Suriye'ye yönelik 'müdahale' tehdidi yeniden ısıtılırken: Bir belgeselin analizi

Suriye'de Türkiye ve Suudi Arabistan'ın desteklediği El Kaide unsurları harekat alanını artırırken, emperyalist merkezlerde de yeniden "askeri müdahale ve kimyasal saldırı" senaryoları gündeme getiriliyor. Consortiumnews.com'dan Robert Parry, Amerikan CBS televizyonunda yayımlanan Suriye karşıtı bir belgeseli analiz ediyor.

Çeviri: Can Önen

Geçtiğimiz Pazar akşamı CBS televizyonundaki “60 Dakika” programı, 21 Ağustos 2013 tarihinde Suriye’de Şam’ın hemen dışında gerçekleşen alçak sarin gazı saldırısını enine boyuna ele aldı. Programın sunucusu Scott Pelley, “hiçbir bulguyu es geçmeyeceklerini” söylese de, katledilen Suriyelilerin fotoğraflarının duygusal kolajıyla yüklü olan bölüm, gerçek sorumluyu saptamak konusunda hiçbir çaba göstermedi.

Pelley’nin ekibi, 30 Ağustos 2013’te, yani saldırıdan hemen 9 gün sonra Beyaz Saray’ın alelacele yayınlayarak Esad hükümetini suçladığı “white paper”ının basmakalıp bilgeliğini paylaşıyor. Fakat Pelley, saldırıdan 20 ay sonra ortaya atılan aksi yöndeki kanıtları ve bana söylendiği kadarıyla ABD istihbaratı içerisindeki karşıt görüşleri görmezden geliyor.

Programın söz konusu bölümü, Suriyeli isyancılar tarafından çok daha önce gerçekleştirilen kimyasal saldırılarını araştırmak üzere Esad tarafından Şam’a davet edilen Birleşmiş Milletler (BM) müfettişlerinin soruşturmasıyla ilgili olayları da kronolojik olarak çarpıttı. Bahsi geçen isyancılar, İslami radikalizmin doruklarında gezinen El Kaide uzantısı Nusra Cephesi ve çok daha vahşi olan İslam Devleti gibi güçler tarafından domine edilmekte.

BM RAPORU SÜMENALTI EDİLDİ
Pelley, bölümü Şam’ın güneyindeki varoş bölge Muademiye’de sarin gazı saldırısına tanıklık ettiği öne sürülen bir Suriyelinin röportajıyla başlattı ancak, bu bölgenin BM müfettişleri tarafından incelenen ilk yer olduğu ve saha testi sonucunda sarin bulgusuna rastlanmadığı gerçeğinden söz etmedi.

Ne tesadüf ki program sırasında BM laboratuarlarında Muademiye’den incelenmek üzere getirilen roketten de sarin ya da başka bir kimyasal gaz bulgusunun çıkmadığından söz edilmedi.

Muademiye’de tespit edilen kimyasal kalıntılarının, etkisi azalmış sarin olup olmadığı konusunda iki laboratuar arasında bir anlaşmazlık yaşandı. Ancak, kalıntıda sarin izine rastlandığını savunanların tezlerinin hiçbir mantığı yok, çünkü BM ekibinin iki üç gün sonrasında bu kez Şam’ın doğu bölgesindeki Zamalka’da yaptıkları inceleme sırasında sarin bulgusuna rastlandı ve daha önce anlaşmazlığa düşen bu iki laboratuar sarin bulgusunu hemen doğruladı.

YANITLANMASI ZOR SORU
Bu durumda sorulması gereken soru su: eğer Zamalka’daki sarin izleri azalmadıysa, neden Mudamya’da daha öne azalmış olsun?

Bu soruya verilebilecek en mantıklı yanıt, Mudamya’da sarin saldırısı gerçekleşmediği, ancak inceleme yapan laboratuarların ABD’nin alelacele vardığı yargıya payanda olacak bir takım suçlayıcı verilere ulaşma baskısı altında olduklarıdır.

Mudamya’ya atılan füzede sarin çıkmaması Pelley’nin söz verdiği ilk tanığın inandırıcılığına gölge düşürüyor. Diğer olasılık ise, bölgeye fırlatılan bir füzenin orada bulunan kimyasal konteynırlarından birine denk gelmesi ve insanların panik halinde kimyasal saldırı altında olduklarını düşünmeleri.

Bu sonuncusu aslında 30 Ağustos 2013 gibi erken bir tarihte 16 ABD istihbarat örgütünün konuyla ilgili konsensüsü olarak ortaya atılan “Ulusal İstihbarat Değerlendirmesi” belgesine düşülen şerhlerden biriydi.

