Ne olacak bu AB’nin hali?

İngiltere AB’den ayrılma tehdidi savuruyor; Almanya ve Fransa, İngiltere’nin restini fiili “Avrupa ordusu” kurup Akdeniz'e göndererek görüyor.

Alper Birdal

Türkiye’de Avrupa Birliği (AB) rüzgarının büyük bir kuvvetle estirildiği doksanlı yılların sonunda, AB’nin iç içe geçen halkalardan oluştuğunu, Almanya ve Fransa’nın merkezinde durduğu çekirdekle emperyalist birliğin çevresinde yer alan, örneğin eski sosyalist ülkelerin ya da Yunanistan ve benzerlerinin durumunun birbirinden çok farklı olduğunu yazıyor, anlatıyorduk. AB rüzgarını bizim memlekette estirmekle görevlendirilmiş liberal takımı o dönemde Yunanistan gibi ülkelerin AB sayesinde ne kadar “geliştiği” palavrasını tekrar edip duruyordu. Onlara göre ne halkalar vardı ne de sömürüye ve bağımlılığa dayalı bir ilişki...

Artık bu tartışmalar, tüm boyutlarıyla, çok geride kaldı. AB’nin iç içe geçmiş halkalardan oluştuğu da, Yunanistan gibi çevre halkada yer alan ülkelerin yaşadığı deneyimin kalkınmayla hiç alakasının olmadığı da herkesin malumu.

Ancak o dönemde “İngiltere’yi AB’nin neresine koyarsınız” diye sorulsa, herhalde buna “çevre halka” yanıtını verecek pek az kişi çıkardı. Oysa bugünlerde tartışılan esas konu bu...

ESAS MESELE ‘GREXIT’ DEĞİL, ‘BREXIT’

Yunanistan’da Syriza’nın iktidara gelmesiyle birlikte AB’nin büyük bir sarsıntı yaşayacağını öne sürenlerin sayısı az değildi. Bu iddiayı soldan savunanlar, Syriza’nın seçim öncesinde Troyka’yla ilgili vaatlerini fazla ciddiye alıyor ve Yunanistan’ın AB’den olmasa bile (ki Syriza hiçbir zaman böyle bir şey söylemedi) Euro Bölgesi’nden çıkması ihtimaline (Syriza bunu da hiçbir zaman söylemedi) olumlu bir anlam yüklüyordu. Meseleye doğrudan sermaye cephesinden bakanlar ise böyle bir ihtimalin AB’nin krizini daha da derinleştirmesinden “endişe” ediyorlardı.

Yunanistan’ın Euro Bölgesi’nden ayrılması olasılığı halen konuşulsa da, buna ister olumlu, isterse de olumsuz bir anlam yüklensin, konunun kendisinin AB’nin esas kritik tartışması olmadığı artık açıklığa kavuştu. Çünkü AB’nin temel meselesi, İngilizce kısaltmasıyla söylersek, “Grexit” değil, “Brexit”... Yani İngiltere’nin Birlik’ten ayrılma olasılığı...

OYUN TEORİSİ

Bu da nereden çıktı denilebilir. Ben çıkarmadım, Cameron çıkardı.

Parlamentoda yalnızca 6 sandalyelik bir farkla da olsa çoğunluğu almayı başaran Muhafazakar Parti lideri, seçim öncesinde 2017’ye kadar AB’nin sosyal refah ve göç politikalarıyla ilgili temel antlaşmalarını referanduma götürebileceğini söyledi. Buna, oyun teorisi jargonuyla söylersek, “inandırıcı olmayan bir tehdit” diyebiliriz. Ama inandırıcı olmayan tehditlere inanmak da karşı tarafın seçebileceği stratejilerden bir tanesi olabilir. Öyle de oldu...

