Nasrallah: ABD, IŞİD tehdidini ülkeleri bölmek için kullanıyor

Hizbullah lideri Hasan Nasrallah, dün yaptığı konuşmada Irak'tan Suriye'ye ve Yemen'e kadar birçok konu hakkında önemli açıklamalarda bulundu. Nasrallah, ABD'nin IŞİD tehdidini bölge ülkelerini bölmek için kullandığını söylerken, ne pahasına olursa olsun Suriye'nin yanında olacaklarını kaydetti.

Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah, dün uzun bir konuşma yaptı. Konuşmasında Ortadoğu'daki gelişmeleri değerlendiren Nasrallah, Suriye ve Irak'taki Irak-Şam İslam Devleti (IŞİD) tehdidinin ABD tarafından kullanıldığını, etnik-mezhepsel devletler yaratılmaya çalışıldığını vurguladı.

Nasrallah'ın konuşmasının ilgili kısımları, YDH'nin haberine göre şöyle:

IŞİD’in Musul’u bazı bazı Irak kentlerini ele geçirip Ürdün, Sudi Arabistan ve benzeri ülkelere yönelik tehdit oluşturmasının ardından IŞİD’e karşı mücadele için ABD liderliğinde bir uluslararası koalisyon kurulduğu açıklandı.

Hatırlarsanız ben o dönemde yine bu televizyon ekranından ABD’nin IŞİD’le savaşta ve ona karşı koymakta ciddi olmadığını ve bu meselenin uzun süreceğini; ABD’nin bu meselede acele etmeyeceğini ve IŞİD tehlikesinden bölgedeki kendi planları doğrultusunda yararlanacağını söylemiştim.

KÜRTLER VE ARAPLAR
Ben o dönemde ABD’nin Irak ve bölge ülkeleri ile ilgili planının bu ülkelerin bölünmesi olduğunu söylemiştim. Bu ülkelerin etnik ve mezhebi çerçevede bölünmesi…

Örneğin Irak Arap ve Kürt olarak, Araplar da kendi içinde Sünni ve Şii olarak… Yine Suriye’ye baktığımızda onlar bu ülkeyi de etnik ve mezhebi temelde bölüyor. Yemen’e baktığımızda mezhebi temelde ve eğilimler temelinde bölünüyor.

BÖLGEYİ ZAYIF ÜLKELERE BÖLMEK İSTİYORLAR
Biz Amerika’nın gerçek hedefinin bölge ülkelerini etnik ve mezhebi temelde bölmek olduğunu söylemiştik. Yani şöyle düşünün. Yeni kurulan tüm ülkeler zayıftır ve öylesine belirsiz bölünmüştür ki aralarında sürekli savaş vardır.

Yani bizim tanık olacağımız çatışma halindeki ülkeler, yüz yıl sürecek iç savaşlardan sonra onlar arasından biri bir çeşit meşruiyet kazanacak. ABD ve İsrail’in bizim halklarımız, ülkelerimiz ve devletlerimiz işçin istediği şey budur. Bunlar, IŞİD’in Musul’u ele geçirmesinden sonra bizim değindiğimiz hususlardı.

Amerikalılar bugün niyetlerinin ve amaçlarının perdesini kaldırdı. Bugün ellerinde planları var, yalnızca onu uygulama peşindeler.

IRAK'IN BÖLÜNMESİNE DOĞRU
Irak’ın bölünmesine veya onun resmi olarak taksim edilmiş bir bölge haline getirilmesine meşruiyet kazandırmaya yönelik ilk adım atıldı. ABD Kongresi bugün bunun için çalışıyor ve bir karar alarak ABD hükümetine Irak’taki farklı toplumsal kesimleri merkezi hükümetten bağımsız olarak silahlandırma izni vermek istiyor.

Yani şöyle davranılıyor: Güya Irak hükümeti Şiilere aittir ve Kürt ve Sünni kesimler bulunmaktadır ve Amerika da bunlarla doğrudan ilişki kurmaktadır. Yani adeta tek bir ülke ve merkezi hükümet bulunmamaktadır.

Herkesin de fark etiği gibi bu işin başıdır. Peki bunun sebebi ve amacı nedir?

IRAK GÜÇLERİ SAVUNMA KONUSUNDA AYRIM YAPMADI
Musul ve IŞİD olaylarının başlarında hepimiz hatırlıyoruz ki Necef’teki dini merceiyet, IŞİD’e karşı savunma cihadı yapılmasını istedi. Belli bir bölgenin, belli bir ilin, belli bir etnik veya mezhebi kesimin savunulmasını istemedi. Hiçbir ayrım gözetmeksizin tüm Irak’ın tüm Irak halkının, tüm Irak coğrafyasının ve egemenliğinin savunulmasını istedi.

