Trump'ın kılıç dansından Katar'a izolasyon düştü

Odağında Katar'ın bulunduğu krizin perde arkasında, bölgesel güç mücadelelerinin yanı sıra, "Büyük Birader" ABD'nin Trump yönetimi ile birlikte içine girdiği yeni yönelim de bulunuyor. Ancak Katar'a karşı Suudi ekseni, istikrar vaadinden uzak görünüyor.

Ali Örnek

ABD Başkanı Donald Trump'ın, kendi ifadesiyle “Çok sayıda güzel Amerikan askeri ekipmanı” satışını içeren 100 milyar dolarlık anlaşmasıyla gündeme oturan, şaşaalı Suudi Arabistan ziyaretinin ardından Körfez'de sular durulmuyor. Suudi Kralı Salman bin Abdulaziz es-Suud'un Trump ile omuz omuza yaptığı kılıç dansının ardından, Riyad'ın başını çektiği koalisyon, Körfez’in küçük ancak etkili ülkesi Katar'a hücuma geçti. 

Trump'ın Mayıs ayı sonundaki ziyaretinden bu yana önce Katar Emiri Temim'in, ABD ile ittifaklarının sembolü El Udeyd Üssü'ndeki askeri mezuniyet törenindeki konuşmada, ABD'nin bölge politikasını çelen açıklamalarda bulunduğu iddia edildi. İran'ın ‘görmezden gelinemeyecek bölgesel bir güç’, Hamas ve Hizbullah'ın ‘meşru direniş hareketleri’ olarak nitelendirildiği açıklama, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri tarafından hedef tahtasına oturtulurken, Katar, resmi QNA ajansının hacklendiğini ve Emir'e ait sahte açıklamaların bu sayede yüklendiğini iddia etti.

Bu olayın ardından Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri'ne ait medya organlarında Katar'ın 'El Kaide ve IŞİD terörünün destekçisi olduğu’, ‘himayesindeki Müslüman Kardeşler ağı ile Arap ülkelerine komplo kurduğu’ yönündeki iddiaları içeren haberlere yer verildi. Katar'ın Arap dünyasında oldukça etkili yayın organı El Cezire'nin internet sitesine Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Mısır tarafından erişim engellendi. Kriz, 5 Haziran'da Suudi Arabistan, Bahreyn, Mısır ve BAE'nin Katar ile diplomatik ilişkileri askıya alması, bu ülkeden yapılan uçuşları engellemesi ile doruğa çıktı.

TARİHSEL HUSUMET

Suudi Arabistan'ın eski istihbarat başkanı Bender bin Sultan tarafından “Bir TV kanalı ve birkaç kişiden ibaret” olarak nitelendirilen Katar, yüzde 88'ini 'yabancıların' oluşturduğu 2.6 milyon nüfusa sahip. Ancak üzerine oturduğu 25 milyar metreküplük doğalgaz rezervi ile ülke, bölgesel politikalarda etkili araçlara sahip.

Öncelikle ABD'nin Ortadoğu'daki en büyük askeri üssü Katar'da bulunuyor. Ayrıca Katar, Arap ülkelerinin hemen hemen tamamında belirgin bir toplumsal güce sahip Müslüman Kardeşler ağının hamisi olarak dikkat çekiyor. Katar istihbaratı, Suriye ve Yemen'de görüldüğü üzere El Kaide ile de oldukça sıkı ilişkilere sahip. 

Körfez'de Katar ve Suudi Arabistan arasında ilk kez kriz yaşanmıyor. 1996 yılında Suudi Arabistan ve BAE, şimdiki Katar emiri Temim'in babası Şeyh Hamad bin Halife'ye karşı kuzeni Casım Bin Hamad tarafından düzenlenen başarısız askeri darbeyi desteklemişti.

