Macaristan’da sular ısınırken: Erdoğan’la Orban’ın kaderleri bağlı mı?

Macaristan’da liberal-sosyal demokrat muhalefet ve AB, Fidesz’in “giderek otoriterleştiğini” ve Batı yanlısı politikasından vazgeçip Rusya’ya yanaştığını ileri sürüyor.

Erman Çete

Aslında Avrupa’nın göbeğinde, bir kez daha yaldızlı “liberal demokrasi”nin, söylem düzeyinde bile kapitalizm için pek de gerekli olmadığını söyleme cesaretini gösterdiği için tebrik edilmesi gerekiyordu Viktor Orban’ın.

Angela Merkel’in yüzüne karşı, birkaç gün önce şunları söyledi Macaristan’ın muhafazakar ve doğal olarak sağcı lideri: “Biz her demokrasinin ille de liberal olması gerektiğini düşünmüyoruz. Eğer birisi demokrasi liberal olmalıdır derse, bu bir ideolojinin diğerlerine nazaran kayırıldığı anlamına gelir. Bu, bizim razı olamayacağımız bir ayrıcalık.”

Peki Orban’ın “liberal olmayan demokratik ülkeler”e örnek olarak gösterdiği ülkeler hangileriydi? Çin, Rusya ve Singapur…

Zaten Orban ve partisi Fidesz’in suyu özellikle son 1 yıldır Batı camiasında ısınıyordu. Avrupa Birliği ve NATO üyesi olan Macaristan’ı büyük çoğunlukla yöneten hükümet, geçen sene Rusya ile 14 milyar dolarlık bir nükleer anlaşma imzalamış, ayrıca Batı’nın Rusya’ya yönelik ekonomik yaptırımlarına da karşı çıkmıştı. Geçtiğimiz Kasım ayında ise, daha sembolik bir gelişme yaşandı: Ülkenin başkenti Budapeşte’de bulunan parlamento binasının önündeki mavi zemin üzerine altın yıldızlardan oluşan Avrupa Birliği bayrağı, komşu Romanya’da yaşayan etnik Macarların bayrağı ile değiştirildi.

MACARİSTAN VE TÜRKİYE BENZERLİĞİ
2010 yılında yapılan seçimlerde yüzde 53 oranında oy alan Fidesz (Macar Yurttaşlar Birliği), buna rağmen parlamentodaki koltukların yüzde 68’ine sahip olarak “nitelikli çoğunluğu” elde etti. Bu, partinin tek başına anayasayı değiştirebileceği anlamına geliyordu.

İktidarının ilk yılında anayasayı 10 kez değiştiren parti, en sonunda, 1 Ocak 2012’de yürürlüğe giren yeni bir anayasa yaptı. Yeni anayasada en büyük değişiklik, yargı ile ilgili olan bölümlerdi. Anayasa Mahkemesi, fiili olarak hükümeti ve parlamentoyu denetleyemez hale getirildi.

Yargıyla yetinmeyen hükümet, siyasi partiler ve seçim kanunlarına da el attı. Daha önce beş üyeli Seçim Komisyonu’nun siyasi olarak farklı bileşenlerden oluşması ve işbaşındaki hükümetin Komisyon’a aday göstermeden önce muhalefete danışması şeklinde yürüyen sistemi değiştirildi ve komisyon Fidesz taraftarlarından oluşturuldu.

İktidar partisi seçim kurulunun bileşimini değiştirmekle de yetinmedi ve seçim bölgelerinin sınırlarını yeniden belirleyen bir kanun da çıkarttı. Fidesz, bürokrasiye kendi kadrolarını yerleştirme işini de ihmal etmedi. Yeni anayasayla başsavcılık makamına, kamu denetleme kurumuna ve son olarak da Merkez Bankası’na kendi kadrolarını getirmenin altyapısını hazırladı Yargıtay başkanını değiştirdi, Türkiye'deki Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun muadili bir Ulusal Yargı Makamı yaratarak, bunun başına tek kişinin geçmesi şartını anayasaya soktu.

Ve son bir not: Viktor Orban, geçen Eylül ayında yaptığı bir konuşmada, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan da övgüyle söz etmişti.

