Rusya Suriye'de kimleri kurtarıyor?

Cihatçı gruplara ağır darbeler indiren, Suriye halkının da bölgedeki sosyalistlerin de sempatisini kazandıran Rus politikası, ABD'ye de “bataklıktan onurlu çıkış” olanağı sundu.

Dış Haberler

Haberler doğruysa, Rusya'nın Suriye'ye önerdiği yeni Anayasa taslağının içerdiği değişiklikler hafife alınmamalı. Suriye’de cihatçı grupları hedef alarak, uluslararası sosyalist hareketin nazarında prestijini artıran Rusya’nın Suriye krizindeki tutumu, daha fazla deşilmeyi hak ediyor.

RUSYA MEYDAN OKUMUYOR
Rusya’nın 30 Eylül’den itibaren Suriye’deki cihatçı grupları hedef almasıyla Suudi Arabistan ve Türkiye’nin Devlet Başkanı Beşar Esad’ın devrilmesi için 2015 yılı baharında yürürlüğe koydukları plan boşa düşmüş oldu. Bu plan basitçe, ABD’nin doğrudan hamisi olarak görünmek istemediği cihatçı grupların El Kaide’nin Suriye kolu olarak bilinen Fetih Ordusu çatısı altında bir araya getirilmesi, Şam’a yürümekten çok, Esad’ı istifaya zorlayacak bir askeri dengenin oluşmasını içeriyordu. 2015 baharında önce İdlib ve ardından Türkiye sınırındaki Cisr eş-Şuğur’un Fetih Ordusu tarafından ele geçirilmesiyle, planda ciddi bir ilerleme kaydedildi. Ancak 30 Eylül’de başlayan Rusya ve İran’ın ortak müdahalesiyle plan boşa düşürüldü ve hemen ardından “Cenevre 3” olarak adlandırılan müzakere süreci başlatıldı. Taraflar masaya oturduğunda Suudi Arabistan, Esad’ın istifasını dayatsa da, sahadaki durum bu dayatmanın masada kolayca püskürtülmesini sağladı.

Ancak dikkat edilmesi gereken nokta, ABD’nin planı Riyad-Ankara inisiyatifiyle sınırlı değildi. Gerçekte, Esad’ı askeri bir müdahaleyle devirme fikrinden 2013 yılının Ağustos ayında başkent Şam’daki kimyasal silah saldırısının hemen ardından gündeme gelen doğrudan müdahalenin ABD Başkanı Barack Obama tarafından reddedilmesiyle vazgeçtiğini gösteren ABD, Riyad ve Ankara’nın sahadaki hamlelerini, masada koz olarak kullanmakla yetindi.

Moskova, emperyalizmin Suriye’ye doğrudan bir askeri müdahaleye yeltenemediğini, emperyalistler arasında özellikle Almanya’nın yeni bir Libya senaryosuna mesafeli oluşunu çok iyi okudu ve hamlelerini de buna göre yaptı. Ancak bu hamleler hiçbir zaman, emperyalizmi Suriye’de felç etmeye yönelik değildi. Bilakis Rus diplomasisi, Suriye’de sıkışan ABD’ye onurlu bir çıkış sundu. Bu onurlu çıkış, ABD’nin 2013 ortasından itibaren Suriye’de PKK bağlantılı Demokratik Birlik Partisi (PYD) ile geliştirdiği ilişkileri gözetti. Ve Moskova, ABD’ye yeni bir Libya senaryosunu terk etmesi şartıyla, Suriye’nin kuzeyinde PYD’nin kontrol alanını içeren bir nüfuz alanının varlığını kabul edeceğini gösterdi. ABD’nin Başkanı Barack Obama’nın 11 Eylül 2014’te “IŞİD’i geriletme ve yok etme” olarak açıkladığı stratejisi de Rus planına yakılan yeşil ışık oldu.