Taraflar arasındaki bir önceki kriz ise 2013 yılında açığa çıkmıştı. Suudi Arabistan, Katar'ın Libya, Tunus ve Mısır'da hamiliğini yaptığı Müslüman Kardeşler aracılığıyla Arap Baharı olarak adlandırılan süreçte öne çıkışını sindiremedi. Mısır'da Suudi destekli siyasetçilerin Müslüman Kardeşler'e karşı dikiş tutturamaması ve Suriye'de Katar'ın 'silahlı muhaliflerin hamisi' olarak ön plana çıkışı bu krizin gizlenemez boyutlara ulaşmasına neden oldu. ABD'nin araya girmesiyle Suudiler once Suriye dosyasını Katar'dan aldı, ardından Mısır'da destekledikleri Abdülfetah es-Sisi askeri bir darbeyle Katar destekli Müslüman Kardeşleri devirdi. Bu gelişmeleri Katar'daki 'saray darbesi' izledi ve Temmuz 2013'te Suudilerin hışımını üstüne çeken Katar emiri Hamad, görevi oğlu Temim'e bırakmak zorunda kaldı.

KRİZİN KAYNAĞI: ABD'NİN YENİ YÖNELİMİ

Katar ve Suudi Arabistan arasında tansiyonun yeniden yükselmesi ise ABD'de yaşanan görev değişimi ile oldu. Selefi Barack Obama'nın aksine, Trump'ın İran'ı tam boy hedefe oturtan yeni bölge politikası, ABD'nin İran'la uzlaşı arayışlarından memnuniyetsizliğini gizlemeyen Suudi Arabistan tarafından 350 milyar dolara varan anlaşmalarla selamlanmış oldu.

İran'la bu tür bir hesaplaşmanın ABD'ye yaratacağı maaliyeti göze alamayan Obama yönetimi, 2015 yılında önce “IŞİD'i geriletme” stratejisi ile rotayı rejim değişikliğinden Suriye'nin parçalanmasına çevirdi. Bir yıl sonra da Obama yönetimi İran ile nükleer mutabakata vardı.

Bu adımlardan rahatsız olan İsrail ve Suudi Arabistan ise kapalı kapılar ardında başlattıkları ikili ilişkileri, gün yüzüne çıkardı ve iki ülkenin yetkilileri İran'a karşı birleşik bir cepheden ilk olarak bu dönemde açıkça söz etmeye başladı. 2015'te Suudi Arabistan’la İsrail arasındaki basına açık görüşmelerde Suudi tarafını temsil eden Kraliyet Danışmanı General Enver Macid el-Eşki, İsrail Dışişleri Bakanlığı Genel Direktörü Dore Gold’la 2015’te yaptığı görüşmede “Tahran'a karşı ortak bir Arap askeri gücü oluşturulması çağrısı” yaptı. 

Trump ise yönetimi devralınca bu birlikteliği resmi bir ittifaka yöneltmek için adımlar atmaya başladı. Geçtiğimiz Nisan ayında İsrail'i ziyaret eden ABD Savunma Bakanı James Mattis, İsrailli mevkidaşı Avigdor Lieberman ile yaptığı görüşmenin ardından, Washington'un Ortadoğu'da İran'a karşı bölgesel bir savunma ittifakı kurmayı hedeflediğini söyledi. Trump'ın Riyad ziyaretinde de ana gündemi 'bölgedeki terörün destekçisi olmakla’ suçladığı İran'a karşı bölgesel bir ittifakın kurulması oldu.

KATAR'IN UYUM SORUNU

Ancak İran'la tam boy bir hesaplaşma, ABD'nin bölgede 'Körfez İşbirliği Örgütü'nü oluşturan tüm ülkelerle birlikte hareket etme yönündeki geleneksel politikasının da sonu anlamına geldi. Nitekim, Katar gerek İran ile sahip olduğu ortak ekonomik çıkarlar gerekse mevcut bölgesel iddiaları nedeniyle bu plana uyum sorunu yaşıyor. 