MACARİSTAN’IN SİYASİ KRİZİ
Fidesz’in karşısındaki liberal-sosyal demokrat muhalefet ve Avrupa Birliği, Fidesz’in “giderek otoriterleştiğini” ve Batı yanlısı politikasından vazgeçip Rusya’ya yanaştığını ileri sürüyor.

Oysa Avrupa Birliği’nin Macaristan konusunda “alarm” vermeye başlaması, mali birliğin bozulması ve Merkez Bankası’nın özerkliğinin kaldırılması sinyalinden sonra gelmişti. Fidesz hükümetinin 2011’in sonuna kadar attığı adımlar pek ilgi çekmemişti. Fidesz hükümetinin, Anayasa değişiklik paketinde yer alan ve daha çok ülke dışında tartışma konusu olan, merkez bankasının yapısıyla ilgili kanun tasarısı, 30 Aralık Cuma günü yapılan 2011 yılının son parlamento oturumunda onaylandı. Kıyamet de bundan sonra koptu. Kredi kuruluşlarından, Avrupa Birliği’nden ve IMF’den gelen salvolardan sonra, Orban hükümeti, yasa tasarısını geri çektiklerini ilan etti.

Ancak Macaristan, bir kez “mimlenmişti…”

Macaristan Komünist İşçi Partisi, ülkede sosyalizmin çözülüşünün ardından sağcı/muhafazakar ve liberal/sosyaldemokrat iktidarların “al gülüm ver gülüm” siyasetinin son 20 yıla damga vurduğunu söylüyorlar. Bu iki partili sistem, şu noktalara dikkat edecekti: Milliyetçi, muhafazakar güçler ve liberal-sosyalist ittifakı iktidarı sırayla ellerinde tutacaklar; bunlardan hiçbirinin mutlak bir iktidarı olmayacak; kapitalizm karşıtı güçlerin parlamentoya girmesi muhakkak engellenecek; bütün düzen partileri NATO ve AB’yle ilişkili yükümlülükleri yerine getirecek ve dış politika başlıklarında herhangi bir tartışma olmayacak.

Bu sistemin derin bir yoksulluk, halkın yarattığı değerlerin sermaye tarafından talan edilmesi ve ekonominin tamamen dışa bağımlılığı nedeniyle 2000’li yılların ortalarından itibaren krize girdiği görüldü. Fidesz, tam da sağcı, muhafazakar ve popülist bir parti olarak, hem sermayeye büyük olanaklar tanıdı, hem de Macar işçilerinin bir bölümüne belirli faydalar sağlayarak sınıfı milliyetçi politikalar zemininde bölmeyi başardı. Macar siyasi sisteminin krizi, Fidesz popülizmi zemin değiştirdi.

Sağcı lider, Fransa’da yaşanan Charlie Hebdo katliamından sonra, Avrupa’ya göçmen akışının durdurulması gerektiğini, göçmenlerin kıtaya yalnızca sorun getirdiğini söylemiş ve “İçimizde farklı kültürel karaktere ve geçmişe sahip kayda değer bir azınlık istemiyoruz. Macaristan’ı, Macaristan olarak korumak istiyoruz” demişti.

PARTİDE YARILMA
Ancak AB ve NATO üyesi bir ülkenin hükümet partisi olarak, Fidesz’in içinden de çatlak sesler yükselmeye başladı. Bunun son örneği, partinin üst düzey yöneticilerinden Zsolt Nemeth.

Öteden beri “Almanyacı” olarak bilinen partinin üyesi Nemeth, aynı zamanda parlamentonun Dış Politika Komitesi’nin başındaki isim. Geçen ay Heti Valasz gazetesine bir mülakat veren Nemeth’e göre, Macaristan Rusya’dan uzaklaştığını ve Almanya ve “bağımsız ve egemen bir Ukrayna” ile müttefik olduğunu açıklığa kavuşturmalıydı. Nemeth, AB içerisinde Macaristan’ın Putin’in yakın müttefiki olarak değerlendirilmesine rağmen, ülkesinin çıkarlarının 200 bin etnik Macar’ın yaşadığı Ukrayna ile müttefik olmaktan geçtiğini savunuyordu.

Nemeth, Macaristan’ın Rusya’nın Avrupa içindeki “truva atı” gibi görülmesine itiraz ediyor ve Orban’ın ilk başlardaki eleştirisine rağmen, hükümetin Rusya’ya yönelik yaptırımlara onay verdiğini hatırlatıyordu.

