Küba’nın LGBT devrimine objektif bir pencereden bakmak

Mariela Castro ve CENESEX’in yürüttüğü çalışmalar çığır açan nitelikte. Devrimi güçlendiriyor ve sosyalizme yeni bir dayanak inşa ediyor. Geçtiğimiz günlerde teleSUR’da Teresa Gutierrez imzasıyla yayınlanan bu makaleyi, aramızdan ayrılışının ardından Fidel Castro’nun şahsında Küba Devrimi’ne ithafen yayınlıyoruz...

Çeviri: Cem Öztürk

Küba Devrimi tüm zamanların en büyük devrimlerinden biri. Sevgili Kumandanımız Fidel Castro, tüm zamanların en ileri görüşlü devrimcilerinden biri. Küba’da LGBT hakları, gelişmekte olan bu inanılmaz hikayenin bir parçası konumunda.

Devrimin ilk yıllarında, evet, LGBT meselesinde hatalar yapıldı. Evet, bugün hala yapılması gereken işler var. Ama bu veya herhangi bir sosyal meseledeki gerici fikirler devrimden değil, sömürgeciliğin ve Katolik kültürün bıraktığı mirastan kaynaklanıyor. LGBT meselesindeki çağdışı düşünceler şöyle dursun, yüzlerce yıllık sömürgeciliğin kökü, devrimden sonraki 60 yıllık kısa sürede kazınamazdı.

İlk kez Küba’ya seyahat eden ABD’liler için devrimi sübjektif bir gözle görmek kolay. Ancak liderlerin ve devrimi inşa etmek için altına girdikleri ağır sorumlulukların hakkını vermek gerekirse, Küba Devrimi daha objektif bir pencereden değerlendirilmek zorunda.

Küba’daki LGBT meselesi, ABD’de yaşayan birinin bakış açısıyla yargılanmamalı. Bu, adaletsiz ve önyargılı bir tutum. Küba’daki LGBT meselesi, mikroskobun altına da yatırılmamalı. Özellikle de, Martin Luther King’in “dünyada şiddetin en büyük tedarikçisi” dediği ABD tarafından!

Seneler önce Küba’ya ilk seyahatimde, 88 yaşında bir kadın yanına gelmem için tekerlekli sandalyesinden bana işaret etti. Ailesi zenginmiş ve devrimden sonra Miami’ye kaçmış, ama o kalıp devrimi savunmuş. Büyükannem yeni ölmüştü ve bu kadını dinlemek gözlerimi yaşarttı. Coşkuyla dolmuştum.

Büyükannem hastaneye kaldırıldığında sigortasının her şeyi karşılayıp karşılamayacağından nasıl endişe ettiğini düşündüm. Ama Küba’da sadece sağlık bakımı bedava değil, aynı zamanda her mahallede bir doktor yaşıyor.

Latin bir lezbiyen olarak, Küba’da kendimi hiç düşünemeyeceğim kadar özgür hissettim. Küba’da kesin olarak polis terörü olmadığını bilmek, omuzlarımdan bir yükün uçup gitmesini sağladı.

Kübalılar birçok defa bizi bu iyimserlikten silkinmemiz için uyardılar. Bir Kübalı lider şöyle söylemişti: “Düşmanlarımızın iddia ettikleri cehennem de değiliz, dostlarımızın ilan ettikleri cennet de.”

Emmy ödüllü Jon Alpert’in yönetmenliğini yaptığı “Mariela Castro’nun Yürüyüşü: Küba’nın LGBT Devrimi” isimli yeni bir belgesel, Küba Ulusal Cinsel Eğitim Merkezi (CENESEX) yöneticisi, Meclis üyesi ve Raùl Castro’nun kızı olan Mariela Castro’nun çalışmalarına odaklanıyor.

Belgesel, Küba’daki LGBT’lerin bugünkü durumlarının samimi ve aydınlatıcı bir kaydı. Hala süren zorluklarla beraber, yaşanan ilerlemenin sevecen ve hakiki bir tasviri.

Belgeselde, devrimin ilk günlerinde gerici tavırların mağduru olmuş yaşlı eşcinsel erkeklerle yapılan dürüst ve kapsamlı röportajlar bulunuyor. Bu önyargılar, İspanyol sömürgecilerinin Katolik kültürüne, köleciliğin ataerkilliğine ve devrimden önce ABD kapitalizminin “oyun bahçesi” olan ülkede yaygın olan cinsel sömürüye dayanıyor.

1965’te, Küba yeni bir ABD işgali ihtimaline karşı hazırlanırken, eşcinsel erkeklerin orduda görev almasına izin verilmiyordu. Bu durum, aynı dönemin ABD’si için de geçerli.

