Sosyalizmde yaşamayı deneyimlemek: Bulgaristan’ın dünü ve bugünü

Bugün, eski sosyalist ülkelerde yaşayan çok sayıda yurttaş, "eski güzel günler"e, işsizliğin olmadığı, herkesin barınma ve çalışma hakkının olduğu bir ülkeye özlem duyuyor. Kapitalizmin tüm vahşiliği ile üzerine çullandığı Bulgaristan da bu ülkelerden biri. Political Affairs'ten F.S.'nin yazdığı 2 Ekim 2013 tarihli bu makale, Sosyalist Bulgaristan deneyimine ışık tutuyor.

Çeviri: Aynur Özcan Gümüş

“Bugünlerde Komünist Manifesto’ya göz gezdirdiğinizde adeta birkaç hafta önce yazılmış hissine kapılırsınız… Doğu Avrupa ve Üçüncü Dünyanın deneyimleri, barbarlığın değişik türlerine karşı tek gerçek alternatif olarak enternasyonal bir sola olan acil ihtiyacı gösteriyor.” [1]

'HALKLARIN TARİHİ' SOSYALİZM 1.0 SÜRÜMÜNE KATKI KOYMAK
Anı yaşamanın baskısını alabildiğine üzerimizde hissettiğimiz bu kritik kesitte, solun Doğu Avrupa’nın sosyalist deneyimine tekrar bakmasının tam zamanıdır. Kuzey Amerika, Avrupa ve başka yerlerdeki radikal sol olarak, Doğu Avrupa’daki eski reel sosyalist ekonomilerde, özellikle de Bulgaristan gibi daha küçük sosyalist ülkelerde; Soğuk Savaş'ın uzun süren etkisi sonucu yol açtığı zayıflıklar, hatalar, çelişkiler ve büyük sorunların yanısıra neyin ilerici ve başarılı olduğunu detaylı bir şekilde yeniden keşfetmeye ihtiyacımız var. “Sosyal paradigmada pervasız bir değişim yaratma derdinde olan son derece saldırgan bir neo-liberal toplum mühendisliği altında, sosyalist ülkeler büyük bir hınçla birer deneme tahtası” haline getirildiler [2]. İMF, AB ve yeni türeyen zengin komprador burjuvaların ve oligarklar zümresinin eliyle politik ve ekonomik paradigmanın dönüştürülmesine ve post-sosyalist dünyanın alabildiğine yoksullar diyarı haline getirilmesine tanık oluyoruz.            

Araştırmacılar, Soğuk Savaş sonrasında yeni sömürgeci dalgayla neo-liberalizmin aşırı neo-kapitalist biçimlerinin Doğu Avrupa’ya getirildiğini, bunun sonucunda eğitim ve toplumsal refah alanında yıkıcı sonuçlar yaşandığını öne sürüyorlar [3]. Burjuvazinin tarihi öyle ironiktir ki -ya da belki de Hegel’in klasik deyişiyle aklın hilesi denebilir- 20. yüzyıldaki “mevcut reel” sosyalizmlerin başardıklarını, bugün kapitalizmde yaşayan tüm insanlar ayrıca elde etmek için yoğun çaba harcamaktadır.

Benim temel tezim şudur: Sosyalizmde yetişen ancak günümüzün post-sosyalist toplumlarında kimlik bunalımı (toplumsal düzenin kökten değişmesiyle) ile büyük bir yoksulluğun pençesinde kıvranan, onurları çiğnenmiş olan sıradan insanların hikayesinin bir araya getirilmeye, tartışılmaya ve yaygınlaştırılmaya ihtiyacı var. Bunu yapmak, gerçeğin kendisi kadar aynı zamanda radikal de olan otantik deneyimin ve yaşanmışlığın kayıt altına alınmasını sağlayacak. Bu tür anlatılar sayesinde 21. yüzyılın “demokratik sosyalizmleri”ne olan bakışımız netleşecektir. Bu tür bir proje, sözlü tarihe ve biyografik araştırmalara odaklanarak bugün restore edilmiş kapitalizmde hayatını sürdüren sıradan insanların gözünden sosyalist ülkelerdeki hayatın gerçekte nasıl olduğunu ortaya çıkarmaya hizmet edebilir.          

Genel kanı odur ki tarımın dekolektivizasyonu ve sanayinin özelleştirilmesiyle birlikte giden piyasa ekonomilerine ait burjuva demokrasilerinin restorasyonu, insan onurunu ayaklar altına almış ve on yıllar içinde reel sosyalist refah toplumlarının kazanımlarını yerle bir etmiştir. Batının ekonomik ve ideolojik müdahalesi, işçi ailelerinin büyük bir kısmının sömürgeleşme sürecini hızlandırdı. Bir yazarın yakınlarda dediği gibi:

“Sosyalizmin çözülüşü, tek kelimeyle, felaket anlamına geldi. Öyle büyük bir dümen ki söz verilenler yerine gelmediği gibi onulmaz bir hasar oluştu. Rusya, Romanya, Doğu Almanya ve başka yerlerde sayısız kişiden, kendilerinden ve bütün insanlıktan çalınanların pişmanlığını duyabilirsiniz: “Komünizmde daha iyi yaşadık. İşlerimiz vardı. Güvencemiz vardı.” [4]     

Belçika Emek Partisi Başkanı olan Peter Mertens 21. yüzyılda sosyalizmin 2.0 sürümü için yaptığı konuşmada şunları söylemiştir: “Hiçbir şey bilmediğimiz söylenemeyeceği gibi boş bir sayfayla başlamamız gerektiği de söylenemez. Önümüzde yaşanmış deneyimler var. Güçlü ve zayıf yönleriyle ve fantastik başarılarıyla ayrıca büyük hatalarla dolu sosyalizmin 1.0 sürümü var. Şimdi ise farklı bir zamanda yaşıyoruz.”