ABD'DEKİ ÇATLAK SES
“Ulusal istihbarat Değerlendirmesi”nin argümanlarını tekrar eden ve o dönem Suriye ile bir savaş için avuçlarını sıvazlayan Dışişleri Bakanlığı’nın “Hükümet Değerlendirmesi” adlı metni ortaya atmasıyla birlikte, varılan aceleci sonuçlara karşı çıkan görüşler boşa düşürülmüş oldu. Buna rağmen, istihbarat analistleri ortaya çıkan “white paper”a küçük de olsa bir çatlak sesin dahil olmasını başardılar.

Çatlak ses raporda aynen şöyle diyor: “Bazı yerlerden gelen kimyasal saldırı haberleri, hastaların bulundukları bölgelerden çevre hastane ve medikal tesislere transfer edilmelerinden kaynaklanıyor olabilir. Haberler ayrıca, diğer mahallelerde kimyasal kullanıldığı haberlerini duyan halkın devam eden havan ve füze saldırılarını panik içerisinde yanlış yorumlamalarından da kaynaklanıyor olabilir.”

Başka deyişle, bazı istihbarat analistleri, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın saldırı oklarını Esad ordusuna doğrulturkenki en sağlam argümanı olan sarin gazı saldırısı iddiasını sorguluyorlardı.

'SAHTE BAYRAK' OLASILIĞI
Eğer sarin gazıyla dolu tek bir füze saldırısı varsa ve o da Zamalka’ya düşense, akıllara bir provokasyon veya “sahte bayrak” saldırısı olasılığı gelir. Böyle bir provokasyon, ABD’nin Esad’ın ordusunu yok ederek Şam’ın kapılarını bir El Kaide veya İslam Devleti zaferine aralaması düşleriyle yanıp tutuşan radikal İslamcılar tarafından gerçekleştirilmiş olmalı.

Araştırmacı gazeteci Seymour Hersh, Türk istihbaratının radikal İslamcılara sarin yapımı için gereken materyalin üretimi için uzmanlık sağladığı iddiasını ortaya attığı çarpıcı makalelerinde bu duruma dikkat çekmişti.

Hersh, Aralık 2013’te ihalenin Esad’ın üzerine nasıl yıkılacağı konusunda ABD istihbaratında ciddi bir ayrım olduğunu yazdı. Yazısında, kasten çarpıtılan istihbarat konusunda görüştüğü ABD’li uzmanlarının bazılarının oldukça endişeli olduğunu belirtti.

Hersh’in ileri sürdüğüne göre, üst düzey istihbarat çalışanlarından biri, başka bir meslektaşına attığı e-postalardan birinde hükümetin Esad’ın sorumluluğu konusunda verdiği “güvencenin” bir göz boyama olduğunu ve saldırının “rejimin işi olmadığını” belirtiyordu.

“Eski bir üst düzey istihbarat yetkilisi bana Obama yönetiminin istihbarat verilerinin kronolojik düzeniyle oynadığını aktardı. Böylece o sırada gerçekleşmiş bulunan bir saldırının sanki yakın zamanda gerçekleşecekmiş gibi ele alınması ve analiz edilip buna göre adımlar atılması sağlanmıştı. Bu olay, ona 1964 Tokin Körfezi vakasını hatırlatmış.  Bu olayda Johnson yönetimi Ulusal Güvenlik Ajansı istihbaratını ters yüz edip Kuzey Vietnam’a düzenlenen bombardımanlardan birini meşrulaştırmıştı.”

KISA MENZİLLİ FÜZE
Daha sonra roket bilimcisi ve Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nde bilim, teknoloji ve ulusal güvenlik politikaları profesörü olan Theodore A. Postol ve Tesla Laboratuarları analistlerinden Richard M. Lloyd Zamalka’ya atılan ev yapımı sarin yüklü füzeyi incelediler ve en fazla 2-3 kilometrelik bir mesafeden fırlatılmış olabileceğine kanaat getirdiler.

Bu da, füzenin hükümet kontrolünde olan bölgelerden değil, ancak isyancıların kontrol ettiği bölgelerden fırlatılmış olabileceği anlamına geliyordu.

Bu bulgu İnsan Hakları Gözlemevi ve New York Times’ın, biri Muademiye’den diğeri Zamalka’dan olmak üzere söz konusu iki füzenin güzergahları konusunda ortaya attıkları ve her iki noktadan da 9,5 kilometre uzaklıkta bulunan bir Suriye ordusu üssüne işaret eden iddiaları tamamen çürütüyordu.

Bilim insanlarının bulgularına göre, yalnızca Zamalka’daki füzede sarine rastlanması bir yana, füze üssün bulunduğu noktayla düştüğü yer arasındaki mesafenin ancak üçte birini kat edebilecek bir menzile sahipti.

Times, “suçlu Esad” iddiasını 17 Eylül 2013 tarihinde birinci sayfadan duyururken, düzeltme yazısını 29 Aralık 2013’te yani Noel ve Yeni Yıl tatilleri arasında sekizinci sayfada yayınlamayı tercih etti.

