Suriye’de Esadlı ‘çözüm’e doğru: Başkan babamızın sonbaharı

Açık ki, Suriye’de ABD ve Rusya tüm farklılıklarına rağmen bir “çözüm yoluna” girmiş durumdalar. Hukuken bölünmüş Suriye mi, yoksa Esad’lı geçiş/birleşik Suriye mi, bunu zaman ve mücadele belirleyecek. Ancak bir şey net: Tayyip Erdoğan, “bilinen Erdoğan” olma anlamında artık uluslararası siyasette de gömülmeyi bekleyen bir cesettir.

Erman Çete

Suriye’de, yalnız bu ülkeyi harap etmeyip bütün bölgeyi kelimenin tam anlamıyla “yoran” vekalet savaşı ve rejim değiştirme operasyonu, yeni bir aşamaya girdi.

Elbette, tüm gözler Rusya’nın Suriye’ye yaptığı askeri yığınağa çevrildi. SU-24 ve SU-25 jetlerinin yanı sıra, ABD için “tehdit” oluşturabileceği söylenen az sayıda SU-30 da bölgeye gönderildi. Bunlara Mi-24 saldırı helikopterlerini, hava savunma sistemlerini ve insansız hava araçlarını da ekleyin. Askeri danışmanlar, yerel milisleri eğitmeye başladığı söylenen personel de cabası….

Yani, nereden bakılırsa bakılsın, Ağustos ayı sonunda İsrail basınının işaretlerini vermeye başladığı ve daha sonra Batı basınında panikle karşılanan Rus müdahalesi, büyük bir değişime işaret ediyor.

Buna rağmen, mevzunun öncesi var.

ABD’NİN VEKALET SAVAŞI
ABD’nin Suriye’deki rejim değiştirme operasyonu, çok kabaca şu aşamalardan geçti:

  • Arap baharı dalgasının vurduğu Suriye’de yönetimi Türkiye ve Katar aracılığıyla “reform”lara zorlama; ancak askeri müdahale sopasını sürekli sallama.
  • Türkiye ve Katar’ın kontrolündeki Müslüman Kardeşler unsurlarının ve bu ülkelere yakın bir dizi başka silahlı gücün devreye sokulması.
  • Yukarıdaki iki ülkenin Esad’ı devirememesi, Hizbullah’ın sahaya inmesi (özellikle Kuseyr zaferi alarm zillerini çalmıştı) ve Suudilerin muhalefeti nedeniyle, “Suriye dosyasının” Suudi Arabistan’a verilmesi, IŞİD’in palazlandırılması.
  • IŞİD’in Suriye’nin yanı sıra Irak’ta da bir “baskı unsuru” olarak kullanılması, ancak daha sonra örgütün bölgeyi “cepheleştirmek” için kullanılması, “Suriye’nin Dostları” grubunun “IŞİD’le mücadele” grubuna dönüşmesi.
  • Rusya ile “çözüm” arayışlarının yoğunlaşması, John Kerry’nin birkaç ay önce yaptığı Esad açıklamasının da gösterdiği üzere, Esad’lı geçişe onay verilmesi.

Bu şu anlama geliyor: ABD yönetiminin Ortadoğu politikası, aslında Bush’un Irak seferinin hemen sonrasında başlayan bir “salınım” içerisindeydi. Bu salınım, aslında yine Bush döneminde başlayan “demokrasi ihracı” söylemi ve askeri işgal arasındaki gel-gitleri tarif ediyor.

Müslüman Kardeşler’in yakın Ortadoğu tarihinde ABD politikasında bir araç haline gelmesi, 2005 yılına kadar uzanıyor (buna ve şuna bakınız). O sene, İhvan’ın önemli isimleri Batı’ya (ve dahi İsrail’e) düşman olmadıklarını anlatmak için sıraya girmişti. Elbette, Kardeşlik’in sponsoru Katar ve o sıralar emekleme aşamasında olan Türkiye’ydi.

