The Times yazarı: Bazı durumlarda Erdoğan'ın çıkarları bizimkilerle buluşuyor

İngiliz gazetesi The Times'ın yazarı Roger Boyes, seçimlere kısa süre kala bir Erdoğan analizine imza attı. Boyes, 'Erdoğan’ı bizim demokrasi anlayışımıza uydurmak hiçbir zaman kolay olmayacak, ama ikiyüzlülükten de uzak durmalıyız. İçten patlayan Ortadoğu’daki bazı önemli durumlarda, onun çıkarları bizimkilerle buluşuyor' diye yazdı.

Seçimlere kısa bir süre kalan Avrupa basınında 24 Haziran seçimlerine ilişkin değerlendirme ve analizler yoğunlaştı.

The Times yazarı Roger Boyes, “Erdoğan’ın güç politikaları Putin’inkileri taklit etse de, amaçlarının çoğu Batı’yla ortak” diyor. 

Roger Boyes’in yazısı şöyle devam ediyor:

Türkiye’nin devlet kanalında Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle ilgili yapılan yayınların analizi, geçtiğimiz ay Recep Tayyip Erdoğan’a 105 dakika, en yakın rakibine 37 dakika ve Kürt partisi adayı Selahattin Demirtaşa koca bir 18 saniye ayrıldığını gösterdi. Kendisi şu anda tutuklu. Olaylar, bu hafta sonu sadece tekrar seçilmenin değil, tam yönetim yetkisine sahip bir başkan –modern bir sultan- olmayı da hedefleyen Erdoğan’ın lehine gelişiyor.

Vladimir Putin’in iktidara gelişi ve yerini sağlamlaştırmasına benzer bir süreç bu. Eleştiren muhabirler susturuldu, muhalif partilerin liderleri ayıklandı, yine de hâlâ Türk demokrasisinde bir miktar direniş var. Erdoğan, direkt zafer elde edemeyip ikinci tura gitmeye zorlanabilir –ki anketler bunu kazanacağını gösteriyor. Politik grubu İslamcı AKP, muhalif partilerin koalisyonuyla saf dışı kalabilir, bu durumda Cumhurbaşkanı Erdoğan, yeni bir meclis seçimi yapılmasını emredebilir, ta ki doğru sonuçları alana kadar. Putin’in aksine, Erdoğan’ın zafer kazanmak için savaşması gerekiyor. Ama her ikisi de ardında, bir mide bulantısı hissi bırakıyor.

Asıl önemli soru, Erdoğan’ın gücünü nasıl kullanacağı. Güçlü bir adam için ileriye doğru tek mantıklı adım bir savaş lideri olmak, sınırları korumak ve önümüzdeki on yıl içerisinde Ortadoğu’ya şekil verilirken otoritesini göstermek. Seçilmişlerin kulübüne katılacak. Birçok despot, konumunu birine borçlu: Mısırlı Sisi, dolabında bir general üniforması olmasına rağmen, Suudi parasına borçlu. Merkez Asya’daki kleptokratlar, hanedanlarını ayakta tutması için acımasız içişleri bakanlarına güveniyor. Çin’in Xi Jinping’i, omuzunun üzerinden sürekli muhafazakar ordusuna bakıyor.

Ancak Erdoğan ve Putin global piyasalar dışında hiçkimseye ve hiçbir şeye hesap vermiyorlar. Erdoğan seçimleri kazanırsa işinin ehli bir ekonomik danışman ekibi kurması gerektiği aşikar. Bu sene Türk Lirası, dolar karşısında beşte bir değer kaybetti. Erdoğan bu durum hakkında yabancı manipülasyonunu suçluyor, ama kendisine pek inanan yok: Türklerin %40.7’si ekonominin iyi şekilde idare edilmediğini düşünüyor.