Üretime Yardımcı Askeri Birlikler (UMAP) adlı çalışma tugayları, ekonomik krize karşı harekete geçirildiğinde, eşcinsel erkekler, dinci vicdani retçilerle beraber, askeri hizmet yerine bu birliklere atandılar.

UMAP tugayları gözaltı kampları değildi, ama buralarda eşcinsel erkeklerin kötü muameleler gördüğü biliniyor. Bu sebeple, Komünist Gençler Birliği’nden (UJC) yaklaşık yüz genç erkek incelemede bulunmak için gizlice gönderildi. Genç komünistlerin hazırladıkları raporlardan sonra tugaylar tamamen kapatıldı.

2010’da Fidel, La Jornada’ya verdiği röportajda, bu eylemlerin eşcinsellere karşı “büyük bir adaletsizlik” ve hata olduğunu mütevazı bir şekilde kabul etti. Daha önce 1992’de, “Eşcinsellere yönelik baskı, horgörü, aşağılama veya ayrımın her türlüsüne kesin olarak karşıyım. Bu, sadece saygı duyulması gereken doğal, insani bir eğilim,” demişti.

Belgesel, LGBT’lere yönelik şiddet ve nefretin dokunaklı bir kaydını içeriyor. Bir trans kadın, transfobik bir Kübalının yüzüne asit fırlatmasından sonra bir gözünü nasıl kaybettiğini anlatıyor. Bir lezbiyen ise, cinsel yönelimi yüzünden amirinin onu terfi ettirmeyi nasıl reddettiğini anlatıyor. Belgeselde, amirinin Küba Komünist Partisi üyesi olduğuna da dikkat çekiliyor.

Kabul etmem gerek ki, Küba’ya olan sevgim o kadar tek taraflıymış ki bunlar karşısında şoka uğradım. Ayrıca filmin sevgili devrimimin daha fazla şeytanlaştırılması için kullanabileceğinden korktum.

Ama korkularım yersizdi. Mariela Castro ve CENESEX’in yürüttüğü çalışma çığır açan nitelikle. Devrimi güçlendiriyor ve sosyalizme yeni bir dayanak inşa ediyorlar.

CENESEX’in yöneticisi olarak, Mariela zor bir görev üstlendi. Raùl ve Fidel’in, sırasıyla kızı ve yeğeni olarak konumunu suistimal etmeyerek hiç de kolay olmayan eğitim ve örgütleme işini adım adım gerçekleştirdi.

Küba Devrimi’ni bildiğimden, heteroseksüel bir kadın olan Mariela’nın, çalışmalarını planlarken LGBT Kübalılarla el ele, yakın bir şekilde çalıştığından eminim.

Küba hükümeti, toplumun LGBT meselesindeki tavrını dönüştürmek için gereken zorlu çalışmalara öncelik tanıdı. ABD’deki kapitalist hükümetin hiç yapmayacağı kadar çok şey yaptılar. Küba hükümeti, halkının her kesimini savunur ve onlar için savaşır. Hükümetin, siyasetini topluma dayatacak bir Wall Street’i yok.

Eşcinsellik Küba’da 1979’da suç olmaktan çıkarıldı. 2008’de Küba hükümeti, trans Kübalılara cinsiyet geçiş ameliyatını ücretsiz olarak sunmaya başladı. Artık her yıl mayıs ayında, Havana’da “Homofobi ve Transfobi Karşıtı Yürüyüş” düzenleniyor ve LGBT aktivistleri cinsel çeşitliliği teşvik etmek için kırsal alanları ziyaret ediyor.

Hükümet, yapılan hataların, Komünist Parti üyeleri tarafından yapılanlar da dahil, belgeselde gösterilmesine izin verdi. Bu, Küba’da ifade özgürlüğü olmadığı yönündeki miti yalanlıyor.

Küba’da işler mükemmel değil, Küba bir cennet değil. Ama ABD’de kol gezen trans cinayetleri Küba’da sıfır.

Küba’da ilerleme gerçekleşirken, ABD’de artık eşcinsellere “onarım terapisi” uygulanmasını savunan bir başkan yardımcısı ve “kadın avcısı” olduğu bilinen bir devlet başkanı olduğundan, LGBT toplumunun hak kayıplarıyla yüzleşmesi oldukça olası.

Küba’da 57 yıl gibi kısa bir sürede büyük bir gelişme kaydedildi. Ancak Kübalı LGBT kardeşlerimizin özgürleşmesindeki ilk adımlar aslolarak 1959’da devrimin zaferiyle ve 1961’de Fidel Küba’yı sosyalist bir toplum olarak ilan ettiğinde atıldı. Bu adımlar sayesinde, Kübalı LGBT’ler ve tüm toplum, gerçek bir özgürlük için çıkılması gereken uzun yürüyüşlerine başlayabildiler.

Teşekkürler, Fidel.