Bu dönemi, 2005’te Refik Hariri’nin öldürülmesi ve ertesi sene Hizbullah’ın tüm dünyanın gözü önünde İsrail’i rezil etmesiyle Suudi Arabistan’a doğru yapılan salınım izledi. Bu dönem de tanıdık bir siyaset kurgusuna dayanıyordu: Irak işgalindan sonra İran’ın bu ülkede nüfuzu artmıştı, 2006 zaferi ile birlikte Hizbullah da gerçek bir tehdit haline gelmişti, Suriye zaten İran ile Hizbullah arasında bir köprüydü… Selefi unsurların Lübnan ve Suriye’de desteklenmesi, “Şii ekseni”ne karşı Sünni radikal unsurların desteklenmesi de bu dönem başlamıştı. Tabii, Müslüman Kardeşler kartı da bir köşede tutularak.

İşte son 10 yılın bu salınımlarına, artık yeni iki faktör eklendi: İran’la varılan anlaşma ve Rusya ile dünyanın birçok yerinde devam eden vekalet savaşları.

ABD’nin, Buseyna Şaban’ın deyişiyle bölgede bir “detant”a doğru meyletmesinin sebepleri arasında bu iki faktör ve Washington’un daha başka sıcak savaş coğrafyalarına yoğunlaşma isteği de yer alıyor. Ukrayna sorununun nasıl çözüleceği, Avrupa’da ABD çıkarlarının tek bir cephe halinde tutulamaması, birden gündeme oturan “mülteci sorunu” ve Asya-Pasifik’te Çin korkusuyla artan askeri gerginlik de Ortadoğu’ya yönelik yaklaşımları belirliyor.

PEKİ BEYAZ SARAY TEK CEPHE Mİ?
Burada akılda tutulması gereken noktalardan birisi, Obama yönetiminin, belirli bir yönelime sahip olsa da, en az iki farklı politika grubuna sahip olduğu söylenebilir.

En son, IŞİD karşıtı koalisyondaki ABD temsilcisi John Allen’ın istifası ile birlikte ayyuka çıkan tartışma, Rusya ve İran’la anlaşarak olabildiğince Suriye’de bir “siyasi çözüm”ü zorlayan Obama çizgisi ile uçuşa yasak bölge, doğrudan askeri müdahale, Esad’ın devrilmesi, Ahrar’uş Şam’ın “ılımlı” kabul edilmesi gibi noktada duran bir başka çizgi arasındaydı.

ABD’nin önde gelen düşünce kuruluşlarından Atlantic Council ve Katar’ın da fonladığı Brookings’te yazan eski Beyaz Saray yetkilileri ve “Ortadoğu uzmanları”, ikinci grupta yer alıp yönetim nezdindeki bir dizi etkili unsuru kendi çizgilerine çekmeye gayret ediyorlar.

Buna rağmen, seçimlerin yaklaştığı ABD’de Obama yönetiminin Rusya ile bir orta yol bularak Suriye işinden sıyrılmayı hedeflediği görülüyor. Rusya’nın son askeri yığınağı, Obama yönetiminin “kaygı” laflarına rağmen, fazla engelle karşılaşmadan hedefine ulaştı. Bu hedeflerden birisi de, yukarıda bahsedilen ikinci grubun en önemli taleplerinden birisi olan “uçuşa yasak bölge”nin artık gündemden düşmüş olması.

RUS İNİSİYATİFİ
Rusya’nın ABD başta olmak üzere Avrupa ve bölge devletlerine sunduğu model ise net: IŞİD karşıtı koalisyonun yanı sıra, karada Irak ve Suriye orduları ile Peşmerge ve YPG kuvvetleri arasında koordinasyon sağlanmalı.

Rusya’ya göre, bölgede “terörle mücadele”de en etkin özne Suriye ordusu. Yalnızca IŞİD değil, Nusra Cephesi ve diğer “ılımlı” gruplara karşı da mücadele eden Suriye yönetiminin devrilmesi demek, Irak ve Libya türü bir felakete yol açacak. Putin özetle bunları söylüyor.

2012 yılında gündeme gelen “Yemen modeli” mi, yoksa Cenevre 1’de kabul edilen yol haritası mı Rusya’nın “çözüm”ünü besleyecek, bu bilinmiyor. Ancak Putin, Beşar Esad’ın “aklı başında muhalefet” ile görüşmeye ve seçimlere gitmeye hazır olduğunu söylemişti.

Bu durumda seçenekler ya Esad’lı ve bütünleşik bir geçiş hükümeti, ya da fiili ve belki de hukuki olarak bölünmüş Suriye olarak beliriyor.