Soğuk Savaş bitmiş olsa da kimi sosyalist gruplar arasında ideolojik bir zaman sıçraması şeklinde aslında devam etmektedir. Solun birliğini gerektiren, geniş bir Marksist parti kurma tartışmalarında yol almak için amprik bir karşı zemin oluşturmaya ihtiyaç vardır. Bunun için de Doğu Avrupa’daki sosyalist işçilerin deneyimlerinin günümüzde restore edilmiş kapitalizmin çelişkilerinin yol açtığı kaosta yaşamak zorunda kalan aileler tarafından nasıl algılandığını dikkate almak gereklidir. Onların tarihle ve hafızayla iç içe olan otantik hikayeleri aslında bugünkü mücadeleye ilişkindir. Bir zamanlar işlevsel olan gerçeklerin bugün nasıl kenara itildiğini gösterir. O gerçekler ki birçok Kuzey Amerikalı sosyalist bunlardan haberdar bile değildir. Doğu Avrupa’nın post-sosyalist toplumlarında, o zamanlarla günümüz arasında görülen bu açı, son derece öğreticidir. Geçmiş deneyimlerden yaşandıkları şekliyle pek çok şey öğrenebiliriz. Bu bizim Doğu Avrupa’daki sosyalizmin neye benzediğine dair bugüne kadar inanageldiğimiz basmakalıp hikayeyi gözden geçirmemize yardımcı olabilir.       

BULGARİSTAN: POST-SOSYALİST SERBEST DÜŞÜŞÜN SEMBOLÜ
Bugün 2013 yılında Bulgar ekonomisi, kapitalizmin neo-liberal şok tedavisi altında büyük bir daralma göstermektedir. Bulgaristan, AB kapitalizminin “dibe doğru yarış” ilkesinin bir sonucu olarak, Avrupa’ya en yüksek miktarlarda ekonomik göç veren ve en düşük gelire sahip post-sosyalist ülkedir. Bir yazarın 2009’da belirttiği gibi:  

Kapitalizmin hayat standardını arttırma, yasaları uygulama ve artan yolsuzluklar ile adam kayırmacılığı azaltmada başarısız olması, işsizliğin hiç olmadığı, yiyeceğin ucuz olduğu ve sosyal güvenliğin yüksek olduğu zamanlardaki güzel anıların canlanmasını sağladı. [5]

1970’ler ve öncesinde doğmuş olan pek çok Bulgar vatandaşı, bugünle karşılaştırıldığında sosyalist dönemde “altın çağ”ın yaşandığını düşünüyor. Bu aralar Bulgarlar arasında sık sık yapılan bir şaka var: Bir kadın geceyarısı panikle uyanıyor. Ecza dolabına, buzdolabına ve camdan dışarı sokağa bakıyor. Sonra da rahatlamış olarak yatağa dönüyor. Kocası ne oldu diye sorduğunda, “Bir kabus gördüm. Hala ilaç alacak paramız vardı. Buzdolabı ağzına kadar doluydu. Sokaklar da temiz ve güvenliydi.” diye yanıtlıyor. Kocası da “O zaman bu nasıl kabus?” diye soruyor. Kadın da başını sallayarak “Komünistler tekrar iktidara geldi sandım da.” diyor. [6]          

40 yaşın üzerinde olan hatırısayılır sayıda Bulgar vatandaşı, 25-35 yıl önce Bulgaristan’da kalkınma, geniş olanaklar ve çeşitli sosyal programlara erişim temelinde kurulan son derece eşitlikçi bir sosyalist refah sistemi olduğunu düşünüyor. Ayrıca bu sistemde heme hemen her ailenin ihtiyaç duyduğu mal ve hizmetler (temel insani ve sosyal ihtiyaçlar) temin ediliyordu. Çalışan insanların post-sosyalist yaşantıda maruz kaldıklarını sorgulayan, reel sosyalizmin sözlü tarihine keşifler yapan, geçmiş toplumsal ve komünal gerçekliklere ışık tutacak biyografileri gündeme alan, daha amprik nitel çalışmaların hayata geçirilmesi gerekiyor. Hiçbir şey siyah ve beyaz değildir. Burada değinilen her noktaya daha sonra daha detaylı dönülebilir. Daha genç ya da ayrıcalıklara sahip olan küçük bir azınlık bu dediklerimize katılmayacaktır elbette. [7] Öte yandan Bulgarların anlatıları Rusya, Ukrayna, Romanya, Sırbistan ve başka yerlerdeki hikayelerle desteklenebilir.       

'DEMOKRASİ' NEFRETİ
1970 ve üstü doğumlu Bulgarların pek çoğu, kapitalizmin restorasyonu, sınıflı topluma dönüş, yoksulluk, umutsuzluk, güvencesizlik ve büyük eşitsizlikle özdeşleştirdikleri, refleks olarak ağızdan çıkan -kısacası sıradan insanların insanlık onurunu toptan ayaklar altına alan- “demokrasi” sözcüğünü açık bir nefretle kullanmaktadır. Esasen neo-liberalizm tarafından sömürgeleştirilen Bulgaristan’da Avrupa’daki en düşük ücretler verilmektedir. Ülke NATO’laştırmayla karşı karşıyadır. Kitlesel işsizlik söz konusudur. Tarım da çökmek üzeredir. Bulgaristan yıkıcı bir toplumsal kaosun, büyük bir sosyal çöküşün eşiğindedir. Yeni bir yönetici sınıf iktidardadır. Yağmacı küreselleşme işbaşındadır. Tüm bunlar sıradan işçilerin zararına olmaktadır. Bulgarlar dört bir yandan metaları ve “Avrupalı olma” yı yücelten söylemlerin bombardımanı altındadır. Sonu gelmez toplumsal ve ekonomik krizlerle 23 yıl boyunca süren yıkımlardan bitap düşen önemli sayıda Bulgar vatandaşı, Çingeneler de dahil -şimdilerde Batı Avrupa’da ekonomik mülteci olarak çalışıyorlar- eski “yaygın refah” rejiminde tüm eksikliklere, güney ve güneydoğu sınır komşularıyla karşı karşıya gelişlere rağmen (Yunanistan, Türkiye, Doğu Akdeniz’deki önemli kapitalist ülkeler) maddi koşullarının çok daha iyi olduğunu düşünüyor.