İSRAİL, SUUDİ ARABİSTAN VE TÜRKİYE İTTİFAKI
Ancak prensipte varılan anlaşma hala birçok konuda belirsizliğini koruyor. Bu belirsizliklerin başında ise ABD’nin nüfuz alanının nerede başlayıp nerede biteceği yer alıyor. ABD’nin hava desteğiyle, PYD bağlantılı YPG’nin Arap müttefikleriyle oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri’nin (SGD) IŞİD karşısında ilerleyişi nüfuz alanının da genişlemesi anlamına geliyor. Ancak sorunu daha da karmaşık hale getiren nokta, birbirinden farklı gerekçelerle de olsa Suudi Arabistan, Türkiye ve İsrail’in bu konuda ABD yönetimine itiraz etmeleri. Suudi Arabistan ve İsrail, Esad’ın varlığını ve Suriye’nin beşeri olarak büyük kısmını elinde tutmasını sağlayan, genel olarak “daha güçsüz bir Esad” olarak adlandırılan planı kabul etmeye yanaşmıyor. İsrail’in bu konuda Suudi Arabistan gibi düşündüğünü işaret eden en önemli gösterge “İsrail’in ABD Kongresi’ndeki temsilcileri” olarak görülen Cumhuriyetçi Senatör John McCain ve Lindsay Graham’ın, bir yandan Esad’ın devrilmesi konusunda ısrar etmeleri bir yandan da Washington yönetimini YPG’ye dayanan strateji konusunda eleştirmeleri… 11 Mayıs’ta Hürriyet gazetesi yazarı Verda Özer’in sorularını yanıtlayan, Türkiye’deki en üst düzey İsrailli diplomat olan İstanbul Başkonsolosu Şai Kohen’nin, Türkiye ile birlikte Suriye’de ortak operasyon düzenlemeyi gündeme getirmesi de bir diğer gösterge.Türkiye ise bir yandan İsrail ve Suudi Arabistan gibi Esadsız bir Suriye’de ısrar ederken, bir yandan da ABD’nin Suriye’nin kuzeyindeki nüfuz alanıyla PKK’nin de elini güçlendirmesinden rahatsız. Türkiye son olarak bu itirazını, SDG’nin 24 Mayıs’ta başladığını açıkladığı Rakka operasyonu öncesi sürpriz bir biçimde Suriye’nin kuzeyini ziyaret eden ABD Merkez Kuvvetler Komutanı General Joseph Votel, bunun ardından Ankara’yı ziyaret ettiğinde iletti. 1 Nisan’da Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Beyaz Saray’da bir araya geldiği Obama’ya hala IŞİD’in kontrolünde bulunan Türkiye sınırındaki Cerablus’tan Menbic’e kadar olan alana Türk askerinin sokulabileceğini önerecek kadar ileri gidebilmesi, Ankara’nın rahatsızlığının boyutlarını da ortaya koyuyor.

Rusya’nın sahadaki hamleleri ise bir yandan Suriye’nin cihatçı karanlığın eline geçmesini önlerken, bir yandan da Washington yönetimine, ABD Kongresi’ne kadar ulaşan üç ülkenin itirazının altını oyuyor. Bu durum, ABD’nin Rusya’nın Suriye hamlesine neden savaşı tırmandırarak yanıt vermediği sorusunun yanıtlarından birini oluşturuyor.