Birincisi İran'la tam boy bir hesaplaşma Katar'ın ekonomisini de tehdit ediyor. Emirliğin en önemli gaz sahası olan Kuzey Sahası, Basra Körfezi'nde bulunuyor ve bir ucu İran karasuları içinde yer alıyor. İran, Güney Pars Sahası olarak adlandırdığı bu rezerve Katar'ın Avrupa'daki en önemli müttefiki Fransa'nın Total Şirketi'ne işletme izni verdi. 

Trump yönetiminin 'yeni bölgesel ittifakının' pilot bölgesi ise Suriye... ABD yönetiminin, Obama’nın başkanlığı sırasında temelleri atılan ve özetle 'IŞİD'le mücadele adı altında hareket eden vekilleriyle, Suriye'nin Şam-Halep hattının dışında kalan bölgeyi işgal etme, Esad yönetiminin kontrolünden çıkarma' stratejisi Trump döneminin hedefe İran'ı oturtan stratejisine oldukça uyumlu.

Trump, özellikle Suriye'nin Ürdün sınırı boyunca sahadaki cihatçı vekilleri aracılığıyla Amman ile Bağdat'ı birbirine bağlayan karayolu hattında bir çeşit Suudi nüfuz bölgesi yaratmayı hedefliyor. ABD güçlerinin konuşlandırıldığı Suriye'nin Tanf kasabası ise bu hattın tam ortasında yer alıyor. Suriye ordusu ve İran destekli Şii milis güçleri geçen ay bu kasabaya ilerledikleri sırada ABD uçaklarının hedefi olmuştu. 

Temelleri Obama döneminde atılan bu stratejide, Katar'ın hamiliğindeki El Kaide'nin Suriye kolu Tahrir'uş Şam (eski adıyla Nusra Cephesi) ve Ahrar'uş Şam gibi cihatçı gruplara ise yer yok. Dahası ABD basını ve ABD'li düşünce kuruluşları bir süredir bu iki grubun kontrol ettiği Türkiye sınırındaki İdlib kentinin aslında bir El Kaide emirliği olduğunu keşfetti (!) Bu 'keşfin' ardından ABD'nin İdlib'i korumak gibi bir zorunluluğu olmadığı yazılıp çiziliyor.

Suriye'de bir rejim değişikliği hedefi ile yola çıkan ve daha fazla Türkiye ile Katar çizgisine yakın seyreden düşünce kuruluşları ve gazeteciler ise ABD'nin Ankara'nın tepkisine rağmen silah yardımını artırma kararı aldığı YPG'nin ileride daha büyük sorunlara yol açacağı ve Türkiye'nin terör tehdidi konusunda haklı olduğunu savunuyor. 

Türkiye'nin Rusya ve İran ile “çatışmasızlık bölgeleri” anlaşmasını imzalamasının ardından İdlib cephesinin durmasıyla Suriye ordusu şimdi ABD'nin yeni planlarını sabote edebilecek, ülkenin doğusu ve güneyindeki askeri operasyonlara hız verdi. 

ABD'nin sahada Suudi Arabistan-İsrail ortaklığının çıkarlarını daha fazla gözetmesi ile Katar, Suriye'de kendini saf dışı bırakılmış olarak buldu. Türkiye ise Rusya'nın Suriye'deki müdahalesi sayesinde Katar ile aynı akıbeti paylaşmaktan şimdilik kurtuldu.

FİLİSTİN VE LİBYA

Katar ve Türkiye hattının Filistin projesi de Trump'ın yeni yönelimin kurbanı oldu. Her iki ülke İsrail'e 'terbiye edilmiş bir Hamas' vadediyordu. Bu plan temelde Hamas'ın İsrail'e tehdit unsuru oluşturabilcek yanlarının törpülenmesiydi. Hamas lideri Halid Meşal'in Şam'ı terk ederek Katar'ın başkenti Doha'ya yerleşmesi bu planın ilk adımıydı.

Ardından Gazze'nin “cömert babasına” dönüşen Katar, İran'ın Hamas'a yaptığı yardımları dengelemeyi ve örgütün Tahran ile ilişkilerini tümüyle sonlandırmayı hedefledi. Katar-Türkiye inisiyatifi, Hamas'ın geçtiğimiz ay İsrail'in varlığını kabul eden siyasi bir belge açıklamasıyla bu yolda önemli mesafe katetmiş olduğunu gösterdi.