Başbakan Orban’ın sözcülerinden Zsoltan Kovacs’a göre ise, Macaristan’ın Rusya ile olan ilişkileri “pragmatist” olarak nitelendirilmeli. Bu nedenle, “Macaristan eksen mi değiştiriyor?” tartışması, Kovacs’a göre “saldırgan.” Kovacs, Macar halkının Orban’ı, Batı’yı üzdüğü ve temel olarak “ulusal çıkarlar” doğrultusunda hareket ettiği için takdir ettiğini de savundu. Ona göre Orban karizmatikti, liderlik yapıyordu; Avrupa ise liderlik yapanları sevmiyordu.

BATI’NIN TEPKİLERİ VE ALMAN ETKİSİ
Orban’a yönelik en sert tepki, bu tip meseleleri Obama yönetimine karşı sürekli kullanan Cumhuriyetçi senatör John McCain’den geldi. McCain, Budapeşte’ye büyükelçi olarak, ünlü Cesur ve Güzel (The Bold and the Beautiful) dizisinin yapımcısı Colleen Bell’in atanmasını eleştirirken, bu ismin “Rusya’ya yakınlaşan neo-faşist diktatör”ün üstesinden gelmek için uygun olmadığını söylemişti.

Ancak Macaristan’ın Batı’daki esas partneri Almanya. Zaten, Fidesz karşıtı liberal/sosyaldemokrat koalisyonun yeniden sokağa çıkması da, Almanya Başbakanı Angela Merkel’in Budapeşte ziyaretine denk geldi. Başkentte toplanan muhalifler, Merkel’den “mafya” ile görüşmemesini talep ettiler.

Merkel ise, Orban ile görüşmesinin ardından yaptığı basın toplantısında, kendi partisi Hıristiyan Demokratlar’ın üç kaide üzerinde yükseldiğini açıkça söyledi: Hıristiyan toplum değerleri, liberalizm ve muhafazakarlık. Merkel’e göre, “illiberal” (liberal olmayan) sözcüğünün demokrasi ile herhangi bir ilgisi yoktu. Mesaj açıktı.

Mesaj açıktı ama, Almanya’nın “illiberal” Macaristan’la olan ekonomik ilişkilerini geliştirmesine engel değildi. Merkel’in bağladığı ekonomik anlaşmalardan en önemlisi, Rusya’ya ihale edilen nükleer kapasite geliştirme planı. Batı tarafından şüpheyle karşılanan bu plana, dev Alman tekeli Siemens’in dahil olduğu gelen bilgiler arasında. Geçen ay, Orban’ın beyin takımından Janos Lazar, projeye Rusya haricinde partnerler de aradıklarını söylemişti. Sızan bilgilere göre, Siemens’in projeye dahil edilmesi birkaç aydır konuşuluyordu.

Diğer önemli anlaşmalar arasında ise, Alman otomotiv şirketi BMW’nin Macaristan’da yeni bir fabrika açması ve Alman-Fransız şirketi Airbus’un Macar ordusuna 30 helikopter satması var.

Öte yandan Obama yönetimi, Eylül ayında Macaristan’ı “hükümetin sivil toplumu tehdit ettiği ülkeler” listesine yerleştirmiş ve hükümete yolsuzluk suçlamaları yönelterek bazı yetkililere seyahat kısıtlaması koymuştu. Daha ilginci ise, ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Sarah Sewall, Orta ve Doğu Avrupa ülkelerindeki büyükelçiliklerin açıkça yolsuzlukla mücadele reformlarını desteklemek için plan yaptığını söylemişti. Macar Dışişleri Bakanı Peter Szijjarto’nun buna tepkisi, “ABD’nin demokratik değerleri yaymak için çaba göstermesini anlıyoruz. Ancak en önemli demokratik değer, egemenliktir” olmuştu.

Macaristan’daki güncel durum, çokça Türkiye’yi andırıyor. The Globe and Mail’e konuşan Hungarian Academy of Sciences’tan araştırmacı Andras Deak’e göre sorun, Orban’ın güçlü olması değil, muhalefetin güçsüz olması. Bu nedenle Orban’a halk desteği azalsa da, iktidarı devirme meşruiyeti hala elde edilebilmiş değil.


* soL Dergisi'nin 8-14 Şubat 2015 tarihli 27. sayısında yayımlanmıştır.