Irak hükümeti de bu doğrultuda hareket etti. Irak güvenlik güçleri ve Gönüllü Halk Güçleri de mücadelesini belli bir etnik veya mezhebi kesime göre yapmadı.

Bunun en somut kanıtı Selahaddin iliydi; zira bu il üzüntü verici bir bölümleme ile Sünni bölge veya Sünni il diye adlandırılıyor. Bununla birlikte bu ilde Irak güvenlik güçleri ve Gönüllü Halk Güçleri şehit verdi.

Demek ki Irak’ta Iraklılar falan il bizim; filan il sizindir herkes kendisi mücadele etsin şeklinde hareket edilmiyor. Dini merceiyet, hükümet, meclis ve asli siyasi güçler bu şekilde davranmıyor.     

ABD, IRAK GÜÇLERİNİ ZAYIFLATMAK İSTİYOR
Hepsinden daha kötüsü şu ki Amerikalılar hangi gerekçeyle etnik ve mezhebi kesimlere doğrudan silah verebiliyor? Daha da kötüsü Amerikalılar Irak hükümetiyle yaptıkları silah anlaşması konusundaki yükümlülüklerine bile bağlı kalmıyor.

O halde son derece açık ki Amerikalılar Irak hükümetini ve Irak güçlerini el-Enbar ve Musul’daki IŞİD tehlikesi karşısında zayıf göstermeye çalışıyor. Böylece Iraklı etnik ve mezhebi kesimlere silah vermesinin zeminini yaratıyor ve nihayet bölünme aşamasına ulaşmak istiyor.

Bu, birinci derecede tehlikelidir. Necef’teki dini merceiyet, bu konudaki tutumunu son derece çabuk, açık ve şeffaf bir şekilde ortaya koydu ve Amerika’nın bu tehlikeli planına karşı olduğunu ilan etti, herkesten de uygun bir tarihi tutum sergilemesini istedi.

Aynı şekilde Irak hükümeti, meclisi, dini liderleri, Iraklı çeşitli partiler ve gruplar en üst düzeyden tavır açıkladılar. Pekala soru şu: Durum bu ölçüde tehlikeli mi? Evet.

BÖLGE HALKLARININ YAZGISI ORTAK
Ben bugün Irak’la ilgili konuşuyorum. Iraklı olmayan biri olarak sizin bu konudaki sorumluluğunuz nedir, denebilir. Bizim sorumluluğumuz, biz bu planı reddediyoruz demektir. Irak konusu, bölge konusundan ayrı değildir. Mesele Irak’la başlamadı ki Irak’la bitsin.

Ey bölge halkları, ey bölge devletleri, ey bugünün sorunlarını yaşayan kuşaklar, şunu bilin ki bu plan çok çok tehlikeli bir aşama için hazırlandı. Bu planın tehlikesi konusunda uyarılması gereken şey şu ki onlar Irak’ı bölmeye geliyorlar, ondan sonra Suriye’yi, sonra Yemen’i sonra diğer ülkeleri bölmenin peşinde olacaklar.

Biz burada hatta Amerika ile birlikte komplolar kuran ülkeleri de uyarıyoruz. Irak’ın, Suriye’nin Yemen’in bölünmesi, onların başına da bela olacak bu ülkelerin başında da Suudi Arabistan’a işaret etmeliyim.

Bu sebeple nesillerimiz bu meselede sessiz kalmamalıdır. Bölgenin geçmişine bakınız. Eğer Yahudi çeteleri Filistin’de sulta kurmasaydı bugünkü durum böyle olmazdı.

SORUNLAR VE TEHLİKELER BİRDİR
O halde siz Lübnanlısınız Irak meselesinde sizin payınıza söz düşmez denmemelidir. Ya da siz Iraklısınız Yemen meselesi sizi ilgilendirmez, siz Mısırlısınız Suriye meselesi sizi ilgilendirmez denemez. Bu bölge ortak bir çizgiye, ortak tarihe ve ortak geleceğe sahiptir.

Sorunlar ve tehlikeler birdir. Bugünkü nesillerin önceki nesillerin yaptığı geri çekilmek, teslim olmak ve zillet içinde Filistin’i İsrail’e teslim etmek şeklindeki hatasını tekrarlaması kabul edilemez.

Bugün İsrail’in verdiği acıları yaşayanlar zilletle teslim olan nesiller değil, bu acılar nesilden nesle devam ediyor. Biz şu an acı çekiyoruz, oğullarımız ve torunlarımız da acı çekecek. Eğer sorumluluklarımızı yerine getirmezsek acılar içerisinde kalacağız.