Open Democracy’den yazan Ahmed E. Souaiaia, Rusya’nın 2013 yılındaki kimyasal manevrasının ABD’yi tehlikeli bir maceradan koruduğunu, 2015 Eylülü’ndeki yeni gelişmelerin de buna benzediğini düşünüyor. Gerçekten de, ABD bölgedeki müttefiklerinin (Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar) başarısızlığından, Suriye’de “ılımlı” bir partner bulamamasından, Irak’ta bir türlü başlayamayan Ramadi ve Anbar operasyonunun getirdiği başarısızlıktan kurtulmayı Rusya’nın attığı çıpaya tutunarak bir nebze unutturma şansını elde edebilir. Tabii, Rusya’nın bölgeye etkisini artıran bir şekilde girmesini kabullenerek…

Öte yandan, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov da, 10 gün kadar önce ABD’yi nazik bir şekilde uyarmayı da ihmal etmedi. Rus kanalı Channel One’a konuşan Lavrov, IŞİD karşıtı koalisyonun ve ABD’nin IŞİD’le mücadeleden daha farklı hedeflerinin olmasından şüphelendiklerini söyledi. Lavrov, IŞİD’lilerin toplanma yerlerinin bilinmesine rağmen bazen komutanların saldırı izni vermediğini, koalisyonun bombardıman haritasını incelediklerinde “garip izlenimler” edindiklerini söyledi.

IRAK’IN DURUMU
Bu durumun en sıcak hissedildiği ülke Irak. IŞİD’i kullanarak istenmeyen adam Maliki’yi deviren ABD ve Suudi Arabistan, sürecin nasıl devam edeceğine ilişkin bir plan sunmaktan acizler.

Batı ve ABD’nin baskısıyla bir “reform paketi” hazırlayan Başbakan Haydar İbadi, bu plandan geri basma eğilimi gösteriyor. Wall Street Journal’ın haberinde yer verilen Batılı ve Iraklı yetkililere göre, İbadi’nin bu eğilimine neden İran ve Şii partilerinin baskısı.

Iraklı siyasetçilerin, “yolsuzlukla mücadele ve zımni mezhepçi kota sisteminin değişmesi paketi”nin ülkenin gerçek sorunlarını gözden sakladığını öne sürüyor. Bunlar ulusal uzlaşma, ekonomik kriz ve IŞİD’le savaş.

Batılı diplomatlar, İbadi’nin reformlardan geri adım atması durumunda “muhaliflerinin” bu zayıflıktan faydalanarak iktidarı ele geçirebileceğini düşünüyor. Ancak görünüşe bakılırsa, İbadi’nin ABD ile İran arasında sürdürmeye çalıştığı denge, aslında sürdürülebilir değil. İbadi’nin bir tür “topal ördek” haline gelmesi ise an meselesi.

“Şii milisler” olarak bilinen Haşd eş-Şaabi’nin merkezileştirilmesi, Sünnilerin orduya entegrasyonu da fiyaskoyla sonuçlandı. Dört gözle beklenen Ramadi ve Musul operasyonlarında ise aylardır bir milim ilerleme kaydedilmedi. ABD öncülüğündeki IŞİD karşıtı koalisyon da, çoğunlukla kılını kıpırdatmıyor. En son, Suriye sınırındaki Kaim’den onlarca araçlık IŞİD konvoyu Deyrezzor’a doğru yola çıktı ve herkes seyretti.

Kürdistan bölgesi ile olan sorun da artarak sürüyor. ABD’nin aksi yöndeki kararına rağmen, Kürdistan petrolleri Bağdat’tan bağımsız olarak satılmaya devam ediyor. Onun haricinde, Kürdistan’ın Kerkük’ü fiili olarak ilhak etme yönünde attığı adımlar gerilim yaratıyor. Bu ayın başında Bağdat’a bağlı polisle Kürt Asayiş kuvvetleri arasında yaşananlar, bir kıvılcımın etnik savaşa dönüşebileceğini gösteriyor. Kerkük’te Kürtler merkezi hükümeti, merkezi hükümet ve Türkmenler ise kenti “Kürdize” ettiği gerekçesiyle Kürdistan’ı suçluyor.

Bütün bunlar alt alta eklenince, Irak’ın dahil edilmediği bir Suriye-IŞİD stratejisinin ne kadar işe yarayacağı belirsiz hale geliyor.