David Cameron’ın bu tehdidi savurmasının görünürde iki nedeni var: Euro bölgesi entegrasyonunun “City”den (bir finans merkezi olarak Londra’dan) daha fazla rol çalmasının önüne geçmek ve ne kadar budasalar da AB’nin çevresine göre halen bir hayli gelişkin olan İngiliz refah devletini Britanyalıların münhasır hakkı olarak tutmak.

Tehdidin inandırıcılığı azaltan ise Cameron'ın bu kartı seçimden önce açması ve de İngiltere seçimlerinde asıl belirleyici siyasi tartışmanın İskoçya’nın ayrılmasını savunan ve AB’ye pek de hayırhah bakmayan İskoç Ulusal Partisi’nin (SNP) yükselişiyle ilgili olmasıydı.

Ama söz bir kez ağızdan çıktı ve Cameron referandum meselesini seçimden sonra da dile getirmeyi sürdürdü. 5 gün önce Riga’da referandumu daha erken bir tarihe alabileceklerini söyledi. Yarın da İngiliz Parlamentosu bu konuyu görüşecek. Aynı gün Kraliçe’nin Konuşması’nın ardından referandumla ilgili tasarı yayımlanacak.

Oyunun diğer tarafının yaptığı hamleler ise daha ilginç.

Dün Le Monde gazetesi, Alman Şansölyesi ile Fransız Cumhurbaşkanı’nın Euro Bölgesi’nin siyasi birliğini artırmaya yönelik yaptığı anlaşmayı sızdırdı. Anlaşmanın içeriğinden çok, Almanya ve Fransa’nın yapılacak düzenlemeleri AB temel antlaşmalarının bütününün oylanmasını engelleyecek şekilde tasarlamalarıydı. Bu, felsefi düzeyde, aslında AB adı verilen emperyalist entegrasyon projesinin en başından itibaren iç içe geçen halkalara göre tasarlandığının da itirafı niteliğinde. Daha amiyane tabirle, “AB, Almanya ve Fransa’nın çöplüğüdür ve İngiltere yapıdaki değişiklikleri kendisine bir takım imtiyazlar istemek üzere bahane olarak kullanamaz” demiş oldular.

Yani Cameron’un “inandırıcı olmayan tehdidini” görüp, “istersen AB’nin çevre halkasında yer alabilirsin, ama yaptığımız değişiklikleri seninle tartışmayacağız” dediler.

AKDENİZ'DE 'AVRUPA ORDUSU' DOĞUYOR

Bu yeni bir durum... Dahası İngilizlerin referanduma 2017’de gitmesi halinde, bir, Birleşik Krallık fiilen bitmiş olabilir; iki, Fransa’da ırkçı Marine Le Pen iktidarda olabilir. Yani işler daha da karışacak gibi...

Böylesi büyük belirsizliklerin üzerine bir de Yunanistan, İspanya gibi çeşnileri eklersek, Almanya-Fransa Avrupası’nın buradan çıkmak için “büyük oynamak” dışında bir yolu olmadığını gördüğünü düşünebiliriz.

Bu da bize Mart başını hatırlatıyor.

AB Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker, bir Alman gazetesine, Welt Am Sonntag, Ukrayna krizinin Avrupa ordusu ihtiyacını doğurduğunu söylemişti. “NATO'nun her üyesi aynı zamanda AB üyesi değil. Bu rekabetle alakalı bir şey bir değil aksine Avrupa'yı güçlendirmekle ilgili konu. Ayrıca ortak Avrupa ordusu, ilerleme ve askeri malzeme alımı için yoğun bir ortak çalışma ve kayda değer derecede tasarruf sağlar” diyordu Juncker. İngiliz hükümet sözcüsü Juncker’in sözlerine, “Bizim pozisyonumuz son derece net; savunma AB’nin sorumluluğu değildir, ulusal bir sorumluluktur. Bu pozisyonumuzu değiştirmemiz söz konusu değil, dolayısıyla Avrupa ordusu diye bir şey de söz konusu olmayacak” diye yanıt veriyordu.