Bu tehlikeli bölünme planı ile onlar bölgeyi yüz yıl sürecek etnik ve mezhebi savaşların içine sokmayı amaçlıyor. Peki bu bölge halklarının yazgısı, onuru, hayatı ne olacak? Niye yemekten, içmekten, maişetten değil de onurdan izzetten söz ediyorsun diye soranlar olabilir. Cevabı şudur: Bu savaşın gölgesinde bölge halkları için geriye bir şey kalacak mıdır?

ABD HAKİM, İSRAİL SULTACI
Bugün muhacirleri, mültecileri, açları, yok edilmiş ekonomileri, kaybedilmiş hayat fırsatlarını görüyorsunuz.

Her türlü kalkınma ve sağlıklı bir ekonominin temel şartı, akıllı ve onurlu bir yaşam ve gerçek bir güvenlik ve istikrardır.

Bunlar, bölgeyi Amerika’nın hakim, İsrail’in ise sultacı olarak kalması için birbiriyle çatışan ülkelere bölerek ortadan kaldırmaya çalıştıkları şeylerdir.  

Dolayısıyla bugün mücadele etmek istiyorsak bu planı küçümsememeli, bu fitneyi ifşa edip bu planı henüz doğuş aşamasında boğmalıyız.

Biz eğer bu planın yolunu kapatabilirsek diğer planların yolunu da kapatabiliriz.

SURİYE'YE PSİKOLOJİK HAREKAT
Suriyeliler, Lübnanlılar ve bu bölge sakinleri, İdlib’in Cisr eş-Şugur kasbasının silahlı gruplar tarafından ele geçirilmesi üzerine medyanın yaydığı büyük bir söylenti ve baskı dalgası ile karşı karşıya kaldı.

Bu medya baskısını görsel ve yazılı basında ve internet sitelerinde gözlemlemek mümkün. Bütün bu medya baskıları, hedefsiz bir medya savaşından başka bir şey değil. Bunlar yıllardır kara operasyon odalarında bölge ülkelerine yönelik psikolojik savaş için idare ediliyor ve her bir olay ve fırsatta bundan halkı hedef alan bir psikolojik savaş için yararlanılıyor.

Bu şayialardan sonra bazı medya organları, Suriye gelişmelerindeki mezhebi boyuta yoğunlaştı. Bu psikolojik savaşın hedefi, ‘İdlib ve Cisr eş-Şugur’un düşmesiyle Suriye yönetiminin işi bitti, Suriye yönetimi son günlerini yaşıyor’ algısının oluşturulmasıydı.

Bununla Suriye ordusunun mücadele gücünü yitirdiği ve çökmekte olduğu imajı yaratılmak istendi.

Bazı medya organları bu psikolojik savaş çerçevesinde, Suriye’nin müttefiklerinin Suriye’den vazgeçtiğini, İran’ın nükleer meseleden dolayı Suriye’yi sattığını, Rusya’nın Suriye’yi terk ettiğini iddia ettiler.

HEDEF SURİYE'NİN DİRENCİNİ KIRMAK
Ayrıca Suriye’deki iç durumla ilgili yalan haberler yayımladılar. Suriye’de yaşamın zorlaştığını, halkın kaçmayı düşündüğünü iddia ettiler, özetle tuhaf bir Suriye görüntüsü yaydılar.

Onların yalanlarından biri şuydu: Suriye’nin sahil bölgeleri çöküş aşamasında çok sayıda Suriyeli Alevi, sahil bölgelerinden Lübnan sınırına doğru kaçıyor, Lübnan hükümeti onların girişine engel olmaya çalışıyor. Hizbullah, Alevilerin Lübnan’ girişine izin verilmesi için Lübnan hükümetine baskı yapıyor. Bunlar içi boş yalanlar…

Ayrıca Suriye yönetiminin Şam’daki ve diğer yerlerdeki Alevilerden evlerini terk etmelerini istediğine dair söylentiler yaydılar. Bunlar temelsiz, aslı astarı olmayan söylentiler.

Biz şu an Suriye direnişinin azim ve iradesini kırmaya yönelik bir psikolojik savaşla karşı karşıyayız.

Bu yalanların ve söylentilerin bir diğer hedefi, Suriye halkına dayatılan 4 yıllık uluslararası savaşın acizliğini gölgelemekti.

Bazı noktalarda bu tür söylentilerin sonuç vermesi mümkündür. Bu meseleye IŞİD’le ilgili olarak Musul’da ve bazı Irak kentlerinde tanık olduk.

ŞARTLAR DÖRT YIL ÖNCE DAHA ZORDU
Birinci olarak hiç kimse bu söylentileri ve psikolojik savaşı dikkate almamalıdır. Özellikle Lübnanlılar ve Suriyeliler bu yalan ve söylentilerin psikolojik savaşın bir parçası olduğunu, bunun yeni bir şey olmadığını ve 4 yıldır bu tür söylentilere ve yalanlara tanık olunduğunu anlarlar.