ZAFER DEĞİL UZLAŞI
Rusya’nın ABD’ye Suriye bataklığından kuyruğunu dik tutarak çıkmasını sağlayan askeri ve diplomatik hamleleri, cihatçı grupların sahadaki durumu lehlerine çevirme çabalarını imkânsız hale getirse de, Suriye ordusuna büyük bir zafer sunmaya odaklanmıyor. Rusya’nın Suriye’deki hava saldırılarının büyük bir ivme kazandığı Şubat ayında Devlet Başkanı Beşar Esad AFP’ye konuşarak “Mutlak zafere kadar mücadeleyi sürdüreceklerini” açıklamıştı. Bu açıklamaya en sert tepkinin Rusya’nın BM Büyükelçisi Vitali Çurkin’den gelmesi dikkat çekmişti. Üstelik bu tepki, zarif hamleleriyle bilinen Rusya’nın diplomasi geleneğinin bir hayli dışındaydı. Suriye’ye “zafer” yerine muhaliflerle uzlaşmayı tavsiye eden Çurkin, Esad’ın Rusya’ya olan ihtiyacını vurgulayarak “Rusya, Suriye krizine politik, diplomatik ve askeri olarak çok ciddi yatırım yaptı. Bu yüzden Esad ile buna karşılık vermesi için konuşacağız” diyordu. Ve Suriye ordusu Halep’te, kent merkezindeki cihatçı grupları tümüyle kuşatma altına almaya ve cihatçıların elindeki en stratejik yerleşim olan Cisr eş-Şuğur’un kapısına dayandığında, Rusya sürpriz bir kararla ateşkes ilan etti. 23 Mart’ta ilan edilen ateşkes Cenevre 3 sürecinin korunması için Rusya’nın yaptığı bir jest olarak yorumlansa da, Suudi Arabistan ve Türkiye, ABD’nin onayıyla ateşkes süresince Fetih Ordusu’nun bu kez Halep’e büyük bir operasyon yapmasını sağladılar. Güney Halep kırsalında önce nisan ayında Tel Eys, Mayıs ortasında da Han Tuman ve Halidiye kasabaları Fetih Ordusu’nun kontrolüne girdi. Bu saldırıda bölgede bulunan İran Devrim Muhafızları ve Şii milisler ağır kayıp verdi.

Bu hamle, başından beri Halep merkezinin doğusundaki silahlı grupların tümüyle kuşatmaya alınmadan ateşkese başlanmamasını isteyen İran’ın Rusya ile kurduğu ittifakı da çatırdatmayı hedefledi. Ancak beklenen olmadı. Bilakis Rusya 25 Mayıs itibarıyla yeniden sahaya, bu kez İran ile daha fazla koordinasyon içinde olacağı sinyaliyle döndü. 

DAHA FAZLA LİBERALLEŞME
Cenevre ve Suriye’nin kuzeyindeki askeri gelişmeler bir bütünlük içinde baş döndürücü bir hızla devam ederken, perde gerisinde Rusya, Suriye’de yeni bir anayasa hazırlanması konusunda adımlar attı. 18 Aralık 2015’te BM Güvenlik Konseyi’nin aldığı 2254 sayılı karar uyarınca Suriye’de taraflar acil bir ateşkese çağrılırken, bu adımı siyasi müzakere sürecinin izlemesi gerektiği kaydedildi. Bu doğrultuda Rusya, reformları garanti altına alan bir anayasa yazım sürecini sessizce yürüttü. Şam yönetiminden çok iyi kaynaklara sahip el Ahbar gazetesi Rusya’nın hazırladığı ve henüz kamuoyuna açıklanmayan anayasanın içeriğiyle ilgili çarpıcı bir haber yayınladı. Habere göre, Rusya’nın taslağı mevcut anayasaya göre büyük değişiklikler içeriyor. Buna göre ülkenin resmi adı olan Suriye Arap Cumhuriyeti’ndeki ‘Arap’ ifadesi çıkarılıyor. Cumhurbaşkanının yetkilerinin kısıtlanması ve bazı noktalarda ‘arabulucu’ rolüne indirgenmesinin yanısıra taslak, yerelleşme alanında belediyelere geniş yetkiler tanıyor. Taslakta ayrıca eski anayasadaki “sosyalizm” vurgusu çıkarılırken yerini serbest ekonomi alıyor. Böylelikle yeni anayasa ‘Yerelleşme’ vurgusuyla, ABD’nin ‘federasyon modeline dayanmayan’ Kürt nüfuz bölgesinin yasal dayanağını oluşturuyor. Ayrıca, Rusya’nın taslağı, Suriye'deki Soğuk Savaş döneminden kalma ve Beşar Esad’ın görevi devralmasıyla budanmış olan devletçiliğin de tabutuna son çivi anlamına geliyor.

*BOYUN EĞME'NİN 34. SAYISINDA YAYIMLANMIŞTIR.