Bulgaristan’da zenginler ve yoksullar arasında gittikçe derinleşen büyük bir ekonomik uçurum ortaya çıkmaya başladı. Son Eurostat istatistiklerine göre AB’de 2011 yılında, Bulgaristan kişi başı yoksulluk riski ya da sosyal dışlanma tehlikesi açısından %50’ye varan rakamlarla en yüksek orana sahiptir. Yasaların uygulanması açısından da Bulgaristan, dünyadaki en düşük orana sahiptir. Bugün Pentagon, uyumlu bir mütteffik olan Bulgaristan’da dört askeri üs bulundurmaktadır. 1990 yılından bu yana ülke nüfusunun %20 kadarı başka ülkelere göç etmiştir. Gelişigüzel, şirket gibi yönetilen serbest piyasa ekonomisinin ve 1989’daki “karanlık felaket”ten beri sürekli krizde olan toplumun doğrudan sonucu olarak dev bir toplu göçe tanık olduk. Yakınlarda yapılan bir anket araştırmasına göre Bulgaristan’daki insanların büyük kısmı, bugünkü durumu katlanılmaz olarak görüyor. 2013 yılında halka açık yerlerde umudunu yitirmiş kişilerin intihar ettiği görüldü. Toplu göçe bağlı olarak demografik çöküş artmakta ve 1945’ten beri doğum oranı en düşük seviyeye inmiş durumdadır.

Gowans’ın belirttiğine göre (2011); “Pew Küresel Tutumlar Projesi kapsamında 2009 yılında yapılan ankete göre, yalnızca dokuz kişiden biri, kapitalizme geçiş sonucunda sıradan vatandaşların maddi durumlarının düzeldiğini düşünmektedir. Çok az kişi devleti halkın çıkarlarını temsil eden bir yapı olarak görmektedir. Devletin tüm halkın yararına varlığını sürdürdüğünü düşünenlerin oranı ise yalnızca  %16’dır.” Daha çok Sofya’da varlık gösteren ve sömürgeci AB ile yakın ilişkiler içinde bulunan yeni bir oligarşi ve onun destekçileri, çoğunluğun zararına olan birtakım büyük ayrıcalıkların sefasını sürmektedir. Bu servetin bir kısmı Bulgar, bir kısmı dış destekli Karadeniz turizm endüstrisinin elinde bulunmaktadır. Alexander Andreev’in dediği gibi: “1989 ve 1990’da komünist sistemin çöküşünden bu yana, Bulgaristan oligarşik ve çıkarcı ilişkilerle yönetilmiştir. İktidarda bulunan tüm parti ve koalisyonlar pratikte büyük ekonomik aktörlere ya da daha kötüsü, sonradan kendilerini piyasanın güçlü temsilcileri olarak tanıtan organize suçların koruma kalkanı olan gölge örgütlere hizmet etmiştir. [8]      

NATO YANLISI 'KOMÜNİSTLER'
Avrupa’daki pek çok sosyal demokrat parti gibi eskinin dönüşüm geçirmiş Bulgar KP’si, bugünün Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) büyük oranda NATO yanlısı olup neo-liberal piyasa kapitalizmine yumuşak geçişi savunmaktadır. Başkanı Sergei Stanişev’dir.

Şaşırtıcı bir politik paradoks ise sokaklarda ya da seçim düzleminde hiç anti-kapitalist hareketler olmamasıdır. Politikacılar insanları hayal kırıklığına uğrattığı için Şubat 2013’teki geniş protestolarda ve yeni kurulan BSP hükümetine (Haziran 2013) karşı olan tepkilerde de görüldüğü gibi, geniş kitleler siyasi elitlere yabancılaşmış durumdadır. Andreev (2013) göstericiler siyasi bir parti altında toplanmadığı için, protestolarda birlik olunamamasından yakınmaktadır.

Ayrıca yine Andreev’e göre, genel çerçevesi belli amaçlar listesine sahip olunmadığı gibi, krizle boğuşan eğitim, sağlık, enerji alanı ya da ekonomideki durgunluğa benzer can alıcı konularda uygulanabilir planlar hazırlanmamıştır. “Kardan önce insan” harekete geçirici bir talep değilken, “kızıl palavralar” sloganı göstericileri merkez sağ tarafına çekebilmiştir.

İngiliz siyaset bilimci Dawson (2013), Haziran- Ağustos aylarındaki kitlesel gösterilerde Sofya sokaklarında ve bazı başka şehirlerde açıkça Türk karşıtı olan ve ırkçılık kokan ifadeleri eleştirmiştir.

Bulgarların, beş yüz yıl süren Türk boyunduruğundan 1878 yılında kurtulmalarından bu yana, en büyük yabancılaşmayı bugün çelişkilerin post-sosyalist labirentinde yaşadıkları söylenebilir. 

