Trump, NATO Zirvesi ve Avrupa

Trump’un performansı, potları, nezaketsizliği, birbiriyle çelişkili ifadeleri vb bir yana bırakıldığında ABD’nin zayıflayan gücünü ve etkisini korumak ve dünya siyasetini yeniden biçimlendirmek açısından müttefiklerini ekonomi ve askeri güç üzerinden yeniden hizaya çekmeye çalıştığı anlaşılıyor. Bu açıdan NATO zirvesi ABD’nin ittifakın ayakta kalmasındaki öncü rolünün teyidi ve tüm üyelerin…

Eren Korkmaz

ABD Başkanı Trump’un Brüksel’de NATO zirvesi ve sonrasında İngiltere ziyareti ve Helsinki’de Putin ile yaptığı toplantı beyfendinin kendisine has tavırları ve birbiriyle çelişkili söylemleriyle ilgi çekmeyi başardı. Her ne kadar Trump’un şovmen ve “sonuç-odaklı” işadamı kişiliği (!) ve diplomasiye değer vermeyen dangıl dungul tavrı ABD’nin müttefikleriyle ilişkilerini sıkıntıya sokuyor gibi gözükse de diğer yandan dünya genelindeki ekonomik ve siyasi krizin sonucunda açığa çıkan çıkar çatışmalarına denk gelmesi ve müttefiklerinin aynı üslupla cevap veremeyecek olmasının verdiği rahatlığı da içermesi nedeniyle gelişmeleri sadece Trump’un deliliği ile açıklamak yeterli olmayacaktır. Belli ki Trump’un sınırları bir ölçüde aşması kabul görülüyor, tabii ki ABD lehine belirli somut kazanımlar elde ettiği müddetçe.

Tabii, tüm gezisi diplomasi skandalları ile geçse ve ev sahipleri sürekli diken üstünde kalsa da Trump için bu gezi başarılı sayılabilecekken tam da gezinin sonunda, Putin ile basın toplantısındaki sözleri nedeniyle kendisini ciddi şekilde zora soktu. Trump’un açıkça Putin’i övüp kendi istihbarat servisini yermesinin ABD açısından savunulacak bir yanının olmaması nedeniyle ülkesine döndüğünde özürler dilemek zorunda kaldı, dilinin sürçtüğünü öne sürerek kendini kurtarmaya çalıştı.

Bu gezilerde Trump’un sonuçta elde ettikleri üzerinden başarı veya başarısızlığı değerlendirilebilir. Örneğin NATO için bir gün öncesinde gerekirse ayrılırız, NATO’ya Avrupa’nın ihtiyacı bizden fazla derken, ertesi gün NATO’ya güçlü bağlılığımız devam etmektedir diyebilmektedir. Ancak sürecin sonunda Avrupalı üyelerin daha fazla kaynak ayırmayı kabul etmesi ve silahlanmaya ayırdıkları payı arttırmaları göz önüne alındığında burada temel bir hedefe ulaştığı görülmektedir. Benzeri bir tavrı yakınlarda Suudi Arabistan’a ve Körfez ülkelerine yüklü bir silah satışı yaparak da göstermişti. Bu durumda Merkel’e veya İngiltere kraliçesine saygısızlık yapması magazinel bir önem arz etmektedir. Lakin Putin ile basın toplantısında ettiği lafın ABD’deki hiçbir siyasi taraf tarafından yenilip yutulabilir bir laf olmadığı açık ki sadece bu konuda özür üstüne özür dilemek zorunda kalmıştır.

Bu durum Trump üzerinde Rusya soruşturmasının bir tehdit olarak kalmasında da kendisini göstermektedir. Sonuçta hegemonyası gerileyen ABD’nin geleceğe dair politikaları konusunda birbirinden farklı vizyonlara sahip, birbirileriyle mücadele içinde siyasi gruplaşmaların olduğu açık. Trump kitle desteği ve şovmen yanıyla hem iç hem de dış kamuoyunda bazı ihtiyaçlara cevap olabilmekte, Cumhuriyetçi Parti içinde desteğini korumaktadır. Ancak seçimler, iç politikadaki güç dengesindeki değişimler veya benzeri skandalların artması durumunda Trump’un başkanlık kariyeri kısalabilir veya deli dolu üslubun sonuç getirdiğinin görülmesi ve hassas konularda sınırlarının yeniden çizilip toplum içindeki popüleritesini koruması halinde yönetimini sağlamlaştırabilir.

ULUSLARARASI LİBERAL DÜZENİN SONU MU?

Batı Avrupa medyasına göre Trump aracılığıyla ABD’nin NATO zirvesinde gösterdiği tutum ABD öncülüğünde Batı ittifakının sürdürdüğü “uluslararası liberal düzenin” sonu anlamına geliyor. Buna göre ABD’nin Avrupa’yı Rusya’ya karşı savunmada yalnız bıraktığı, Avrupa’nın ise ABD desteği olmadan Rusya’ya karşı direnç göstermesinin henüz mümkün olmadığı vurgulanıyor ve bu nedenle ABD’den güvenlik desteği isteniyorsa silahlanmaya ve NATO’ya daha fazla kaynak ayrılması gerektiği de ekleniyor. Bahsi geçen uluslararası liberal düzenin ekonomi ayağı “ticaret savaşıyla” bozulurken Trump’un NATO üzerinden verdiği mesajlar düzenin askeri-güvenlik yanının da güvende olmadığını göstermiş oluyor. Paris İklim Anlaşmasından, BM İnsan Hakları Konseyinden ve İran’la nükleer anlaşmadan tek taraflı çekilmesi, AB’yi ticari açıdan hedef alması gibi pratikler de bu algıyı pekiştiriyor.

