Solsuz, sosyalizmsiz Fransa seçimleri

Bu yazıda 23 Nisan’da ilk turu gerçekleşecek Fransa cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki adaylardan liberal Emmanuel Macron ve sol-sosyal demokrat diye nitelendirebileceğimiz Jean-Luc Melenchon’u ele alacağız. Seçimlerin işçi sınıfı ve sosyalizm açısından ne ifade ettiğini tartışacak, seçimler konusunda Türkiye medyasında yapılmış bazı değerlendirmelere değineceğiz...

Evin Nagehan

Fransa, cumhurbaşkanlığı seçimlerine şovenist çıkışlarla, rakamlara indirgenmiş ekonomi tartışmalarıyla, içi boşaltılmış laiklik polemikleriyle ve çarpıtılmış bağımsızlık naralarıyla giriyor. Sosyalizm iddiası taşıyan hiç bir adayın olmadığı, işte sırf bu yüzden de emekçilerin temsil edilmediği siyasi bir atmosferde ak-partiye [1] oy vermekten daha iyi bir seçenek yok.

Bu yazıda 23 Nisan’da birinci turu gerçekleşecek olan Fransa cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki adaylardan liberal Emmanuel Macron ve sol sosyal demokrat diye nitelendirebileceğimiz Jean-Luc Melenchon’u ele alacağız. Seçimlerin işçi sınıfı ve sosyalizm açısından ne ifade ettiğini tartışacak ve seçimler konusunda Türkiye medyasında yapılmış bazı değerlendirmelere değineceğiz.

Öncelikle Avrupa soluyla ilgili hem içeriye, hem dışarıya akıl açıcı bir hatırlatma:

"Geleneksel solun sağlam komünist unsurları dışında Avrupa’da sosyal demokrasiyi sınıfsal açıdan işçi temeline sabitlemekte kararlı gözüken batı marksizminin varyantları  sosyal demokrasinin kökenlerinde marksizm kadar emperyalizmin de olduğu gerçeğini görmemekte ısrar ediyorlar. Bu ısrar, Avrupa solunun da aynı köklerden beslenmesinin ürünüdür ve Avrupa birliği militanlığı, orta sınıf beklentilerinin yanı sıra bu tarihsel arka plandan feyz almaktadır." [2]

 

Fransa siyasi hayatında henüz somut bir varlık gösteremeyen geleneksel solun sağlam komünist unsurları başka bir yazının konusu. [3] Ama bu unsurların kimisinin, PCRF (Fransa Devrimci Komünist Partisi) gibi beyaz oy kullanmaya, kimisinin de PRC (Devrimci Parti-Komünistler) gibi, her ne kadar seçimlere resmen katılmak için zorunlu olan seçilmişler tarafından verilmesi gerekli imza sayısına ulaşamasa da, aday gösterdiğini, kimisinin de PRCF (Fransa Yeniden Uyanış Kutbu) gibi Jean-Luc Melenchon’u desteklediğini not edebiliriz. Adında komünist kelimesi geçen  sosyal demokrat nitelikteki PCF (Fransız Komünist Partisi) yönetiminin ve parti üyelerinin yarısının da Melenchon’u desteklediğini söyleyelim ve bu adayla başlayalım.

MELENCHON, FİNANS OLİGARŞİSİ VE "ZENGİNLİĞİN PAYLAŞILMASI"