GEÇMİŞE NOSTALJİDEN FAZLASI OLARAK BAKMAK
Eski sosyalist ülkelerin en güneyindeki olan Bulgaristan, muhtemelen Doğu Avrupa’daki en başarılı sosyalist ekonomiye ve yönetime sahipti. 1970’ler ve 1980’lerde sosyalizm varken çok daha iyi durumda olduklarını düşünen 40 yaş ve üstü sıradan işçilerin oranı eski Sovyetler Birliği, Romanya ve Polonya’daki emsallerine göre büyük oranda daha fazladır. Sosyalist blok içinde serbestçe ve çok ucuza seyahat edebiliyor ve hayatın başka yerlerde nasıl olduğunu görebiliyorlardı. Kışın kayak etkinlikleri, yazın da Karadeniz kıyıları için sosyalist blok ülkelerinden tatilciler Bulgaristan’a gelirdi. Bu yüzden iletişim kurmanın ve fikir alışverişi yapabilmenin olanakları vardı. Öyleyse biz neden hala tek bir monolitik Sovyet sistemi varmış gibi genellemeler yapmaya devam ediyoruz? Neden SSCB’yi Bulgaristan gibi çok daha küçük olan ülkelerin kendine özgü yerel gerçekliklerinin mutlak temsilcisi olarak görmek zorunda olalım ki? Pek çok yaşlı Bulgarın sosyalizme ilişkin anıları; sosyalizme dair akla gelen diktatörlük fikri, sonu gelmez zorluklar, baskının olduğu ve özgürlüklerin kısıtlandığı totaliter bir toplum, yalnız adi mallar üreten ölü bir ekonomi görüşlerini çürütmektedir.              

BARINMA HAKKI, ÇALIŞMA HAKKI, TATİL YAPMA HAKKI
Diğer yandan yaşlı Bulgarların çoğu, İrina Malenko’nun (d. 1967) Sovyetler Birliği’nde yetişmekle ilgili anılarını anlattığı Sovyetika kitabında bahsedilenlere de katılacaktır. Yakınlarda yapılan bir röportajda Malenko (2013) şunları demiştir: “Hayatımız son derece güvenli, sessiz sakin ve stressiz bir çevrede geçiyordu. Uyuşturucudan eser yoktu. Suç unsuruna da neredeyse hiç rastlanmazdı. Sosyal denetim fazlaydı: Birisi yanlış yaptığında meslektaşları ya da komşuları onu uyarırdı. Engellli yurttaşlar ve aile bakım hizmetleri sunanlar (evde kalmak istemeleri durumunda) ve emekliler dışındaki her yetişkinin bir işi vardı. Emeklilik yaşı kadınlar için elli beş, erkekler içinse altmıştı. Sovyet insanları dünyadaki en eğitimli kişilerdi. Her tür sanata erişim çok kolaydı. Kütüphaneler ücretsizdi. Kitaplar, tiyatro oyunları, konserler, müzeler ve sergiler son derece ucuzdu.    

Hepimizin barınma hakkı, bir işte çalışma hakkı, ücretsiz tatil yapma hakkı vardı. Konut fiyatları oldukça düşüktü. İnsanlar su ve elektrik için maaşlarının yalnızca %3-4’ü kadarını ödüyordu. Devlet yurttaşlara çocuklarıyla ömür boyu yaşayabilecekleri bedelsiz konut sağlıyordu. Yalnız bu konutu satma hakkınız olmuyordu. Toplu taşıma ve yeme-içme son derece ucuzdu. Çocukların kıyafet ve ayakkabıları devlet tarafından karşılanıyordu. Okul kitapları ücretsizdi… Yalnızca çocuk kitapları basan kitabevleri vardı. Çocuklar için hazırlanmış çok sayıda çizgi film vardı… Tüm spor kulüpleri tamamen ücretsizdi. Çocuklar kulübe gitmeleri için teşvik edilirdi.” [9]

PLANLI EKONOMİNİN FAZİLETLERİ
Bulgaristan’ın kolektifleştirilmiş tarımı ve sanayisi oldukça gelişti. Merkezi Pravetz kentinde olan bilgisayar endüstrisi kuruldu. Pek çok tarım kolektifi, işletme, fabrika, okul ve üniversitenin çalışanları için Karadeniz kıyılarında neredeyse ücretsiz olan tatil yerleri vardı. Bugün tüm bunlar ortadan kalktı. Karadeniz tatilleri de çoğu kişi için epey pahalı hale geldi. Şu noktanın altını çizmek önemli; eskiden bugünkü gibi tüm ülkede hüküm süren serbest piyasanın kaosu yoktu. Bunun yerine insanların temel ihtiyaçları gözetilerek üretim yapılan, özenle planlanmış bir ekonomi vardı. Yaşanmış olan sosyalizmde neredeyse tüm yurttaşlar için, maddi bakımdan ileri derecede eşitlik koşulları ve garanti altına alınmış tam istihdam vardı. Türkler ve Çingeneler gibi büyük etnik azınlıklara karşı ırkçılık olmasına rağmen toplum genelinde güçlü bir toplumsal dayanışma çabası vardı. Bu azınlıklar kendi hakları olan etnik gruplar olarak değil “yurttaşlar” olarak kabul görüyordu. Sosyalist yasalar yapısal ayrımcılığın önüne geçmişti. Bununla birlikte Doğu Avrupa’daki sosyalist ülkelerin açık bir başarısızlığı olarak, Çingenelere karşı yaygın bir şekilde yapılan ırkçılık yok olmamıştı (bkz. aşağıda).                 