Ancak İran'ın hedefe konulduğu bu yeni dönemde İsrail'in artık “terbiye edilmiş bir Hamas'a” bile ihtiyacı kalmadı. Ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, iki yıl önce Tel Aviv yönetiminin sevinçle karşılayacağı Hamas'ın yeni siyaset belgesini canlı yayında yırtarak çöpe attı.

Katar, Suriye ve Filistin'de saf dışı kalmasına rağmen Libya'da hala aktif bir oyuncu. Katar'ın Libya'daki en önemli müttefiki ise yine Türkiye. Her iki ülke birlikte Trablus ve Misrata merkezli silahlı grupları ve siyasetçileri destekliyor. Bu gruplar ise BAE destekli Tobruk hükümetiyle zaman zaman şiddetli çatışmalara sahne olan bir güç mücadelesi içinde.

Mısır da Katar ve Türkiye ile BAE arasındaki güç mücadelesinde Tobruk hükümetinin yanında duruyor. Nitekim Mısır'a göre Katar ve Türkiye hem Mısır'da Müslüman Kardeşler'in hem de Libya'da IŞİD'in güçlenmesine yardım ediyor. 

SUUDİLERİN ZAAFLARI

BAE ve Mısır gibi iki önemli unsuru arkasına alan Suudi Arabistan, Katar karşısında ciddi bir üstünlük elde etmiş durumda.  

Ancak Suudileri 'bölgesel liderlik' çabalarında bekleyen asıl tehlike Katar'ın gücü değil. Öncelikle Yemen savaşının da gösterdiği üzere Suudi Arabistan askeri olarak 'kağıttan kaplan'. Ayrıca müttefik olduğu ülkelerle henüz krize dönüşmemiş olsa da zaman zaman çelişen çıkarlara sahip.

Örneğin Suudilerin Yemen'de yaşadıkları askeri fiyasko, BAE'yi farklı bir stratejiye yöneltti. Suudilerin “İran destekli” olarak nitelendirilen Husileri yenilgiye uğratma ve eski Devlet Başkanı Mansur Hadi'nin yeniden tüm Yemen üzerinde iktidarını tesis etme planının gerçek dışılığı ortaya çıktıkça BAE rotayı tüm Yemen'in kontrol altına alınmasından Yemen'in ikiye bölünmesine çevirdi.

Geçtiğimiz ay Hadi tarafından görevden alınması protesto gösterilerine neden olan Aden'in eski valisi ez-Zubeydi, tüm ülkede kontrolün sağlanmasından çok Güney Yemen'de bir Körfez destekli devlet kurulmasını istiyordu. BAE'nin ayrıca, Yemen'in ikiye bölünmesi durumunda Kuzey'deki İran nüfuzunu Rusya ile dengelemek için Moskova’yla temasta olduğu iddia ediliyor.

Suriye konusunda ise Mısır'ın Suudi Arabistan ile çelişen bir çizgisi var. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde Suriye yönetimi aleyhindeki kararlara karşı çıkan Mısır, bu ülkenin Libya gibi bir cihatçı cenneti olmasına yönelik endişesi ekseninde hareket ediyor.

Kısıtlı sayıda Mısır askeri halihazırda, cihatçılara karşı savaşta deneyim kazanmak için Suriye'de bulunuyor. Mısır, Rusya ile silah anlaşmalarına imza atarken, Moskova'nın Libya'da eski Kaddafi yanlılarını yeniden siyaset sahnesine döndürme çabalarına olumlu bakıyor. Mısır ve BAE'nin Rusya'nın Tobruk yönetimine silah satışına da aracılık ettiği iddia ediliyor.

Suudi Arabistan ise tüm bu çetferilli bölge politikalarında askeri ve siyasi ağırlık oluşturmaktan oldukça uzak.