Cumhurbaşkanı olması halinde Altıncı Cumhuriyet’e geçmek için kurucu bir meclis ve yeni bir anayasa öneren vadeden Melenchon, 127 sayfalık seçim programı "Ortak Gelecek"te bir kez bile kapitalizmden bahsetmiyor. Lakin sistemin yarattığı bütün sorunları finans oligarşisine ve "cumhurbaşkanlığı monarşisine" yükleyen Melenchon’un programı, klasik sosyal demokrat bir ağrı kesici reçetesinin ötesinde çözümler sunmuyor. Gelir dağılımını düzeltmek için yüksek gelirlilerden alınacak vergilere ve yeni iş sahaları açmak için bir dizi Keynezyen politika öneren Melenchon, asgari bir sosyal demokrat programda olması gereken kamulaştırmalara bile yer vermiyor. Bu anlamda 1980’lerin başında François Mitterand’ın ‘Ortak Programı’ndan bile geride kalan ‘Ortak Gelecek’, İkinci Büyük Paylaşım Savaşı’nın ertesinde anca Sovyetler Birliği’nin varlığı sayesinde Avrupa’da hayat bulabilen ve çözülüşüyle birlikte tamamen ortadan kalkan sosyal devlet nostaljisini pazarlamaya çalışıyor.

Gelir eşitsizliğine ve "zenginliğin paylaşılmasına" [4] vurgu yapan Melenchon, "zenginliğin" kim tarafından üretildiğini, kimlerin asalakça beslendiği konusunda bir tartışmadan kaçınırken; bir yandan da sanayicilerin iyi kapitalistler, finans kapitali kontrol eden bankaların da kötü kapitalistler olduğu mesajını veriyor. Sanki finans sektörü (finans kapital de demiyor) sanayi sermayesinden ayrı düşünülebilirmişçesine, finans sektörünün ‘kötülüklerine’ vurgu yapıyor. [5]

Avrupa Birliği konusunda belirsiz ifadeler kullanan Melenchon, "ya değiştiririz (Plan A), ya da ayrılırız (Plan B)" diyor, NATO’dan ise çıkılmasını savunuyor. Bu son ikisinin geleneksel solun komünist kimi unsurlarına cazip geldiğini görüyoruz. Rusya’nın uluslararası siyasette ağırlığının arttığı, emperyalist blokların yeniden şekillenme çabasında olduğu bir dönemde Trump’ın bile "köhne" olarak nitelendirdiği bu yapıdan çıkmanın tek başına sol bir karakter taşıdığını söylemek mümkün değil. Le Pen’in de AB konusunda onu dönüştürmeyi, olmazsa bir referandum düzenlenip "Fransızların karar vermesini" savunduğunu, bu önerinin kimi sermaye sahiplerinin yönelimlere de hitap ettiğini belirtmemiz lazım.

Havada kalan ekolojik duyarlıklar ve ortak çıkarlar vurgusuyla bezeli programda yer alan ve patronları da "kurtarmayı" vaat eden şu ifade ise gerçekten evlere şenlik: "Medef’in [bizdeki TÜSİAD’ın muadili] şirket patronlarının sözcülüğünü kötüye kullanmasına son vermek." [6]

Tavırlarıyla ve programıyla bir küçük burjuva radikalini andıran Melenchon’un tutarlı olduğu yegane konu ise laiklik. Sadece Müslümanlar için değil, Hristiyanlar için de laiklikle ilgili yasaların uygulanmasını gerektiğini savunan Melenchon, 1905 laiklik yasasısının o tarihte Fransa ulusal hudutları içerisinde olmayan Alzas bölgesinde de geçerli olması gerektiğini vurguluyor.

MACRON VE "DEVRİM"

PS’in ikinci Manuel Valls hükümetinde ekonomi bakanlığı görevini üstlenen ve geçtiğimiz yaz hükümetten ve partisinden ayrılarak kendi hareketini kurarak cumhurbaşkanı adayı olan liberal Macron’un emek karşıtı karakteri her ne kadar açık olsa da, bu adayla ilgili bazı noktalara değinmekte fayda var.

Macron, Rothschild’in yatırım bankasında da görev yapmış eski bir ekonomi bakanı olarak Fransız sermayesinin ideal cumhurbaşkanı adayı ve seçimlerin ikinci turuna Faşist Ulusal Cephe’nin adayı Marine Le Pen’le kalması halinde cumhurbaşkanı makamına oturması güçlü bir ihtimal. Zira, Le Pen’in ikinci tura çıkmasına kesin gözüyle bakılırken, onunla birlikte ikinci tura çıkan diğer adayın da oyları Le Pen’e karşı kendinde toplayacağı da bir o kadar kesin.