Bulgaristan’daki sosyalist sistem, ücretsiz eğitim, ücretsiz ve yüksek kaliteli sağlık hizmeti ve düzgün işleyen ayrıca neredeyse ücretsiz olan toplu taşıma üzerine kuruluydu. Aslında temel ihtiyaçlarla ilgili çoğu hizmet ticaretin konusu olmaktan çıkarılmıştı. Tüketicilerin ödemesi gereken bedeller çok cüzi miktardaydı. Su, elektrik, ulaşım ve kentsel merkezi ısıtma sistemi neredeyse parasızdı. Bugün ise özellikle de elektrik ve gazı almak ateş pahası. Bir zamanlar model alınan Bulgaristan demiryolu sistemi, 2001’den bu yana yolcu sayısı %50 azaldığından, bugünlerde derin bir kriz yaşıyor. Otobüs bilet fiyatları sosyalizm zamanında sembolik bir miktar olan 6 stotinki (100 stotinki= 1 Leva, Bulgar para birimi =1,53TL) iken bugün ise 18 kat daha pahalıdır. Kafe ve restoranlar, her şeyin bedeli ucuz olduğu için ve kar amacı güdülmediğinden emekçilerle dolup taşardı. Şimdi ise çok az insan dışarıda yemek yiyebiliyor. Sosyalizmde annelik izni üç yıla yayılırken (kısmen devlet karşılıyordu) bugün ise pek çok anne pek destek görmediği için zor durumda kalıyor. Sosyalist Bulgaristan, Doğu Avrupa’daki en iyi sağlık sistemlerinden birine sahip olmasıyla biliniyordu. Şimdi ise ciddi bir techizat yetersizliği ve Avrupa’daki en düşük ücretlerin verilmesi nedeniyle çok sayıda sağlık personeli başka ülkelere göç etmektedir. 1970 ve 1980’lerde Bulgaristan’da kar amacı gütmeden, düşük fiyatlı ve yüksek kaliteli ilaçlar üretilen ilaç endüstrisi iyi durumdaydı. Günümüzdeyse hemen hemen tüm ilaçlar Batı’dan ithal edilmekte ve yüksek fiyatlara satılmaktadır. Ve kime sorsanız size kalitelerinden emin olamadıklarını söyleyeceklerdir. Çok sayıda yaşlı insan gerekli ilaçları alamadıkları için perişan oldu. Doktorlara büyük rüşvetler vermek yaygınlaşırken pek çok hasta beş parasızdır. Tüm bunlar insan onurunu zedeleyicidir.                      

1990’larda Sağlık Bakanı olan Mimi Vitkova’nın on yıl önce belirttiği gibi: “Hiçbir zaman zengin bir ülke olmadık. Ama sosyalizm varken çocuklarımız sağlıklıydı ve iyi besleniyordu. Hepsi aşılanırdı. Emekli ve engelli insanlara ücretsiz ilaç temin edilirdi. Hastanelerimiz ücretsizdi. Bugün parası olmayan tedavi de olamıyor. Ve çoğu insan beş parasızdır. Ekonomi çökmüş durumda.” [10]

ZENGİNLE YOKSUL ARASINDAKİ UÇURUM ARTIYOR
Gerçek satın alma gücü açısından 23 yıl sonra “demokrasi” ve serbest piyasa düzeniyle karşılaştırıldığında, eskiden sosyalizm varken ailelerin kazancı çok daha iyiydi. Pek çok yaşı geçkin emekçi ve emekli Bulgar yurttaşı buna katılacaktır. Herkesin, geçinebileceği kadar geliri vardı. Şimdi ise birkaç zenginle halkın yoksul kesimleri arasındaki gelir uçurumu çok fazla ve gün geçtikçe daha da artıyor. Çalışan Bulgarların büyük bir kısmı ve emeklilerin hepsi kıt kanaat geçinirken halkın %30-40’ı kadarı ise daha da fakirleşmiş durumdadır. En düşük maaş ayda 160 Avro ama birçok kişi düzensiz ve yarı zamanlı işlerde çalışmaktadır. Komşusu Romanya’ya göre ortalama ücretler %25-30 oranında daha düşüktür. Bulgar nüfusun Sofya, Plovdiv, Varna ve Burgaz gibi şehirlerde yaşayan, nüfusun %8’ine denk düşen yeni zengin olmuş küçük bir bölmesi biraz daha iyi durumdadır. Bazı sosyal hizmet çalışanları ayda 140 Avro kazanarak açlık sınırında yaşamaktadır. Yapılan röportajlarda birçok Bulgar vatandaşı, eskiden iş ortamının daha keyifli, daha verimli ve daha arkadaşça olduğunu ve bugüne göre çok daha az stresli olduğunu belirtiyor. Eskiden komşuluk ilişkileri ve insanlar arasındaki dayanışma duyguları çok daha güçlüydü. Şimdilerde ise günlük ilişkiler, ekonomik stres ve toplumsal çöküntü sonucu bozulmaktadır.                