BELGESELDE 'ŞÜPHE' YOK
Bu şüphelerin hiçbiri Pelley’nin “60 Dakika”sında yer bulmadı. Pelley bunun yerine, ABD istihbaratına yaslanarak Suriye hükümetine işaret etmeyi sürdürdü: “Füzeler Suriye ordusunun kullandığı tip füzelerdendi ve diktatörlüğün kontrolünde bulunan bölgeden ateşlendiler. ABD istihbaratı, Suriye ordusunun yıllar süren bombalama ve aç bırakma politikasının isyancıları bir türlü kıramamasının yarattığı hüsran nedeniyle sarin füzesine başvurduğunu düşünüyor.”

Pelley, basmakalıp akıl yürütmeyle ilgili anomalilerden birine parmak basmadan edemedi: Neden BM müfettişlerini başka bir bölgeyi incelemek için Şam’a davet ettiği sırada Esad Şam civarında kimyasal saldırısı emri versin? Ancak Pelley, bu çelişkiyi daha sonra yabana atarak alternatif bir senaryo öne sürmeden saldırının Suriye hükümeti tarafından düzenlendiği tezine geri döndü.

Ulusal İstihbarat Direktörü Ofisi’ne “60 Dakika”nın söz konusu bölümüyle ilgili görüşlerini sorduğumda sözcü Kathleen C. Butler bir e-posta ile cevap verdi: “İstihbarat örgütleri 21 Ağustos 2013’te Şam çevresinde bulunan muhalefet güçlerine karşı kimyasal silah kullanılarak düzenlenen saldırıda Suriye hükümetinin sorumluluğu olduğu değerlendirmesine varmıştır. 21 Ağustos saldırısının muhalif güçlerce gerçekleştirildiği senaryosunun gerçek olma olasılığını oldukça düşük olarak görüyoruz.”

IRAK BUDALALIĞI
Pelley, ne kadar yanlış olursa olsun ABD hükümetinin resmi çizgisinden asla sapmayarak oldukça başarılı bir CBS kariyerine imza attı. Örneğin 2008 yılında Saddam Hüseyin’i idamından önce sorgulayan FBI sorgucusu George Piro ile bir röportaj gerçekleştirdi.

Mülakat sırasında Pelley, Hüseyin’in kitle imha silahlarını yok ettiği halde neden hala bu silahlara sahipmiş gibi davrandığına takılmıştı. Bu silahlar 2003’teki işgal için bahane olarak kullanılmıştı.

Pelley Hüseyin’in kitle imha silahı stoklarıyla ilgili bölümü tanıtırken, “ABD’yi iki savaş ve sayısız askeri angajmanın içine çeken bir adam olarak Saddam Hüseyin’in aklında ne vardı asla bilemeyiz. ABD’yle savaşı niçin tercih etti,” gibi sorular sordu.

SAVAŞI IRAK MI İSTEDİ?
Yayınlanan bölümde Hüseyin yönetiminin kitle imha silahlarını yok ettiğini açıkladığından ve kitle imha silahı stoklarının nasıl yok edildiğine dair BM’ye 7 Aralık 2002’de 12,000 sayfalık bir rapor sunduğundan hiç söz edilmedi. 2002 yılında Hüseyin hükümeti BM müfettişlerinin Irak’a gelip istedikleri bölgeyi teftiş etmelerine izin dahi vermişti.

İncelemeler Mart 2003’te sona erdiğinde Başkan George W. Bush BM Güvenlik Konseyi’nin itirazına rağmen savaş için bastırıyordu.

Elbette bunların hiçbiri Pelley’nin ABD kamuoyuna sunduğu uydurma tarih içerisinde yer bulmadı. O, Bush’un her konuşmasında daha çok vurguladığı “Saddam Hüseyin’in savaşmayı tercih ettiği” ve hala silahlara sahip olduğu şeklindeki resmi teze sarılmayı tercih etti.

ÇOK GİZEMLİ ÖYKÜ
Bush’un uyduruk tarih anlatısıyla aynı doğrultudan hareketle Pelley, Piro’ya ısrarla Hüseyin’in neden artık kitle imha silahlarına sahip olmadığı gerçeğini gizlediğini sordu. Piro Hüseyin’in kendisine “silahların büyük kısmının 90’lı yıllarda BM müfettişlerince yok edildiğini, geri kalanınınsa Irak tarafından yok edildiğini” söylediğini aktardı.

“Öyleyse”, diye soruyor Pelley, “niçin bunu sır olarak sakladı? Neden ulusunu ve kendini riske attı?”