Despotlar için savaş güç politkalarının bir uzantısıdır. Ve tabii ki, politik başarısızlıklar üzerindeki dikkati dağıtmak için de güzel bir araç. O zaman, hükümetle ordu arasındaki ilişkileri yeniden tanımlayan Erdoğan’a dikkat edin. Generaller 2007’de bir AKP adayının cumhurbaşkanı olmasını engellemek isteyince Erdoğan ve AKP, orduyu temizlemek için Fethullah Gülen’in takipçileriyle birlik oldular. O temizliği tüm silahlı kuvvetlerin içine de ilerletmek isteyince, bunun bedeli 2016 yılında çuvallayan bir ihtilal girişimi oldu; bu sefer Erdoğan, artık sürgünde olan Fethullah Gülen’le bağlantılı tüm subayları ayıkladı. Terfi için gerekli tek kriter, Erdoğan’a sadakat. Görev başındaki ordu, cumhurbaşkanının alet kutusundaki araç gereçlerden biri haline geldi. 

Kürtler, kendisinin bir numaralı hedefi olmaya devam ediyor ve Erdoğan onları ezmek için her kuralı çiğniyor. Kuzey Irak’ta binlerce Türk birliği, PKK’nın merkezi olduğu söylenen bölgeyi yok etmek için bir koridor açmaya çalışıyor. Türkler F-16’lar, hücum helikopterleri ve silahlı drone’lar gönderiyorlar –ve İran’dan yardım almaya çalışıyorlar, çünkü sığınak, dağlık Türkiye-İran-Irak sınırı üçgeni içinde yer alıyor. Ağır silahlı bir Nato üyesi, İsrail ve ABD’nin düşman ilan ettiği İran’la ortak bir sebepte buluşuyor.

Bu arada Kuzey Suriye’de Erdoğan, Kürtlerin uğruna savaştıkları bölgeden faydalanamaması için çabalıyor. Sadece Türk askerlerini ve Türklerin desteklediği birlikleri yerleştirmekle kalmıyor, aynı zamanda tuhaf bir şekilde Türk postaneleri açıyor. Muftü atıyor, Suriyelileri paralel bir polis örgütü için eğitiyor, okul ve üniversite kuruyor. Amacı, Kürt kültürünü kovmak.

Erdoğan Libya’da Tripoli hükümetine destek veriyor. Bir yandan da Yunanistan’la gerilim artıyor. Atina sığınma hakkı isteyen sekiz Türk subayın iadesini reddettiği için, Ankara karşılıklı göçmen görüşmelerini askıya alıyor. Türk komandoları alarmda bekletiliyor.

Türkiye’nin bu kadar koca bir orduya, hem de NATO’daki en büyük orduya ihtiyaç duymasına şaşmamalı. Ordu, Erdoğan’ın yönetimi altında, adeta kendisinin özel kuvveti haline dönüştü; seviyeli bir şekilde ulusal güvenliği gözetmek yerine, Erdoğan’ın dış politikalarına hizmet ediyor.

Erdoğan, Batı’ya karşı kızgınlığı ve şüphelerinden kuvvet alıyor. İşte bir düşünce: Bir takım kaygılarına rağmen, hadi, kendisiyle bazı amaçları paylaştığımızı kabul edelim. Kuzey Suriye ile Türkiye arasında bir güvenlik alanı istiyor; biz de öyle. 3 milyon Suriyeli mülteciyi aldığı için daha fazla para ve saygınlık istiyor. Adil bir istek. PKK sadece Türkiye’nin düşmanı değil, bizim de terör listelerimizde. Libya’ya gelirsek, BM destekli bir hükümetin arkasında duruyor; biz ülkenin etkin şekilde yönetilmesini de istiyoruz.

Erdoğan’ı, bizim demokrasi anlayışımıza uydurmak hiçbir zaman kolay olmayacak, ama ikiyüzlülükten de uzak durmalıyız. İçten patlayan Ortadoğu’daki bazı önemli durumlarda, onun çıkarları bizimkilerle buluşuyor.