Yemen’den İdlib’e uzanan yol

Suudi Arabistan'ın Yemen müdahalesi ile birlikte, Ortadoğu yeni bir kaosun içine yuvarlanmak üzere. Ancak Yemen, sadece Yemen'den ibaret değil. Aden Körfezi'nden İdlib'e doğru uzanan bir hattın yeni cephesini oluşturuyor.

Erman Çete

Batı basınında, karışan kafaları en iyi özetleyen kişi Washington Post muhabiri Liz Sly oldu. Ona göre, Irak’ta İran ve İran’ın desteklediği milislerle birlikte hizalanan ABD, Yemen’de İran’ın karşısındaydı. Yemen’e yönelik Suudi operasyonuna destek veren Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri, Libya’da Katar ve Türkiye’nin desteklediği grupları bombalıyordu. Katar ve Türkiye ise Yemen’de Suudi Arabistan’ın yanındaydı. Suriye’de ise herkes herkesin ayağına basmaya çalışıyordu.

Aynı gazetecinin görüşlerine başvurduğu Dubai merkezli Gulf Research Center’den Mustafa Alani ise, Suudi Arabistan’ın bölgedeki İran yayılmasına artık göz yummayacağını, bölgedeki kendi çıkarlarını korumak için de ABD’ye bel bağlamayacağını gösterdiğini söylüyordu.

Ona göre, bölgede bir “uyanış” vardı, bir karşı strateji geliştirilmişti, bunun test edildiği yer Yemen’di, ancak konu yalnızca Yemen’le ilgili değildi: Konu, bölgedeki güç dengelerinin değişmesiyle ilgiliydi.

EKİP YENİDEN TOPLANDI
Daha uzun bir tarihsel kesite bakıldığında ise, çok tanıdık bir “ekip” yeniden toplanmıştı: 1980’lerde Afganistan’ı (ve Pakistan’ı) Sovyetler Birliği’ne karşı “mücahid” yatağına dönüştüren Suudi-ABD işbirliği, 2006’de Şii eksenine karşı Sünni grupları destekleyen Suudi-ABD-Lübnan işbirliği…

Şu sıralarda, yine muhayyel bir İran tehdidine karşı, yine Suudi Arabistan öncülüğünde, ABD’nin biraz gönülsüzce katıldığı, İsrail’in şevkle desteklediği, çok sayıda Arap ülkesini (ve belki Pakistan’ı) içine alan yeni bir Sünni gruplaşması.

Yemen halkının uzun yıllara dayanan bağımsızlık ve adalet kavgasında, çoğunlukla farklı taraflarda yer alan Mısır ve Suudi Arabistan (Kuzey Yemen’de iç savaşta, bir yanda Suudiler, Ürdün ve İngiletere yer alırken diğer tarafta Cumhuriyetçi Yemenliler, Cemal Abdülnasır ve Sovyetler Birliği vardı), Ortadoğu’daki “yeni güç dengesi” oyununda yeniden ağırlık sahibi oluyor.

YEMEN'İN ÖNEMİ
Yemen birçok açıdan önemli. Kızıldeniz’in kontrolü için hayati önemde olan Aden Körfezi, Yemen, Somali ve Cibuti arasında kalıyor. Yine Bab el-Mendeb Boğazı, Kızıldeniz’i tutuyor. Yeryüzünün bu bölümü, Hint Okyanusu’ndan Çin Denizi’ne, Ümit Burnu’ndan Atlantik’e kadar uzanan geniş bir coğrafyanın ticareti için mühim. Yanı sıra Mısır’ın, İsrail’in, Ürdün’ün ve Suudi Arabistan’ın güvenlik “hinterlandı” da buraya kadar uzanıyor. Yemen ayrıca, dünyanın 39. büyük petrol üreticisi.

Ancak bütün bunlar, Yemen’i açıklamaya hala yetmiyor. “Arap baharı”nın Yemen için anlamına dair çokça yazılıp çizildi. Yemen, bazı açılardan hem bir anomali, hem de bir laboratuvar olma işlevini sürdürüyor.

Husilerin çok daha öncelere dayanan mücadelesinin son virajında, başkent Sana’yı ele geçirmelerinin yanı sıra, bunun hemen ardından iktidarı paylaşmak için yaptıkları çağrı/teklif de önemli bir yer tutuyor. Bölgemiz projeler çöplüğü olduğu için kimse hatırlamıyor ama, birkaç ay öncesine kadar, Husiler (İran)-Müslüman Kardeşler (Katar) uzlaşmasının yalnızca Yemen için değil, örneğin Suriye için de “model” olabileceğini konuşuluyordu.

Bu modeli öne sürenler, Yemen’deki İhvan-ı Müslimin tabanının El Kaide için mümbit bir toprak olduğunu da, Suudi Arabistan’ın ilk sessizliğinin ardından hemen Husi (ve Şii) karşıtı canhıraş bir propagandaya giriştiğini de muhakkak gözden kaçırıyorlardı.