Bu toplantı klasik bir zirve olsaydı bu kadar dikkat çekmeyebilirdi. Sonuç bildirgesinde ortak değerlere vurgu yapılır, AB ile yapıcı ilişkilerin devamı sözü verilir, Rusya hedef gösterilir, uzay ve siber savaş gibi yeni alanlarda NATO’nun sorumlulukları üzerinde durulur, Irak ve Afganistan’da teröre karşı savaşın süreceği söylenir ve biterdi. Ancak Trump zirvenin gündemini başarıyla şekillendirdi ve her bir üyenin % 2 kaynak ayırması hedefine odaklandı. Pentagon’un Avrupa’daki 60 bin ABD askerinin sayısını azaltma kararı da bu yaklaşımı güçlendirmiş oldu. Burada esas hedef ise Avrupa’nın patronu rolünü üstlenen Almanya’ydı. Hatta Trump Almanya’yı Rusya’nın esiri olmakla suçlamış ve Rusya ile Almanya arasındaki 9.5 milyar Euro tutarındaki Kuzey Akımı 2 projesini çok anlamsız bulduğunu belirtmişti.

TRUMP VE RUSYA SİLAHLANMAYA BAHANE 

Sonuçta, Kuzey Makedonya’nın NATO’ya davet edilmesi dışında Zirve’ye yüzde 2 bütçe tartışması damga vurmuş ve aralarında Yunanistan’ın da olduğu sadece 5 üyenin bu hedefi doldurduğu belirtilmiş, diğerleri de savaşa daha fazla kaynak ayıracakları sözünü vermişlerdir. Bunun dışında, Almanya ve Fransa artık ABD’ye güvenilemeyeceğinden hareketle kendi savunma harcamalarını arttırma kararı alırken Polonya da ABD’ye 2 milyar dolar ödeme yapıp topraklarında daimi bir Amerikan askeri birliği bulundurması teklifinde bulundu. İngiliz hükümeti de mevcut askeri kuvvetlerinin Rusya ile baş edemeyeceğini öne sürerek silahlanmaya ayırdığı bütçeyi gözden geçiriyor.

Trump’un AB’yi ticari açıdan düşman olarak tanımlaması ve Putin ile zirvesinden çıkan görüntü Avrupa’nın Rusya karşısındaki klasik güvenlik korkusunu yeniden pekiştirdi. Avrupa’nın Rusya ile baş edecek bir gücünün olmadığı ve ABD’ye de güvenememeleri Rusya’nın özellikle Baltıklarda daha etkin bir konum alacağı ve Kırım tarzı müdahalelerinin sürebileceği çekincesini gündeme getirdi. Özellikle İngiltere, Almanya ve Fransa’nın bu bahaneyle silahlanmaya daha fazla kaynak ayırması ve olası bir savaşa hazırlanması için de Trump’un tutumu iyi bir bahane oldu.

Örneğin, Ukrayna’da çatışmaların sürmesi ve Rusya’nın sınırlarının dışında yaşayan etnik Rusları koruma hakkından ve sorumluluğundan bahsetmesi bilhassa Estonya ve Letonya gibi Baltık ülkeleri nezdinde kaygı oluşturuyor. Sınır bölgelerindeki Rus askeri hareketliliği de bu kaygıyı besliyor. Hatta yakın zamandaki NATO tatbikatında, Polonya ile Litvanya arasında kalan ve Baltıkları Avrupa’nın kalanından ayıran, aynı zamanda Rusya’nın Baltık Denizindeki toprağı Kaliningrad ile Rusya’nın müttefiki Belarusya arasında kalan 104 kilometrelik Suwalki Hattı’nın tehlikede olduğu, Rusya’nın Kaliningrad’daki askeri güçleriyle Belarus ordusunun kısa sürede bu bölgeyi ele geçirip Baltıkları Avrupa’dan fiili olarak kopartabileceği öne sürülmüş ve buna engel olma amaçlı bir askeri tatbikat da NATO tarafından yapılmıştı. Aynı bölge üzerinde Rusya ve Belarus da ortak tatbikatlar ve savaş oyunları düzenliyor.

SAVAŞ HAZIRLIKLARI

Trump’un performansı, potları, nezaketsizliği, birbiriyle çelişkili ifadeleri vb bir yana bırakıldığında ABD’nin zayıflayan gücünü ve etkisini korumak ve dünya siyasetini yeniden biçimlendirmek açısından müttefiklerini ekonomi ve askeri güç üzerinden yeniden hizaya çekmeye çalıştığı anlaşılıyor. Bu açıdan NATO zirvesi ABD’nin ittifakın ayakta kalmasındaki öncü rolünün teyidi ve tüm üyelerin askeri kapasitelerini güçlendirmesi için harekete geçmesi açısından önemli bir gelişmeydi. Her ne kadar Trump Putin karşısında iyi bir görüntü veremese de NATO açısından esas düşmanın Rusya olduğu oldukça net ifade edilmiş oldu.

Trump’un dengesizliği üzerinden Batı Avrupa medyasındaki yorumlar ve Alman, İngiliz ve Fransız hükümetlerinin Avrupa’nın yalnızlığı ve zayıflığı üzerinden savaş hazırlıklarını yoğunlaştırmaya başlaması, diğer devletlerin, bilhassa Polonya ve Baltık devletlerinin de bu yönde önlem almaya girişmesi toplumlar nezdinde yapılacak savaş hazırlığının ve askeri harcamaların meşrulaşmasını da mümkün kılacak. Bu nedenle dağılmak üzere olan, kendi içinde kavgalı NATO görüntüsünün altında yeniden hizalanma ve saldırgan bir tutumun hakim olduğu dikkatlerden kaçmamalı.