SIRADAKİ HEDEFLER
Yeni Rus takviyesinden sonra Suriye ordusunun hangi hedeflere yöneleceği de merak konusu.

Bir iddiaya göre, bu hedeflerden birisi Halep’in doğusundaki Kuveyrs üssü. Üste uzun süredir IŞİD’e direnen ordunun birkaç gün önce Kuveyrs’teki kuşatmayı kırmak için saldırı başlattığı söylendi. Eğer buradaki kuşatma kırılırsa, Halep’in kuzeyinde devam eden savaşa da mutlaka etkisi olacaktır.

İkinci olasılık, Humus’un doğusu. Bölgede hem Suriye için prestij konusu haline gelen Palmira, hem önemli gaz sahaları, hem de Deyrezzor’a ikmal hattı bulunuyor. Öte yandan Palmira’yı kurtarmaya yönelik bir operasyonun, Rusya ile Suriye’yi, en sonunda ABD ve Avrupa ile aynı çizgide buluşturabileceği varsayılıyor. Rusya ve Suriye’nin bunu gözettiği de açık.

Üçüncü seçenek ise, ülkenin kuzeybatısındaki El Kaide bağlantılı Fetih Ordusu’na yönelik bir operasyon. İdlib ve Cisreşşuğur’u aldıktan sonra hem Hama’yı hem de Lazkiye’yi tehdit eden El Kaide’nin bölgeden sökülmesi önemli bir başarı olacaktır. Ayrıca, Fua-Kefraya-Zabadani ateşkesi nedeniyle gündeme gelen “demografik değişiklik” iddiaları gündemdeyken, eğer Suriye’nin bütünlüğünü korumaya yönelik bir hamle yapılacaksa, bu üçgenin El Kaide’den temizlenmesi hayati önem taşıyor.

KAZANAN KÜRTLER
Son süreçte bölgenin kazananı ise Kürtler oldu. Rusya, Cenevre 2’de Kürtleri masaya oturtmaya çalışmış ancak ABD, Katar ve Türkiye’nin engeliyle karşılaşmıştı. Şimdi, Rus askeri uzmanlarının Haseke’de YPG’yle görüştüğü iddialarıyla da birlikte, Kürtlerin kazandığı, geriye Rojava’nın statüsünün ne olacağı müzakeresinin kaldığı anlaşılıyor.

Rusya’nın yanı sıra İran da, çeşitli aracılar eliyle Rojava’daki PYD güçleri ile temas kurmuş, kendi Kürt sorununa rağmen Rojava’yı uzaklaştırıcı hamlelerden kaçınmıştı. Esad da, kendi payına, Kürtlerle savaşmamayı seçmişti. Son açıklamalara bakılırsa, Esad da Kürtlerin anayasal statüsünü müzakereye hazır.

ABD ise, bölgedeki en önemli işbirlikçilerinden Barzani aracılığıyla Rojava’yı Irak Kürdistanı içerisinde eritmek için çabaladı. Hem PKK’nin Türkiye’deki son saldırıları, hem de YPG’nin Rojava’daki IŞİD karşıtı tek askeri güç olarak varlığını kanıtlaması, ayrıca “kanton idareleri”nin bir şekilde (özellikle Haseke’de Şam yönetiminin desteğiyle) sürdürülebilir olması, Barzani’nin Rojava’yı himayesine almasını neredeyse imkansızlaştırıyor. Üstelik, PKK ve YPG gerillaları, Şengal’de Peşmerge’nin yalnız bıraktığı Ezidileri kurtaran temel güçken, durumun tersine çevrilmesi şimdilik zor görünüyor. Tüm bunlara rağmen Kürdistan’ın “zayıf karnı”nın hala Şengal olduğunu hatırlatmak gerekiyor. Kürt partileri, Şengal’in statüsü nedeniyle birkaç kez savaşın eşiğine gelmişti.

Rojava meselesinin Türkiye’yi de ilgilendiren boyutu var. Şimdi oraya geliyoruz.

KAYBEDEN ERDOĞAN
Türkiye’nin yakın tarihinin en trajik anlarından birisi, herhalde dün bayram namazı çıkışında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın netlikten uzak, yarım ağızla söylediği, “Esad’lı geçiş olabilir” sözleriydi.