EĞİTİMDEKİ FARKILILAŞMA
Özellikle de eğitim alanındaki karşılaştırmalar oldukça öğreticidir. Bulgaristan’daki sosyalist eğitim bugün Küba’da verilen eğitime pek çok yönden benzemektedir. Özellikle de dayanışma ve kamusal etik ekonomisi kurma anlamında bu doğruydu. Ayrıca “devrimin eğiticiliği” diye bilinen süreçle, sınıfın ötesine geçip doğal, sosyal ve komünal dünyalar yaratarak müfredatla hayat arasındaki ayrımın ortadan kaldırılmaya çalışılması yönünden de iki eğitim sistemi benzeşiyordu. [11] Sosyalizm döneminde, ayrılan fonlar, öğretmen kalitesi ve öğrencilerin öğrenmeye olan motivasyonu açısından eğitim çok daha iyi durumdaydı. Okullarda öğrencilerin derse katılımı teşvik edilir ve yüksek performans göstermeleri beklenirdi. Ayrıca anti-kapitalist Marksist düşünce okullarda verilirdi. Bununla birlikte bugünkü burjuva anlamıyla “eleştirel düşünce” eksikti. Sistemsel hata denebilecek şekilde, muhalif düşünceye çok az yer verilirdi. Yüksek başarı göstermek gerektiğinden devlet üniversitesinde (özel okul yoktu) okumak zordu. Öğrenim ücretsizdi ve okulu bitirince devlet iş veriyordu. Öğrencinin ödemesi gereken harçlar ya da işsiz mezun diye bir şey yoktu. Okullarda sınıfsal ayrıma pek rastlanmazdı. Ancak okulda sıkı bir disiplin vardı. Bugün okulların disiplinden yoksun oluşu tüm eğitim sistemini oldukça olumsuz etkilemektedir. Şimdilerde üniversitelerde derslere katılım düzensizdir ve günümüzün “eğitimsiz toplumu”nda eğitimin kalitesi giderek düşmektedir. Görüştüğüm tüm eğitimciler bu görüşe katılmaktadır. Deneyimli bir eğitimci şöyle konuştu: “Bulgar eğitim sistemi tahrip edildi. Bir zamanlar Doğu Avrupa’nın en iyisi olan sistemde şimdi tam bir kaos hakim.” Küçük elit bir sınıfa hizmet eden pahalı özel okullar yaygınlaştı. Birçok öğrenci okulu bir an önce bitirip göç etmeye bakıyor. Anketlere göre Bulgarların üçte ikisi çocuklarının yurtdışında eğitim almasını istiyor. Mayıs 2012’de gençlerle yapılan bir ankete göre, gençlerin %40’ı ilk fırsatta Bulgaristan’dan ayrılmayı düşünüyor. Eğitim Bakanlığı tarafından 2013 yılında yapılan bir ankete göre, liseyi bitiren gençlerin %52’sinin yurtdışında üniversite okumak için başvurduğu tespit edilmiştir. 2012’de lise mezunlarının 1/6’sı yurtdışında ünivesite okumaya gitmiştir. 2012 yılında yapılan başka bir çalışma, ulusal bir krize işaret ederek 16 yaşındaki Bulgarların %41’inin okuma yazma bilmediğini ortaya koymaktadır. Bulgaristan eskiden sosyalist blokun Silikon Vadisiydi. 2012’nin sonlarına doğru araştırma fonlarının adaletsiz dağılımı nedeniyle şiddetli protestolara sahne olunmuştu. Ancak bugün Rozhen’de bulunan Güneydoğu Avrupa’daki en büyük Ulusal Astronomi Gözlemevi, bilimin pek çok dalı için söz konusu olduğu gibi ciddi imkansızlıklarla boğuşmaya devam ediyor.  

Bulgaristan’daki kapitalist restorasyondan önce, okul dışında pek çok faaliyet düzenlenirdi. Devlet tarafından öğrenciler için çok sayıda ücretsiz yaz kampı ve okul gezisi organize edilirdi. 9-13 yaşlarındaki Piyonerler (önderler), 14-18 yaşlarındaki Komsomollar (Genç Komünist Birlik), okul içinde ve okul dışında gençleri bu tür etkinlikler için örgütlerdi. Şimdilerde tüm bunlar yok olup gitti ve genelde özlemle hatırlanıyor. Devlet sosyalizminde gençler normalde zorunlu olarak hasat gruplarına dahil edilirdi. Bu yukarıdan dikte edilirdi ama birçok kişi akşamları yakılan kamp ateşleriyle, söylenen şarkılar ve yapılan danslarla keyifli bir yoldaşlık kurulduğunu ifade ediyor. Öte yandan ağır fiziksel işler vardı. Ücretler düşüktü. Ve yazları mecburi toplumsal hizmetle geçerdi. Bugün ise çocuklar toplumsal atomizasyon içinde fiziksel olarak iyi olmaya ya da doğa sevgisine pek önem vermeden yaşayıp gidiyor. Oysa bir zamanlar bunlar Bulgar eğitiminin ayrılmaz bir parçasıydı.        

Örgütlü gençlik hareketleri deneyiminin tamamının ve gençleri şekillendirmekte oynadığı rolün bugünden bakarak detaylı bir şekilde incelenmesi gerekiyor. Bazı eğitim fakülteleri inşa gruplarında örgütlenmiş okulun ilk öğrencilerinin kısmi desteğiyle inşa edilmiştir. Bir işin ucundan tutmak ihtiyaç duyulan ve beklenen bir hareketti.      

