Sen bu işin sonunu düşünmedin mi?

Türkiye’nin Rusya’ya olan enerji bağımlılığının kısa dönemde değişmesi beklenmediği gibi daha da ağırlık kazanması gündemde. Türkiye’nin Rusya için önemli bir pazar ve partner olması güç ilişkilerinin ve kaynak dağılımının asimetrisi düşünüldüğünde Türkiye’ye ancak kısıtlı bir pazarlık gücü sağlıyor.

Meral Tartan

Türkiye’nin Suriye politikası üzerinden Rusya ile yaşanan gerginlikler Türkiye’nin ithal enerji bağımlılığını ve bu bağımlılık üzerinden dış politikasındaki kırılganlıkları yeniden gündeme getirdi.

Türkiye’nin çevresinde yer alan enerji zengini bölgelerde ve enerjinin geçiş yolları üzerinde sürmekte olan savaşlar genellikle “petrol savaşları” olarak nitelenir. Oysa petrol karmaşık boyutlara varmış enerji bağımlılığının yalnız bir boyutu ve günümüz koşullarında belki başa çıkılması en az sorunlu olanı. Her şeyden önce tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de petrolün ulaştırma dışındaki alanlarda kullanımı giderek azalıyor ve petrol sıradan bir meta haline geliyor.  Petrolde büyük ek maliyetlere katlanmadan alımı farklı ülkelere kaydırma olanağı var. Ancak doğalgazda hem seçenekler daha kısıtlı, hem de doğalgaz ticaretinde uzun vadeli alım sözleşmelerinin yaygın olması nedeniyle kısa dönemde alternatif tedarikçilere yönelmek güç ve maliyetli.

Petrolden farklı olarak doğalgazın gerek boru hattıyla, gerek sıvılaştırılarak taşınması önemli altyapı yatırımları gerektiriyor. Ayrıca konvansiyonel doğalgaz kaynaklarının coğrafi dağılımı çok dengesiz. Dünyadaki toplam rezervlerin yaklaşık %55’i Rusya, İran ve Katar’da bulunuyor.  Dolayısıyla doğalgaz ticareti devletlerarası anlaşmaları da kapsayan uzun dönem planlamalar çerçevesinde yapılabiliyor.

Türkiye’nin mevcut doğalgaz tedariki incelendiğinde ithalatın yalnız %3’ünün spot olarak yapıldığı, tamamına yakınının uzun vadeli anlaşmalarla Rusya (%55), İran (%18), Azerbaycan (%13), Cezayir (%8) ve Nijerya’dan (%3) geldiği görülüyor. Rusya ve İran’dan yapılan ihracatın yerine geçebileceği öne sürülen alternatiflerle ilgili ciddi belirsizlik ve sorunlar var.  

Bir süredir Irak doğalgazı Türkiye için en uygun seçenek olarak konuşuluyor. Irak’tan orta vadede yıllık 15-20 milyar metreküp doğalgaz ithal edilerek İran gazının tamamının ve Rusya gazının bir bölümünün ikame edilebileceği öne sürülüyor. Geçtiğimiz hafta Kuzey Irak’ta aktif olan firmalardan Genel Enerji’nin başkanı Tony Hayward önümüzdeki yıl ortak bir şirket kurularak birkaç yıl içinde doğalgaz sevkiyatına başlanabileceğini söyledi. Öte yandan bölgede yaşanan güvenlik sorunlarının yanısıra Irak Kürt Bölgesel Yönetimi ile merkezi hükümet arasında yaşanan egemenlik sorunları da engel oluşturabiliyor. Birkaç yıl önce de Türkiye’den Siyah Kalem şirketi Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi’nden onay alarak ithalat hazırlıklarına başlamıştı. Ancak, Merkezi Hükümet Kuzey Irak’la yapılan anlaşmayı geçersiz sayıp onay vermediği için bu proje gerçekleşememişti. Diğer taraftan Irak’ta yaklaşık 3 trilyon metreküplük doğalgaz rezervi olmasına karşın altyapı yetersizlikleri nedeniyle kısıtlı olan üretim iç talebi karşılayamıyor.  

