizliğin üstüne üstlük bir de Soğuk Savaş'ın 70'lerin sonuna kadar merkez üssü olmak vardı. Buna karşın Alman Demokratik Cumhuriyeti'nde bugün hâlâ batıda bütçe yetersizliği gerekçe gösterilerek hayata geçirilmemiş olan ücretsiz okul öncesi çocuk yuvaları, ücretsiz sağlık sistemi, ücretsiz eğitim hakkı, spor, sanat, kültür etkinliklerinin halkın katılımını sağlamak amaçlı sübvanse edilmesi, hamilelere örnek destekleme programları, ülkenin tamamına yayılmış kütüphaneler, tiyatrolar, müzeler açısından hiçbir kapitalist ülke onunla aşık atamazdı...

1990'a kadar Doğulu, ''işsizlik'' denen kavramı tanımıyordu bile. En düşüğünden kira bedeli, toplu taşımada olağanüstü yaygınlık, evsiz-işsiz kalmanın korku olarak aşıldığı bir toplumsal düzen. Geriye ne kaldı? Lüks tüketim eşyalarında sınırlılık... Bunun için kapitalizmin hayatın her alanını kuşatan diktasına eyvallah demek var mıydı?

Alman Demokratik Cumhuiyeti'nde faşist partinin örgütlenme hakkı yoktu. Bu haksa tabii...

Bugün Federal Almanya'da faşist parti liberal bir 'düşünce özgürlüğü' safsatasıyla kamu kaynaklarından besleniyor. Göçmenlere karşı ırkçı kampanyalar düzenleyip, terör estirebiliyor. Demokratik Almanya'da bu 'hak' yoktu. Olmayan bir başka hak daha vardı: Başkalarının emek gücünü sömürme 'hakkı'... Bu da Batılı ölçüde demokrasiye uygun değil. Fabrikalarda demokrasi vardı, aynı anlama gelmek üzere patron yoktu. Federal Almanya'da fabrikalar adeta sivil kışlalar gibi yönetilir. Demokrasi mi dediniz? Dört yılda bir oy!

Sekülerlikte ısrar
Ana akım Alman medyasının anlamakta güçlük çektiği bir şey de, dindarlık oranının ülkenin batısından doğusuna gittikçe azalan oranı. Karşı devrimden 25 yıl sonra, cumhurbaşkanın papaz olan bir ülkede nasıl olur da kilise üyeliği artmak şöyle dursun sürekli düşer? Batının pekçok yerinde her on kişiden beşi kilise üyesi iken doğuda bu oran on kişide ikiye düşümektedir. Kilise üyeliğinde istifalarda da doğu öndedir: Katolik kilisesinden son yirmi yılda yüzde 23,3 istifa ederken, Protestan kilisesinde bu oran yüzde 37,5'dir. Ülkenin batısında ise sırasıyla, yüzde 10,1 ve yüzde 11,6'dır.

Duvar konusunda sıfır samimiyet
Federal Almanya 24 Mayıs 1948'de kuruldu. Alman Demokratik Cumhuriyeti ise 7 Ekim 1949'da. Bölünmüş Almanya'yı birleştirme konusunda son çaba SSCB'den geldi: Tarihe ''Stalin Notası'' olarak geçen 10 Mart 1952 tarihli çaba Almanya'nın birleşmesine olanak yaratamadı. Kapitalist Almanya'nın ilk başbakanı Konrad Adenauer, ''Almanya'nın yarısını yönetmektense, yarım Almanya'yı yönetmeyi tercih ettiğini" deklare etti. Birleşme çabası sonuçsuz kaldı ve 1947 Truman Doktrini ile yeni bir ideolojik mücadeleler dönemine girildi. Bu dönem Soğuk Savaş olarak kodlandı. Bu süreç kapitalist Almanya'nın 1955'de NATO'ya girmesi ile sosyalist Almanya'nın da Varşova Paktı'na üyeliğiyle devam etti.

Batının yoğunlaştırdığı ajan-provakatör faliyetleri yetmezmiş gibi, genç sosyalist cumhuriyet bir de iktisadi açıdan çökertilme tehlikesi altındaydı. 100 milyar DM iktisadi zarardan sonra 13 Ağustos 1961'de anti sosyalist faaliyetlere karşı 3 metre 60 santim yüksekliğinde, 106 km uzunluğunda duvar örüldü. Bu duvar sayesinde 28 yıl boyunca genç sosyalist devletin sermayeye karşı korunması sağlandı. Avrupa'da savaşın çıkmaması, kapitalist/emperyalist Almanya'nın ABD ile birlikte ötgütlediği yıkıcı faaliyetlerin önüne geçildi.

Tabii Batı'da yaygın bir demagoji üretildi. Özgürlük kavramının içi boşaltılarak, 'duvar' karşıtı mizanseller örgütlendi. Maaşlı 'sanatçılar'ı oyunda rol almakta gecikmedi. Akçeli ilişkiler gırla...

Ne zamana kadar?

Anti-faşist duvar yıkılana kadar!

Sonra?

Batı daha azametli duvarlar ördü: İsrail, yoksul ve mazlum Filistinlilere karşı 90 bin zeytin ağacını keserek, 9 metre yüksekliğinde, toplam 790 km uzunluğunda bir duvar ördü! Sene, 1994...

ABD, toprağını istila edip yoksullaştırdığı Meksika'ya karşı 7 metre yüksekliğinde, toplam uzunluğu 1125 km olacak bir garabet inşaata başladı. Sene, 2006...

'Barışçıl' karşı devrim olmaz
Reel sosyalizmin tarihi yaşamsal önemde pek çok deneyimle doludur. Bundan öğrenmemiz gereken çok şey var. En başta da, devrimci önderliğin sosyalizm ateşini devrimci uyanıklıkla canlı tutmasında. Dönemin parti genel sekreteri Egon Krenz, 11 Kasım 1989'da sınır kapılarının halk tarafından yıkıldığını utanmazca yazanlara karşı, Helmut Kohl tarafından kendisine telefon açılarak teşekkür edildiğini, çünkü sınır kapılarının doğrudan MK emriyle açıldığını belirtmiş anılarında. Bir tür el verince kol koparma hali yani. Bugün ''barışçıl devrim'' diye dolaşıma sokulan lafların arkasında böylesi hatalar var. Duvarı yıkan güruh halk olmadığı gibi, karşı devrime karşı dirençsiz kalmak da bir o kadar sosyalist siyasete yabancı olmalıdır. Sosyalist hareket savunmacı konumlanışı terk etmek zorundadır.

Lakin, hiçbir karşı devrim 'barışçıl' değildir...

Alman halkı için en önemli kurtuluş günü 8 Mayıs 1945'dir. Kuruluş günü her ne kadar kesintiye uğramışsa da, 7 Ekim 1949'dur. Bugün ayın üçü, 7 Ekim'e ne kaldı ki!