Bir zamanlar Bulgaristan’daki sosyalist dönemde düzgün işleyen kütüphaneler, kültürel etkinlikler ve sporun her çeşidi yaygındı. Öğrenciler sosyalist müfredatın bir parçası olaral ayda bir klasik müzik konserine giderdi. Bugün çok nadir yapılan bu tür konserlere pek giden kalmadı. Yeni yapılan çalışmalara göre geçen yıl ortalama bir Bulgar ailesi kitaplara yılda 6 Avro ve sinema, tiyatro ve konserlere 2 Avro harcama yapmış. Sosyalizm döneminde ise kitaplar son derece ucuzdu. Oysa şimdi koca bir okuma kültürü yerle bir olmuş durumdadır. Sosyalizmde tüm yayınlar kamuya mal olmuştu. Kar amacıyla basılan yoktu. Ucuz kitaplar da öncelikliydi. Devlet sanatı destekliyordu. Bulgar film endüstrisi gelişkindi (bazı iyi filmlere YouTubedan erişmek mümkün) ama 1990’da hızla sönümlendi ve daha sonra kendine gelemedi. Bir zamanlar birçok şehirde ve kasabada çok beğenilerek izlenebilen oyunlar çıkaran devlet tiyatroları bugün darmaduman olmuş durumdadır. Şimdilerde pekçok kişi sosyalizm zamanına göre kat kat daha pahalı olan biletler yüzünden bir filme bile gidemiyor. Deneyimli kütüphaneciler günümüzde 180 Avro gibi düşük bir maaş alıyor. Kentler ve köylerde kurulmuş olan ve geleneksel okuma odalarından oluşan kapsamlı kütüphanalere bugün pek fon ayrılmıyor. Spor alanında eskiden ulusal takımlar çıkarılırken şimdi bu konuda ciddi bir daralma söz konusudur. Bulgaristan 2012 yılında düzenlenen Londra Olimpiyatlarında, tarihe kara leke olarak geçen,  son 60 yılın en kötü performasını sergilemiştir.

SOSYALİST BULGARİSTAN: TÜKETİMCİ OLMAYAN TOPLUM MU?
Sosyalist Bulgaristan, kar için üretilmeyen ve kolay ulaşılabilen temel gıdaların bolluğuyla büyük oranda tüketimci olmayan bir toplumun yolunda ilerleyen bir ekonomiye sahipti. Ülke çapında tüm ürünler için belirlenmiş standart fiyatlar vardı. Reklam sektörü yoktu ve 25 yıl boyunca TV’lerde hiç reklamlara yer verilmedi. Üretimin ticaretin konusu olmadığı söylenebilir. Bugünkü gibi 25 çeşit yoğurt markası yerine tek bir tür olarak yüksek kaliteli yoğurt vardı ve depozitolu kavanozlarda satılırdı. Yakınlarda hazırlanan bir rapora göre Bulgarlar dünyadaki en kötümser tüketiciler çıktı. İnsanlar yoğurdun %90’ının katkı maddeleriyle dolu olduğunu, kaşar peyniri (kaşkaval), geleneksel Bulgar salamı (lukanka) ve bir zamanlar dünya standartlarında olan ucuz sofra şarabı gibi gıdaların da kalitesinin düştüğünü düşünüyor. Sosyalizmde gıda kalitesinin denetimi çok sıkı yapılırken bu denetimler şimdilerde çok gevşemiş durumdadır. Bugünkü kapitalist piyasayı büyük oranda yabancı market zincirleri istila etmiş durumdadır. Pek çok ürün ithal edilmekte ve çoğunlukla kaliteli olup olmadıkları da şüphelidir. Sosyalizmde devletin çok ucuza sağladığı merkezi ısınma olanakları sayesinde soğuk kışlar evlerde sıcacık geçerdi. Bugün ise şehirlerdeki apartmanlarda yaşayan çoğu kişi, özelleştirilmiş olan ısınma sistemi giderlerini karşılayamadığı için, kullanımı zor ve tehlikeli olan odun sobası ya da yüksek maliyetli elektrikli sobalar kullanmaktadır. Odun sobaları eskiden daha çok köylerde kullanılırdı. Yakacak ihtiyacı sonucu da ağaçlık alanlar zarar görürdü. Günümüzde ise etrafı kirleten ve pahalıya gelen odun sobaları şehir hayatının mecburiyetten kullanılan parçaları haline geldi.                    

TOPLULUK RUHU
Çevreyi temizleme komiteleri, kar küreme grupları gibi komünal inisiyatiflere büyük toplumsal enerji akıtılıyordu. Komünist Parti, çevrede kolektif bilinç kazandırmak için aktif olarak görev alıyordu. Daha da önemlisi sosyalist Bulgaristan’da günlük hayatta birkaç hırsızlık ve saldırı vakası dışında şiddete yer yoktu. Günümüzde ise suç unsuru oluşturan davranışlarda yoğun bir artış olup güvenlik konusu önemli hale gelmiştir. Bakanlardan biri geçenlerde ülkeyi tanımlarken “organize suç sahası” ifsadesini kullanmıştır. Daha yaşlı işçiler eskiden kapılarını bile kilitleme gereği duymadıklarını ve hırsızlık için bir neden olmadığından anahtarı paspasın altına bırakabildiklerini söylüyorlar. Bulgarlar ve Çingeneler bugünkü gibi derin bir yoksulluğun içinde değillerdi. Bugün çoğunun emekli maaşı 70-130 Avro arasındadır. İşsizlik katkısı da ayda yaklaşık 65 Avro’dur. Bu da geçinmek için pek yeterli değildir.

Günümüzde Bulgaristan’da Çingenelere ve büyük bir azınlık olan Türklere karşı olan yabancı düşmanlığı üniversite hocaları arasında bile oldukça yaygındır. Sağcı milliyetçilikle birlikte ırkçılık ve ayrımcılık da gittikçe artmaktadır. Bugün Bulgaristan’da Çingene karşıtı ırkçılık ve Türklere olan tarihsel düşmanlık had safhadadır. Çingenelerden duyulan hoşnutsuzluk kısmen devlet sosyalizmi zamanında uygulanan asimilasyoncu politikalarla biraz olsun azalmıştı. Ancak günümüzde bu düşmanlık tehlikeli boyutlara ulaşmaya başlamıştır. Richie Parrish Çingenelerin yaşadıklarına ışık tutuyor: “ Çoğu büyük bir yoksulluk içinde yaşıyor. 5-15 yaşlarındaki çocuklarının 1/4' ü okula düzenli gitmemektedir. 2011 tarihli BM raporuna işaret ederek Bulgaristan’daki Çingene nüfusun %46.2’sinin ilköğretim ve %7.8’inin ortaöğretim mezunu olduğunu belirtiyor.” [12]