Son dönemde gündeme getirilen diğer bir seçenek Doğu Akdeniz’de 2010 yılında keşfedilen yeni doğalgaz yatakları. İsrail, Gazze, Kıbrıs, Lübnan ve Suriye kıyılarını kapsayan deniz içi doğalgaz yataklarında 3,4 trilyon metreküp doğalgaz rezervi olduğu tahmin ediliyor. Bu kaynaklara ek olarak İtalyan Eni şirketi bu yıl Eylül başında Mısır açıklarında Zohr bölgesinde 850 milyar metreküp büyüklüğünde yeni bir saha keşfettiğini açıkladı.  Sahaların ülkeler arası önemli ihtilaflar içermesi ve ülkeler arasındaki süregelen siyasi sorunlar, doğalgaz ve petrol fiyatlarının düşük seviyesi bu sahalar için finansman ve yatırımların ötelenmesine yol açıyor. Öngörülebilir gelecekte bu sahaların Türkiye’nin doğalgaz arz güvenliğine katkı sağlaması kuşkulu görünüyor.  

Hazar bölgesindeki doğalgaz kaynaklarının devreye alınması da bir olasılık olarak gündeme getiriliyor.  Bu konuda en somut seçenek Azerbaycan’la 2011 sonunda yapılan Şahdeniz-2 anlaşması.  Anlaşma uyarınca 2018 yılından itibaren Azerbaycan’dan Gürcistan üzerinden Türkiye’ye 6 milyar metreküpü Türkiye’de tüketilmek, 10 milyar metreküpü Avrupa’ya ihraç edilmek üzere toplam 16 milyar metreküplük yeni doğal gaz arzı sağlanması planlanıyor.  Ancak temin edilecek gazla mevcut kaynakların ikame edilmesi değil, konut, sanayi ve elektrik santrallerinin doğalgaz talebindeki artışın karşılaması amaçlanıyor. Türkmenistan’dan Hazar Denizi’nin altından bir boru hattıyla doğalgaz temini Hazar Denizi çevresindeki ülkelerin mülkiyet konusundaki anlaşmazlıkları nedeniyle uzun yıllardır gerçekleşemiyor. Türkiye’nin Türkmenistan’la 1999 yılında yaptığı 30 yıl süreli 16 milyar metreküplük anlaşma bu nedenle o tarihten beri devreye alınamadı.  

Türkiye’nin elektrik ve doğalgaz tüketimi her yıl %5 civarında artış gösteriyor. Son yıllarda elektrik üretiminde doğalgaza bağımlılık azalmasına rağmen elektriğin hala yaklaşık %40’ı doğalgazdan üretiliyor. 2014’teki gibi kuraklık yaşanıp hidroelektrik üretim azaldığında doğalgazdan elektrik üretimine bağımlılık artıyor. Kış aylarında artan doğalgaz talebinin dengelenmesi ve teknik ve siyasi nedenlerle yaşanabilecek kesintilere karşı önlem alınabilmesi için kullanılabilecek depolama kapasitesi ise son derece kısıtlı. Uzun süredir gündemde olan ve yapımı süren Tuz Gölü depolama tesisinin 2019’da devreye alınması planlanıyor.

İçinde bulunduğumuz kısa dönemde dünyada artan keşifler, projeler, ABD’de kaya gazı ihracatının gündeme gelmesi ve yavaşlayan talep artış hızı nedeniyle bir “doğalgaz bolluğundan” söz ediliyor. Ancak gerileyen fiyatlar yeni yatırımların cazibesini azaltıyor ve orta vadede siyasi belirsizliklerin de ağır basmasıyla birlikte yeni projelerin gelişimi ile ilgili soru işaretlerini artırıyor. Görüldüğü gibi Türkiye’nin Rusya’ya olan enerji bağımlılığının kısa dönemde değişmesi beklenmediği gibi Akkuyu nükleer santral projesi ve Avrupa’ya doğalgaz teminini içeren Türk Akımı gibi projelerle daha da ağırlık kazanması gündeme geliyor. Bu bağlamda, Türkiye’nin Rusya için önemli bir pazar ve partner olması güç ilişkilerinin ve kaynak dağılımının asimetrisi düşünüldüğünde Türkiye’ye ancak kısıtlı bir pazarlık gücü sağlıyor.  

Türkiye için enerjide gerçek anlamda güvenlik bağımlılığın yönünün değişmesinde değil arz ve talebin ülke ihtiyaçlarına göre planlanabilmesiyle sağlanabilir. Bu bağlamda Türkiye’nin yakıt bağımlılığını azaltan yenilenebilir enerji ve enerji verimliliği projelerine ağırlık vermesi ileri doğrultuda bir adım olmakla birlikte bu kaynakların optimum kullanımının planlanması, aşırı yatırımdan kaçınılması, ithal teknolojilere bağımlılığın azaltılması üzerinde çalışılması gereken önemli konular.

Bu yazı haftalık siyasi dergi Boyun Eğme’nin 9. Sayısında yayınlanmıştır.