ABD-İRAN PAZARLIĞI
Üstelik, gözden kaçırılan bir başka nokta, ABD-İran müzakereleri. İran’ın Yemen’deki eli-kolu üzerine türlü hikayeler uyduran Batı basınından bu saçmalığa itiraz eden örneklerden birisini geçtiğimiz günlerde New York Times verdi. Times’ın konuştuğu ABD’nin eski Yemen elçisi, Husilerin mezhepçiliği nadiren kullandığını, İran bağının abartıldığını belirtirken, mezhepçiliği Suudilerin yaydığını belirtiyordu.

ABD basınının Obama yönetimine ve İran’la müzakereye yakın duran kesimi (ki Liz Sly da bunlardan birisi), Yemen krizinin ABD’nin müzakere azmini kırmayacağını, ayrıca İran’ın Yemen tepkisinin de bir askeri müdahaleyi çağrıştırmadığını yazıp çizmeye başladı. Reuters’e göre ise Yemen operasyonunda daha fazlası vardı: Arap koalisyonu, Suudilerin ABD’den bağımsız hareket etmeye başladığını gösteriyordu.

TESADÜFLER: İDLİB VE TIKRİT
Tam da İran’la müzakerelerin Salı günü bir çerçeve metin ile yeni bir aşamaya geçmesinin beklendiği bir sırada, Yemen operasyonunun yanı sıra iki gelişme daha baş gösterdi: 1) Tıkrit’teki İran komutasında yürüyen operasyona ABD müdahalesi ve 2) İdlib’in El Kaide’nin Suriye kolu Nusra Cephesi öncülüğündeki bir koalisyon tarafından ele geçirilmesi.

Kimse, Suudi Arabistan ve diğer Arap ülkelerinin Yemen’de net bir askeri başarı kazanmasını beklemiyor. Suudiler, esas hedefin Husileri Aden’den uzak tutmak olduğunu açıkladı. Yine kimse, ABD’nin Tıkrit’e hava bombardımanı yapmasının Tıkrit için hayati önemde olduğunu düşünmüyor. Tersine, ABD müdahalesi, Şii milislerin geri çekilmesine neden oldu.

Ve nihayet hiçkimse, İdlib gibi askeri olarak büyük önemde olmayan bir kentin düşmesinin askeri anlamda “stratejik” olmadığını biliyor. Ancak İdlib taarruzu, Irak-Şam İslam Devleti (IŞİD) haricindeki İslamcı grupların Nusra Cephesi etrafında konsolidasyonunu sağladı. Dahası, İdlib taarruzu için kurulan “Fetih Ordusu” koalisyonunun kenti ele geçiren militanlara verdiği öğütlere bakılırsa, çok açık bir “şirinlik kampanyası”nın başlatıldığını görebiliriz: Esadcılar haricindekilere dokunmayın, Esadcıların çocuklarına zarar vermeyin (çünkü babalarının günahlarından onlar sorumlu değil), Esadcıları çocuklarının önünde öldürmeyin, Hristiyanların malı ve canına dokunmayın vs. “Ilımlı” muhaliflere bakın hele! Oysa aynı fetihçiler, İdlib’in kuzey doğusunda bulunan Şii kasabaları Kefraya ve Fua’da yaşayanların hepsinin kellesini almaktan bahsederken pek de ılımlı görünmüyorlar.

ALAMETLER BELİRDİ
Yüzeydekine bakanların göremeyeceği alametler belirdi. “ABD olan-bitenden hiç memnun değil”, Batı basını ve bizim AKP yanlısı tekfir sevdalısı “gazeteciler” için makbul bir tez olabilir. Ancak İran’ın gardını düşürmek, pazarlıkta elinin zayıflamasını istemek için, her zaman doğrudan müdahale gerekmiyor. Bazen, dostlarının önünü açarsın, ses çıkartmazsın.

ABD, bölgedeki müttefiklerinin kontrolden çıkma, onların iş tuttuğu kötü adamların kendisine zarar verme ihtimalinden hoşnut değilse bile, masada oturduğu düşmanını zayıflatan hamleler yapılmasından pek de rahatsız değil. 

Önümüzdeki Salı'dan itibaren, bahar ayları, "revizyonist" bölge politikasının yeniden değer kazanacağı bir döneme gebe.

Aden'den Tıkrit'e, oradan da İdlib'e uzanan hattın bugün gösterdiği şey, bu.

Bir de, Liz Sly'ın dediği gibi, "önceden bilinemezlik" bu süreci betimliyor. ABD, dört başı mamur bir stratejiyle hareket edemiyor, bazen idare-i maslahatçılığa oynuyor. Salı gününe kadar, hangi aktörlerin nasıl adım atacağı önceden kestirilemiyor.

Yahut, belki de her şey, eski ve üst düzey bir Beyaz Saray yetkilisi olan James Jeffrey'in feryadında olduğu gibidir: Burada kahrolası bir serbest düşüşün içindeyiz!