İNSAN TEMELLİ, AMPİRİK BİR YAKLAŞIMA DOĞRU
Raleigh’nin sözlü tarih çalışması (2006;2011), Batı’da özellikle de İngiltere ve Amerika’da yaygın olan Sovyet tarihi anlatıları ve Sovyet “totalitarizmi” hakkındaki tek boyutlu yargıları sarsıcı niteliktedir. Kideckel (2008) onlarca yıl post-sosyalist Romanya’da saha çalışması yapmanın ve sıradan işçilerin hikayelerini bolca dinlemenin ardından, sanayi işçilerinin günlük hayatta yaşadıkları korku ve yabancılaşmayı aktarıyor. Millei (2013), sosyalist Macaristan’a ve oradaki eğitim sistemine odaklanarak sosyalizmde kreş öğretmenliği yapmanın nasıl olduğunu anlamak ve sosyalist ideolojiye nasıl baktıklarını görmek için beş kreş öğretmeniyle görüşüyor. Antropolog olan Gerald Creed (1999: 224) şunları söylüyor: “İnsanlar geçmişe dair çok sayıda imgeye sahip… ve tüm bunların sentezi yapıldığında ortaya son derece güncel sonuçlar çıkıyor.” Creed kuzeybatı Bulgaristan’da Zamfirovo köyünde uzun yıllar süren saha çalışmaları yaptı. Çiftçilerin sosyalist pratiklere nasıl uyum sağladığını ve 1990’dan bu yana boğuştukları sayısız sorunu günyüzüne çıkardı (Creed, 1998; 2010).[13]

ÖZET OLARAK
Sosyalizmde hayatın nasıl olduğunu anlatırken “tek boyutlu bir hikaye”den kaçınmalıyız. Otoriter taraflarını da görmezden gelmeden, sosyalist modelin başarılarına önyargısız bakmaya ihtiyacımız var. Kapitalizmin ötesinde, katılımcı ekonomisi olan ve özellikle de garanti altına alınmış tam istihdama dayalı, toplumsal üretimin ticaretin konusu olmaktan çıktığı bir toplum inşa etmek için, bizim tarihimiz ve mirasımız olan “sosyalizm 1.0” modeline sahip çıkmalıyız. Sosyalizmde yetişmiş ortalama işçilerin şimdi giderek artan post- sosyalist yabancılaşma, kuralsızlık ve eşitsizlikler içinde sürdürdükleri hayatlarının ve onların çocuklarının günümüz hakkındaki hikayelerinin daha sistemli bir şekilde toplanılmaya ve yaygınlaştırılmaya şiddetle ihtiyacı var. Bu ihtiyaç acildir.


Yazar Kuzey Amerikalıdır ve uzun yıllar post- sosyalist Bulgaristan’da, taşrada kaldığı için çokça deneyim biriktirmiştir. Bulgarcayı akıcı konuşmakta ve emekçi Bulgar aileleri ve bir dizi eğitim kurumuyla yakın ilişkisi vardır.


Notlar

[1] Kagarlitsky, Boris, New Realism, New Barbarism (London 1999) vii, viii.

[2] Panagiotis Soltiris, "Austerity Capitalism and Education in Greece"  Dave Hill içinde, ed. Immiseration Capitalism and Education, Austerity, Resistance and Revolt (Brighton 2013).

[3] Tom G. Griffiths ve Millei Zsuzsa, Logics of Socialist Education: Engaging with Crisis, Insecurity and Uncertainty, (2013) 1-18.

[4] Stephen Gowans, "We Lived Better Then." What's Left, 20 Aralık, 2011.

[5] Anna Mudeva, "Special Report: In Eastern Europe, people pine for socialism," Reuters (2009).

[6] Maria Todorova, "From Utopia to Propaganda and Back," Todorova ve Zsuzsa Gille içinde, ed., Post-Communist Nostalgia (Oxford 2010) 1-13.

[7] Bkz, Kapka Kassabova, Street Without a Name; Childhood and Other Misadventures in Bulgaria (Londra 2008).

[8] Alexander Andreev, "Violence in Bulgaria to be Expected," Novinite, 26 Temmuz, 2013.

[9] Irina Malenko, An Interview with Irina Malenko, Sovietica yazarı, NCCUSA 2 Şubat, 2013.

[10] Gowans, "We Lived Better Then."

[11] Bu özelliklerin 1960’lardaki detaylı anlatımı için bkz. John P. Georgeoff, The Social Education of Bulgarian Youth (Minneapolis 1968), İngilizce dilinde klasik bir çalışma.

[12] Richie Parrish, "Roma Minority Faces Uphill Battle," The Prague Post, 6 Mart, 2013. Doğu Avrupa’da Çingenelerin eğitimiyle ilgili bkz. Maja Miskovic, Roma Education in Europe: Policies, Practices and Politics (Londra 2013).

[13] Bkz Daniel J. Raleigh, Soviet Baby Boomers: An Oral History of Russia's Cold War Generation (Oxford 2011); David A. Kideckel, Getting by in postsocialist Romania: labor, the body, & working-class culture (Bloomington 2008); Zsuzsa Millei, "Memory and kindergarten teachers work: children's needs vefodre the needs of the socialist state" Tom Griffiths ve Zsuzsa Millei içinde (ed), Education in/for socialism: historical, current and future perspectives, özel sayı, Globalisation, Societies and Education (2013) 170-193; Gerald W. Creed, Masquerade and Postsocialism; Ritual and Cultural Dispossession in Bulgaria (Bloomington 2011).