Aradan iki ay geçti ve Avrupa ordusu tartışması değil, bizzat Avrupa ordusunun kendisi Akdeniz’den geri geldi. Mültecilerin kanı üzerinden...

Akdeniz’de birbiri ardına batan mülteci gemilerine “tedbir” bahanesiyle AB’nin imza altına aldığı anlaşmalar önceki gün Wikileaks tarafından sızdırıldı. Savunma bakanları tarafından hazırlanan bir plan ve siyasi-askeri grup tavsiye kararı...

Plan, Libya başta olmak üzere, “Orta Güney Akdeniz” diye tarif edilen coğrafyada, yani Akdeniz’in karşı kıyısında “göçmenleri ve mültecileri taşıyan teknelere askeri müdahalede bulunulmasını”, yasadışı göç ve insan kaçakçılığıyla ilgili çetelere karşı istihbarat ve “güvenlik” faaliyetleri yürütülmesini öngörüyor. Planın amacının göçmenleri kurtarmak değil, insan kaçakçılığı ve yasadışı göçle ilgili şebekelerin “iş modeli”nin kavranması ve tahrip edilmesi olduğu ifade ediliyor.

Planın ucunun ve gereksinilen “kapasitenin” nerelere varabileceğiyle ilgili şu cümleler önemli:

(...) güç kullanımı, özellikle de gemiye binme sırasında ya da karada yürütülen operasyonlarda ya da güvenli olmayan bir kıyı şeridi yakınlarında ya da denize açılmaya elverişli olmayan teknelerle temas durumlarında usulü dairesinde kabul edilir. Da’eş (IŞİD) gibi düşman kuvvetlerin, aşırılıkçıların ya da teröristlerin potansiyel mevcudiyeti de göz önünde bulundurulmalıdır.

Bunun anlamı açık. Hedefin yasadışı göçü önlemek değil, bunun icra edilmesini sağlayan yapıyı çökertmek olduğu söyleniyor. O yapının içinde IŞİD de var, El Kaide de... O halde Akdeniz’in karşı kıyısına yalnızca polis gücü ya da ajanlar gönderilmeyecek; Akdeniz'in karşı kıyısı fiili Avrupa ordusunun ilk görev alanı olacak.

Tam da bu noktada iki hususun altını çizmek gerekiyor. Birincisi, Akdeniz’in karşı kıyısından yalnızca Libya’yı anlamayın. Başlangıçta Libya’ya girecekler, doğru, ama sonrası için de planları var:

PMG (Siyasi-Askeri Grup) taslak CMC’yi (Kriz Yönetimi Konsepti) memnuniyetle karşılamakta ve ileride yapılacak planlar için sağlam bir temel olarak değerlendirmektedir. CMC’nin Libya’ya yönelik PFCA’da (Krize Yaklaşım Konusunda Siyasi Çerçeve) yer alan ilgili analizlerden yararlandığını saptamakta ve olası operasyonun Orta-Güney Akdeniz’e odaklanmış olmasına karşın sorunun Doğu Akdeniz’deki durumla da ilişkisi bulunduğunu tespit etmektedir.

İkincisi, bu çapta bir askeri operasyon için herhangi bir uluslararası kurumdan izin alınmasının gerekmediği, yalnızca Birleşmiş Millet Güvenlik Konseyi'nden (BMGK) erken bir onay alınmasının “siyasi olarak iyi olacağı” söyleniyor. Şöyle:

PMG, operasyonun birinci aşaması ve ikinci aşamasının bazı bölümleri için BMGK onayının gerekli olmadığını, ancak BMGK’dan erken onay alınmasının siyasi olarak önem taşıyacağını ifade eder.

“Grexit”, “Brexit” vesaire derken kendimizi fiili Avrupa ordusunun Akdeniz seferinde bulduk. Sahi ne olacak bu AB’nin hali?