Piro sözü “Hüseyin’in İran korkusu”na getirdiğinde Pelley gizemin çözümüne yaklaştığını hissetti: “Öyleyse kitle imha silahlarına sahip olduğu algısı olmadan hayatta kalamayacağını mı düşündü?”

Pelley bu kez de Hüseyin’in bu hatasını sürdürmesine takıldı: “ABD savaşı başlattığında ve sınırlarına asker yığdığında neden buna son vermedi? ‘Durun, kitle imha silahımız yok’, dese nasıl olurdu? Nasıl desem, ülkesinin işgal edilmesine nasıl göz yumabilir ki?”

Pelley, dahi gazeteci rolüne uygun olarak doğunun gizemli yanlarını deşifre etmek için çaba harcıyordu.

GERÇEKLERDEN KAÇAN GAZETECİLİK
“60 Dakika” programındaki kimse o gün Hüseyin hükümetinin ülkesini istiladan kurtarabilmek için kitle imha silahlarının bulunmadığını zaten deklare etmiş olduğunu söylemediği için Hüseyin’in neden “ülkesinin işgalini istediğini” bir türlü çözemediği gibi, Pelley Esad rejiminin Şam’da BM müfettişleri varken niçin sarin gazı kullandığını da anlayamamış.

Saldırının aslında, masum insanlara acıma duygusu beslemediğini ve ABD ordusunun Esad ordusunu bombalaması gibi net bir motivasyonu olduğunu kanıtlamış bulunan El Kaide veya İslam Devleti’nin bir provokasyonu olabileceği, Pelley’nin akıl yürütme tarzıyla asla varılamayacak bir sonuç.

Geçen hafta, 2013 yılında NBC muhabiri Richard Engel’in kaçırılması olayının sorumlularının iddia edildiği gibi Esad müttefikleri değil Suriyeli isyancılar olduğunun ortaya çıkarılmasına rağmen, denklem Pelley için fazla karmaşık.

KATLİAMA DAVETİYE
“60 Dakika” programı, kötü gazeteciliğin ve yalan haberciliğin örneği olmasına ilaveten, ciddi bir insanlık suçunun da vesilesi haline gelebilir. Savunulan iddianın yol açacağı olaylar silsilesi Suriye ordusunun yenilgisine ve El Kaide veya İslam Devleti’nin zaferine dek uzanabilir.

Şu anda bu zaferin ve olası bir Hıristiyan, Alevi, Şii kitlesel katliamının önünde duran tek aktif güç Suriye Ordusu. Bu Suriyeli Hıristiyanların bazıları, özellikle ataları yüz yıl önce Türklerin soykırımından kaçan Ermeniler, Esad’la ittifak halindeler.

Papa Françis’in Ermeni soykırımıyla ilgili yüksek perdeden yorumları da bu çerçevede değerlendirilmeli. Kafa kesici İslam Devleti’nin Suriye iç savaşındaki ağırlığını artırması halinde, Osmanlı İmparatorluğu’nun yüzyıl önce başlattığı işi bugün Suudi Arabistan ve Türkiye destekli Sünni radikalizmin tamamlama olasılığı bir hayli yüksek.

EL KAİDE'YE DAVETİYE
Buna rağmen Suudi Arabistan, İsrail ve ABD neoconları Esad hükümetinin düşürülmesi konusunda hemfikirler ve Obama’nın yıllar öncesinde Suriye’yi bombalamaya veya işgale başlasa Suriye krizini engelleyebileceğini öne sürüyorlar.

Geçenlerde Washington Post’un neocon editörü Fred Hiatt köşe yazısında Esad hükümetinin güya “varil bombası” diye bir silah kullandığını ortaya attı. Sanki Birleşik Devletler’in Irak ve Afganistan’da, İsrail’in Gazze ve Lübnan’da ve şimdilerde Suudi Arabistan’ın Yemen’de sayısız masum insanı katlederken kullandığı silahları daha insancılmış gibi…

Hİatt, erken müdahalenin bir şekilde El Kaide bağlantılı Nusra Cephesi ve İslam Devleti’nin yükselişini engelleyebileceği şeklindeki neocon varsayımından hareketle, “Obama Esad helikopterlerini yok edebilir veya direniş hareketine bunun için gereken silahları sağlayabilirdi”, diyor. Fakat bu argüman da, Suriye iç savaşının başından bu yana terörist unsurların işin içinde olduğu ve ABD’nin silahlandırdığı sözde “ılımlı” grupların çoğunun radikal güçlere katıldığı düşünüldüğünde oldukça basit kalıyor.

Suriye’nin geleceğiyle ilgili kilit soru Esad hükümetiyle eğer kaldıysa makul muhalif unsurlar arasında nasıl gerçekçi bir siyasi çözüme ulaşılabileceğidir. Ancak böylesine karmaşık ve zor bir çözüme CBS ve Washington Post’un sorumsuz gazeteciliğiyle varılamaz.