Dört yıl önce bu söylentileri Şam ve Halep’teki çatışmaların çok daha zorlu, şartların da çok daha ağır olduğu dönemlerde de duymuştuk. O dönemde şartlar şimdikine göre çok daha kötüydü.     

Bugün Suriye içinde de uluslararası alanda da şartlar çok daha fazla değişti.  Dolayısıyla bu durum bizim bu söylentileri veya öngörüleri dikkate almamamıza neden oluyor.

İRAN VE RUSYA SÖYLENTİLERİNİN ASLI YOK
Söylentilerden biri İran’ın Suriye’den vazgeçtiği yönündeydi ki bunun hiçbir aslı temeli yok. Birkaç gün önce İmam Hamenei yaptığı bir konuşmada bu meseleye işaret etti ve müzakerelerin yalnızca nükleer meseleyle sınırlı olduğunu, nükleer program dışında hiçbir konunun müzakere edilmediğini açıkladı. Dolayısıyla İran’la ilgili bu söylentilerin hiçbir şekilde aslı astarı yok.   

Aynı şey Rusya için de geçerli. Ben İran’a kıyasla Rusya’dan daha fazla bilgi sahibiyim. Rusya’nın Suriye konusundaki politikasını değiştirdiği yönünde en küçük bir belirti yok. Dolayısıyla sahada bir gelişme olduğu zaman sahadaki sebepleri dikkate almak gerekiyor.

İdlib ve Cisr eş-Şugur gelişmeleri konusunda silahlı grupların ve Suriye ordusunun durumuna, askeri ve lojistik meselelere dikkat etmemiz gerekir.

SURİYE ORDUSU VE MÜTTEFİKLERİ TOPTAN ZAFER İLAN ETMEDİLER
Bir saha gelişmesini incelerken bölgesel, uluslararası meseleler, müttefikler ve Suriye’nin iç durumu gibi konulara girmek doğru değil.

Suriye yönetiminin ve ordusunun çöktüğü nasıl söylenebilir? Suriye ordusu birçok cephede direnişini sürdürüyor ve her gün bu ordudan yeni bir zafer duyuyoruz.

Dolayısıyla sahadaki bir gelişmeyi değerlendirirken tekrar aynı sorunlarla karşılaşmamak için sahadaki sebepleri ve sorunları göz önünde bulundurmalıyız. Her savaşın muhtelif dönemleri vardır. Bir tarafın bir sahada zafer kazanması, savaşta zaferi kazandığı anlamına gelmez.

Dört yıldır ordu, Ulusal Savunma Güçleri ve Suriye’nin müttefikleri birçok zaferler kandılar; ama bu savaşta zafer kazandıklarını iddia etmediler. Bir tarafın sahada yenilmesi mümkündür; ama bu, savaşta yenildiği anlamına gelmez.

Bu psikolojik savaşı yürütenler, sahadaki değişimle birlikte kendi taraftarlarını umutsuzluğa düşürüyorlar. Kimse bu söylentilerden etkilenmemeli.

Biz bu duruma Lübnan’da tanığız. Bu ülkedeki bazı vatandaşlar bu söylentiler karşısında aceleci davranıyorlar; ama bir müddet sonra bunun asılsız olduğunu anlıyorlar.

NE OLURSA OLSUN SURİYE'NİN YANINDAYIZ
Bu vesileyle aziz Suriye halkına diyorum ki sahadaki şartlar her ne olursa olsun Suriye halkının yanındayız ve öyle kalacağız. Şimdiye kadar bulunmamız gereken her yerde var olduk. Bundan sonra da bulunmamız gereken her yerde var olacağız.

Son dönemde öyle yerlere girdik ki geçen yıllarda oralara girmemiştik. Biz Suriye’deki bu savaşın yalnızca Suriye halkına ait bir savaş olmadığına inanıyoruz.

Biz bu savaşa duygusal, şahsi, partisel, grupsal sebeplerle girmedik. Doğru bir teşhisle bu savaşa girdik. Teşhisin tüm kanıtları, bizim Suriye gelişmeleri konusundaki anlayışımızı teyit ediyor.

Suriye’yi savunmak, Lübnan’ı Filistin’i, tüm bölgeyi savunmaktır. Dolayısıyla kinleri bir tarafa bırakıp tüm açıklığıyla şu meseleyi düşünmeliyiz: Eğer silahlı gruplar Suriye’ye hakim olsaydı, Suriye, Lübnan ve bölge halklarını nasıl bir kader bekliyor olurdu?

Bölgeye şöyle bir bakılarak bu soruya cevap verilebilir. Biz sorumluluklarımızı yerine getireceğiz.