Eski başbakan Manuel Valls da, her ne kadar PS’in önseçimleri sonucunda partisinin göstereceği adayı, yani Hamon’u destekleyeceğini defalarca söylemiş olsa da, bugün (29 Mart 2017) Macron’u desteklediğini açıklamış bulundu. Merkez sağdaki Fillon’un partisi Les Republicains’den (Cumhuriyetçiler) de bir çok isim Macron’u destekleyenler arasında. Macron’un destekçileri arasındaki ilginç bir isim ise 1994-2001 yılları arasında Fransız Komünist Partisi ulusal sekreterliğini, 2003’e kadar da genel başkanlığını yapmış olan, yaşına inat genç nesil tasfiyecilerden Robert Hue...

Kabinede yer aldığı dönemde kendi adıyla anılan ve kabul edilen yasalar yeni bir özelleştirme dalgasının altyapısını hazırlamaktan işten çıkarmaları kolaylaştırmaya uzanan sermaye yanlısı bir dizi müdahaleyi barındırıyor. Macron, Fransız sermayesine PS döneminde yarım bıraktığı işleri tamamlayacağını vadediyor, aslında merkez sağın adayı Fillon’dan bazı ‘özgürlükler’ dışındaki tutumu dışında pek farkı yok. Fillon ise geçen gün çıktığı bir televizyon programında kendisi ve sermayenin çıkarları açısından mantıklı bir şekilde şu soruyu yöneltiyor: "Fillon hangi kadrolarla vaatlerini yerine getirecek?" diyor ve de kendi partisinin kadrolarının Haziran’daki genel seçimler için de hazır olduğunu belirtiyor. Fillon, "komünist" Hue’den "sosyalist" Valls’e, ondan sağdaki başka isimlere kadar uzanan bir "zenginliği" arkasına alan Macron’un cumhurbaşkanı olması halinde Haziran seçimlerinde ortaya çıkacak olan siyasi tablonun bir istikrarsızlık ortaya çıkarabileceğini ima ediyor. Macron’un eski partisi PS’in siyasi sahneden yok olabileceği de iddia ve olasılıklar arasında.

Macron için bu kadarı fazla bile, ama son bir not eklemek gerekirse, Macron’un 19 avroya satılan kitabının adı Revolution (Devrim). Ah devrimim benim, nedir şu liberallerden çektiğin!

TÜRKİYE "SOLUNDAN" İBRETLİK YORUMLAR

Fransa cumhurbaşkanlığı seçimleriyle ilgili olarak Türkiye medyasında yer alan bir kaç yazıya  birlikte değinmek gerekirse:

"Avrupa sosyal-demokrasilerinin geçirdiği varoluş bunalımının en önemli nedeni, tarihsel işlevi olan toplumsal pazarlıklarda emekçiler lehine kazanımlar elde etme kapasitesini büyük ölçüde kaybetmiş olması. Sosyal demokrat partiler, hemen her yerde, iktidara gelirken dile getirdikleri piyasa güçlerine gem vurma vaatlerini iktidardayken yerine getirememenin bedelini ödüyorlar." [7]

Cumhuriyet’te köşe tahsis edilen 2010 referandumunun yetmez-ama-evetçi Avrupa birliği militanlarından Ahmet İnsel koca 20. yüzyıl tarihini tepetaklak ediyor. 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde şimdi faşist partiden milletvekili olan Ekmeleddin İhsanoğlu’na oy vereceğini beyan etmiş olan [8] bir diğer Cumhuriyet yazarı Ergin Yıldızoğlu’nun yazdıkları ise şu ifadeyi kullanıyor:

"İşçi partisi adayı Hamon’un programı ekonomik koşullara odaklanmış, seçmenin andaki duyarlılıklarına uzak." [9]

Bu iki alıntıyı birlikte değerlendirmek için Okuyan’dan başka bir alıntıyla başlayalım:

"Neoliberal saldırılar, başka ülkeler bir yana, Fransa, Almanya ve İngiltere’de zaman zaman sosyal demokrat partilerin liderliğinde ve büyük bir beceriyle yürütüldü. Saldırıların doğrultusu ve sınıfsal aidiyetine ilişkin bir tereddüt olmaması, bütün bu sürecin bir çok marksist tarafından sosyal demokrasinin krizi olarak adlandırılmasını da açıklıyor." [10]

Hatırlatmamız gereken temel gerçekler şunlar: Kapitalizm içinde emekçiler lehine kazanımlar bizzat sınıf mücadelesiyle gerçekleşir, sermaye temsilcisi/sermayeyle  arabulucu işlevindeki partiler kendilerinde bir "kazanım elde kapasitesi" taşımazlar. Bu kazanımların bir dönem Avrupa kıtasında elde edilebilmesi, Avrupa işçi sınıfının mücadelesinin yanı sıra ve en az onun kadar önemli bir başka gerçekliğe dayanıyordu: Avrupa burjuvazisini ensesinde soluyan bir işçi sınıfı devletinin, Sovyetler Birliği’nin varlığı, ki bu varlık çözülme dönemine kadar Avrupa’da ve dünyadaki sınıf mücadelelerinin de bizzat somut bir dayanağı olmuştur. Sovyetler’in çözülmesiyle dünyada ortaya çıkan siyasal boşlukta sosyal demokratların bizzat kendi hükümet oldukları dönemlerde ‘neoliberal’ denilen liberal politikaları hayata geçirdiklerini biliyoruz. Dolayısıyla şu an yaşadığımız kriz sosyal demokrasiden değil, kapitalizmin bizzat kendisinden kaynaklanıyor. Sosyal demokrat partilerin ise işçi sınıfı partisi olmadıkları, SYRIZA gibi yenilerinin de, PASOK gibi eskilerinin de bu sınıfın ihtiyaçlarına karşılık veremediği ve meşruiyetlerini çoktan kaybettiği ise tartışma konusu olmaktan çoktan çıkmıştır.

Fransa özelinde belirtmemiz gerekenler ise şunlar: Benoit Hamon, İnsel’in iddiasının aksine sosyal demokrat PS’in sağ kanadında yer alıp liberal politikaları savunan Michel Rocard’ın kanatları altında yetişmiş bir siyasetçi. Sovyetler’in çözülüşünden sonra ortaya çıkan boşlukta sosyal demokrat ve de kimi komünist partiler Fransa ve dünyada öylesine sağa kaydılar ki, bu partilere yapılan liberal aşılar ve eklenmeler bu tip yanılsamaları ortaya çıkartıyor. Bundan daha da önemlisi ve de hasır altı edilmek istenen bir gerçek ise Hamon’un  ve iktidardaki partisi PS’in, Fransız emperyalizminin siyasi temsilcisi olduğu. 2012’de Suriye’deki "muhaliflere" Fransa tarafından silah yardımı yapıldığını kabul eden François Hollande’ın [11] hükümetlerinde beş yıl boyunca çeşitli görevlerde bulunmuş olan Hamon, 20 Mart gecesi diğer dört cumhurbaşkanı adayının katıldığı canlı yayında Suriye devlet başkanı Beşar Esad’ı diktatör [12] olmakla itham etmeye devam etti. Hem de iki sağ adayın ve Melenchon’un Atlantikçi ve Suriye’de müdahale yanlısı siyasetleri terketmeyi tercih ettiklerini açıkça beyan edip, Rusya’yla pragmatik ilişkiler kurmaktan bahsettikleri bir konjonktürde... [13] Atlantikçi liberal Macron’un bile farklı düşünmese de Suriye konusunda daha sakin bir tutum almış olduğunu not edelim.