Esad’ın “butik Suriye” istediği yönündeki küstahça sözler önemsiz. Erdoğan, kendi silahlı grupları eliyle (ki bunlar El Kaide bağlantılı) Halep’in kuzeyi ve İdlib üzerinde uçuşa yasak bölge -ki bu da fiili bölünme ve Libya senaryosu demek- kırk takla atarken, Esad’ın bölünmüş Suriye isteyip istemediği Erdoğan’ı ilgilendirmez.

Buradaki esas konu, Esad gitmeli tezinin şampiyonu ve Yeni-Osmanlıcılığın tarihsel liderinin, Rusya ve ABD’nin pozisyonunu görüp “yola gelmesi.” Rusya’nın Suriye’ye askeri yardımlarını tedirgin gözlerle yalnızca seyreden Erdoğan, Putin’le görüşmesi ve ABD’nin “Esad gitmese de olur” yaklaşımı üzerine havlu atmak durumunda kaldı.

Bu, Erdoğan’ın, bizim bildiğimiz anlamda “Erdoğan” olarak ölümünün ilanı aslında. Ortadoğu’nun fatihi, “Arap sokağı”nın lideri Erdoğan, Emevi Camii’ne doğru çıktığı yolda Hacıbayram Veli’den ötesine gidemedi.

Üstelik, kendi iç politik pozisyonunu dışarıdaki “kahramanlık”ları ile bitiştirmeye meraklı birisinin, yenilgiyi kabullenmesinin Türkiye siyaseti açısından da sonuçları olacak. İçeride ABD’nin ve Almanya’nın “IŞİD’e karşı en önemli güç” dediği YPG’nin “büyük ağabey”i PKK’ye yönelik operasyonlar, Rusya ile Suriye ve Ukrayna konusunda yaşanan gerilim, Erdoğan’ın içi kof kabadayılıkları ile geçiştirilebilecek şeyler değil.

Yeri gelmişken, zaman zaman gündem olan “AKP Abdullah Öcalan’ı neden konuşturmuyor?” sorusunun yukarıdaki gelişmelerle de ilgili olabileceğini söylemek gerek. Erdoğan ve AKP, Öcalan’ın Suriye’deki gelişmeler konusunda da istediklerini söylemeyebileceğini kestiriyor (ya da biliyor) olmalı.

ERDOĞAN’IN SON (BİR BUÇUK) KOZU
Bu noktada, Erdoğan’ın hem Rusya hem de ABD tarafından gözden çıkartılmaya karşı elinde hiçbir koz olup olmadığı sorulabilir.

İçerideki koz biliniyor: ABD’nin de bir süre göz yummasıyla PKK ve HDP’ye yönelik baskıların artırılması ve bir seçim başarısı. Son gelişmelerle birlikte, Erdoğan kazansa da kaybetse de yeni bir sürecin başladığı ve “reis”in kaybettiği bir kenara yazılmalı.

Ancak henüz çözüme kavuşmayan ve Erdoğan’ın öyle ya da böyle rol oynayabileceği bir mesele ortada duruyor: Filistin.

Son günlerde Mescid-i Aksa’da yaşanan siyonist provokasyonların AKP tarafından da körüklendiği iddiası daha önce gündeme gelmişti. Hatırlanacağı üzere son intifada, Mescid-i Aksa’ya Ariel Şaron’un girmesi üzerine patlamıştı. Aksa İntifadası’nın hatırasının “kullanılmaya” çalışıldığı açık.

El Fetih’in, İsrail’le yapılan güvenlik işbirliği anlaşmasını iptal edeceği ve İsrail’i tanımayı reddedeceği iddiaları ortadayken, Türkiye’nin müttefiki Katar’ın da faaliyetlerini artırdığı öne sürülüyor.

Haaretz’den Amos Harel’in haberine göre, Katarlı bir yetkili Ramallah ile Gazze arasında mekik dokuyor. Ancak daha önemlisi, aynı yetkili birden fazla defa, toplantı için Tel Aviv’de de konakladı.

Katar ve Türkiye’nin hedefi, İsrail ile Hamas arasında uzun vadeli bir ateşkes, Gazze üzerindeki ablukanın sonlandırılması ve bunun “meyvelerini” toplamak. Ancak Katarlı yetkiliye, İsrail’in bu tip bir planın parçası olmayacağı söylenmiş.