Okuyan’dan son bir alıntıyla bitirelim. İlk baskısı 1994’te yapılan kitabına, yazarın 2008’deki yeni baskısına eklediği şu not, yukardaki yazarların içinde bulunduğu durumu tasvir ediyor:

"…Aradan geçen 15 yıl boyunca sosyal demokrasiyi “işçi partisi” olarak gören marksistlerin sayısında bir azalma olmaması şaşırtıcıdır. Blair yılları dahi İngiliz Labor Party’yi işçi hareketinden çıkartmaya yetmediyse, çok köklü bir teorik açmaz ile karşı karşıyayız demektir." [14]

Sene 2017, orta sınıf beklentilerinin ve teorik açmazların pratikte işçi sınıfını siyasi açmazlara sürüklediğine Büyük Sosyalist Ekim Devrimi’nin yüzüncü sene-i devriyesinde şahit olmaya devam ediyoruz. Fransa’da da, Türkiye’de de veya dünyanın herhangi bir yerinde sosyalizm için mücadele etmek gerekiyor... Aşağısı kurtarmıyor.

 

[1] Provakosyunumu mazur görün. Fransız seçim sisteminde, seçimlere katılmamak ve geçersiz oy kullanmaktan farklı olarak, ‘vote blanc’ (beyaz oy) kullanılabiliyor. Mevcut adaylar tarafından temsil edilmediklerini düşünenler beyaz oy verebiliyorlar. En son 2012’de gerçekleşen cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turunda sandığa gidenlerin yüzde 2’si, ikinci turunda ise yüzde 6’sı beyaz oy vermiş. Gerçekten değerli olduklarını belirtmek lazım.

[2] Kemal Okuyan, “Ne Yapmalı”cılar Kitabı, Yazılama, altıncı baskı, 2013, s. 86.

[3]Fransa’daki Komünist Hareket’le ilgili olarak Uğur Kayrak’ın Boyun Eğme’nin 57. sayısında kaleme aldığı yazıya bakılabilir: http://www.kp.org.tr/sites/default/files/boyun-egme/be_57.pdf

[4] Burada bahsetmeye değer görmediğimiz iki troçkist partinin adayları Nathalie Arthaud ve Philippe Poutou’nun da sosyalizm yerine, ‘zenginliği paylaşma’ vurgulu bir seçim kampanyası yürüttüklerini not edelim. Melenchon’un da eski(?) bir troçkist olduğunu hatırlatmamızda fayda var.

[5] Başka ve geniş bir yazının konusu olmakla birlikte troçkistlerin finans sermayesi konusundaki yanılgılarının finansallaşmayı ‘geçici bir fenomen’ olarak nitelendiren Ernest Mandel’e kadar gittiğini not edelim.

[6] L’Avenir en Commun (Ortak Gelecek), Jean-Luc Melenchon, Seuil, 2016. s. 25.

[7] Ahmet İnsel, Cumhuriyet, 11 Mart 2017.

[8] http://bosluklarergin.blogspot.fr/2014/08/cumhurbaskanlg-secimlerine-yon...

[9] Ergin Yıldızoğlu, Cumhuriyet, 16 Şubat 2017. Vurgu bana ait, E.N. Yıldızoğlu’nun partinin adını kastetmiş olması, bilgi eksikliği yoksa, mümkün değil, zira partinin adı ‘Parti Socialiste’.

[10] Kemal Okuyan, a.g.e., s. 86.

[11] http://haber.sol.org.tr/dunya/hollande-fransanin-suriyeli-muhalifleri-si...

[12] Bir diğer Cumhuriyet yazarı ‘laik’ Mine Kırıkkanat’ın da 24 Ağustos 2014 tarihli yazısında Beşar Essad hakkında bu ifadeyi kullandığını hatırlatmakta fayda var.

[13] Sovyetler’in desteğiyle emperyalizme karşı verilen bir mücadelenin eseri olan Cumhuriyet’le aynı adı taşıyan gazetede kendilerine köşe verilenlerin hali vahimdir. Bize Sosyalist bir Cumhuriyet gerektiğinin bir daha ilanıdır.

[14] Kemal Okuyan, a.g.e., s.86.