Ancak İsrail’in Mescid-i Aksa’daki gerilimi düşürmeye çalıştığı iddia ediliyor. Buna göre Netanyahu, Ürdün, Filistin ve Körfez ülkelerini, Mescid-i Aksa’daki statükoyu değiştirmeyeceklerine dair garanti verdi. Mescid-i Aksa, Ürdün ve Filistin Yönetimi’nin kontrolü altında.

Tony Blair’in arabuluculuğundaki ateşkes görüşmelerinin hedefi, Kıbrıs’tan Gazze’ye Türk korumasında bir deniz ikmal yolunun açılmasını, bir liman inşaatını, ablukanın tamamen kaldırılmasını ve 7 yıllık bir ateşkesi öngörüyordu.

Erdoğan’ın elindeki “yarım” koz ise, yine Katar ile birlikte parlattığı Ahrar’uş Şam’ın geleceği. Ahrar’daki liderlik değişimi ile birlikte, örgüt Ankara ile daha yakın bir pozisyona geldi. Batı’da da Ahrar’ı “ılımlı” olarak pazarlayan birçok isim olmasına rağmen, Obama yönetiminin örgüte hala şüpheyle yaklaştığı biliniyor.

SONA DOĞRU...
Yine de her şeye rağmen, Erdoğan'ın sonu, Marquez'in o bilindik romanındaki yaşlı generalimiz gibi gelmeye aday. ABD'ye en çok karşıt gibi göründüğü anda bile o ülkenin ajandasını izleyen, onu ikna etmeye çalışan, dizginsiz bir piyasa sevdalısı olarak, her şeyi yapabilir biri, tamam ama...

Sonu, zaten son nefesini vermiş bir ezik diktatörün, ölümünü yeni keşfetmek gibi:

"...kendisinde sevme yetisinin olmadığını suskun avuçlarının gizeminden öğrenmişti, iskambillerin çözülmeyen şifrelerinden ve bu rezilce yazgıyı, korkunç yönetme tutkusunu durmaksızın besleyerek dengelemeye çalışmıştı, kendi mezhebinin kurbanı olmuştu, sonsuz alevlerde yakılıp kül edilmişti, yanılgılarla, suçlarla beslenmişti, namussuzlukta, onursuzlukta başı çekmişti ve bu gözü dönmüş açlığını, kalıtımsal korkularını altetmeye çalışırken tek amacı, elindeki küçük cam misketi sonsuza kadar koruyabilmekti, bunun sonsuzlara kadar uzayıp gidecek, iştahı doyumuyla körüklenen sonsuz bir tutku olduğunu kavramadan; ta başlardan beri kendisini, yaranmak için kandırdıklarını biliyordu general hazretleri, yaltaklanarak parsa topladıklarım da, yolunu sevinç çığlıklanyla, yaşından çok yaşamış başkan babamızın ömrü sonsuz olsun naralarıyla kesen kalabalıklara silâh zoruyla adam topladıklarını da; gelgeldim bu yalanlarla ve görkemin getirdiği başka zavallılıklarla geçinip gitmeyi öğrenmişti, sayısız yılları­ nın sonunda, yalanın kuşkudan daha elverişli, aşktan daha yararlı, doğrudan daha kalıcı olduğuna ve kendisinin yönetme yetkisi olmaksızın ulusu yönetişine, yüceltilecek yanı yokken yüceltilişine, yetkeden yoksunken söz geçirişine, bu rezilce yalanlara hiç şaşmadan alışmıştı, sonbaharının sarı yapraklarına bakarken, gücünün tümünü asla kullanmadığını, hayatı hep ters yüzünden görmeye, gerçeğin görüntüleriyle bezeli bir kilimde atkılarla çözgülerin iplerini düzeltmeye hüküm giydiğini kavramıştı, en son anda bile, yaşanılacak asıl hayatın bir gösteri olduğundan habersizdi, biz yoksul insanların sahici yüzünden gördüğümüz, sayısız acılı yıllarımızın sarı yapraklarıyla, uçucu anlık mutluluklarımızla dolu sizin olmayan o hayat, aşk gerçi ölüm tohumlarıyla çürüyüp bozulmuş­ tu ama hayat tepeden tırnağa aşktı generalim, siz bir tren 223 penceresinden bakan hüzünlü, silik bir görüntüydünüz yalnızca, suskun dudakların titreyişi gibi bir şeydiniz..."