'İnsani' olanın acınası ikiyüzlülüğü

Küba Komünist Partisi gençlik örgütü ve Küba gençliğinin örgütlü öncüsü Komünist Gençlik Birliği (UJC)’nin yayını olan Juventud Rebelde geçtiğimiz hafta 'Venezuela yalnız değildir!' başlıklı özel bir sayı çıkardı. Özel sayıda derginin editörü Marina Menéndez Quintero’nun yazısı ABD’nin 'insani yardım' gerekçesiyle bir ülkenin egemenlik haklarını hiçe saymasının yakın tarihteki…

soL - Dış Haberler (Çeviri: E. Solmaz)

“Eşitsizlikle mücadele eden” ve “Latin Amerika, Afrika, Ortadoğu ve Avrupa’da insan haklarının korunmasına katkıda bulunmaya çalışan” İspanyol bir sivil toplum kuruluşuna göre Haiti son günlerdeki protestolardan sonra bir insani kriz riski ile karşı karşıya. 

“Dayanışma için İttifak” adlı bu sivil toplum kuruluşunun önermesine herhangi biri şunları da ekleyebilir: Haiti’deki bu kriz daha da eskiye gidiyor, gelişmiş kapitalist ülkeler tarafından yağmalanmış, görünmez bir ulusun yoksulluğuna dayanıyor. Protestoların ana aktörlerinin sorumluluğunu Devlet Başkanı Jovenel Moise’ye yüklediği bugünlerdeki huzursuzluğun nedeni de aynı yoksulluk. 

Haiti’nin durumu ile ilgili endişelere dair bazı göstergeler arasında şunlar bulunuyor: Son üç ayda paranın değerinin yüzde 23’ü kadar düşmesi ve bunun enflasyona etkisi, yüzde 10’u bir insani kriz içinde bulunan ve iki milyonu da acil yardıma muhtaç olan (bu veriler Birleşmiş Milletler İnsani Yardım Koordinasyonu OCHA’ya ait muhtemel yüzeysel ve “kısa” veriler) bir toplum için hayat pahalılığının artması.

Ancak, son günlerde 50’nin üzerinde yaşamını yitiren, 200’ün üstünde yaralanan ve 500 kadar gözaltına alınan kişi olması ile şiddetlenen bu durum (yine aynı İspanyol sivil toplum kuruluşunun belirtilmeyen kaynaklara dayandırdığı rakamlar) bu sivil toplum kuruluşu dışında kimse tarafından dile getirilmedi… Ve bu o kadar kötü olmayabilir, yakından bakıldığında Haiti’nin yakın tarihinin, “insani endişeler” ile ilgili yalan haberlerle dolu olduğu görülecektir.

Askerler tarafından gerçekleştirilen bir devlet darbesinden sonra görevden alınan Haitili devlet başkanı Jean Bertrand Aristide’e 1994’te yine ABD tarafından gerçekleştirilen bir askeri müdahale ile koltuğu geri verilmişti. Ülkeyi işgal altında, daha istikrarsız ve aç bırakmak pahasına…

Bu müdahale “insani” diye tanımlanan bir müdahale değildi, “demokrasiyi yeniden inşa etmek” diye tanımlanmıştı. Elbette “demokrasiyi yeniden inşa etme”nin başka ülkelere “toplumu korumak” adına -tam tersine yol açsa da- asker göndermek anlamında kullanılan başka bir tanım olduğu anlaşılabilir.

Bazı yorumcular tarafından “insani” savaşlar Clinton Doktrini olarak adlandırılıyor, zira bu tür müdahaleler eski ABD Başkanı Clinton döneminde güç kazandı.

Onun yönetimi NATO’nun Mart 1999’da Kosova’daki sivilleri “korumak” adına Yugoslavya’ya karşı başlattığı, “insani” olduğu iddia edilen ve ülkenin tepesine yağarak Yugoslavya’nın bütünlüğünü yok eden bombaların arkasındaydı. Sadece siyasi olmayan sonuçları bile iki binden fazla ölü ve 30 ile 100 milyar dolar arası kayıptı. Siyasi sonuçları ise açıktı: Ülkenin ve sisteminin parçalanması. 

“İnsani” askeri müdahalenin haklı bir savaş gerekçesi olduğu iddia edilmiş olsa da, hatta bugün hala iddia ediliyor olsa da, bu, muhtemelen sözde insan haklarının savunulması adına ortaya konan en büyük felakettir.

Daha eski bir örnek olarak 1992’de Somali’de, BM Güvenlik Konseyi’nin bu ülkeye yardım dağıtılması için güç kullanılması yönünde yaptığı oylama sonucu, 1800 kişilik deniz kuvveti ve 30 bin askerin görevlendirilmiş olması verilebilir. Ancak bu da bir ülkenin bir başka ülkeyi işgal etmesi için ortaya sözde iyi niyetli gerekçelerin konduğu ilk durum değildi.

2003’de uluslararası hukuk doktoru ve dönemin Cenevre Uluslararası İnsan Hakları Merkezi profesörlerinden Robert Kolb tarafından yayımlanan bir makalede insani müdahale, 19. yüzyılda sıkça başvurulan ve  “zorla yapılan bir dış müdahale” olarak tanımlanıyor. Birleşmiş Milletler Antlaşması’nın kabul edilmesinden sonra ise, özellikle ve antlaşmanın 2. ve 5. maddelerinde belirtilen üye ülkelerin diğer ülkeleri tehdit etmekten veya onlara karşı güç kullanmaktan kaçınmaları gerekliliğine ve üye ülkelerin kendilerine bir saldırıda bulunması halinde kendilerini savunma hakkına bağlı olarak bu tanım yeniden düzenleniyor. Konu ile ilgili tartışmalar Yugoslavya’ya karşı saldırılarla birlikte yükseliyor, ancak eleştirilere rağmen pratikte bu uygulama ortadan kalkmıyor.

Irak’ta bulunduğu iddia edilen ve hiçbir zaman kanıtlanamamış olan nükleer silahlar öne sürülerek, terörle mücadele ve uluslararası güvenliği sağlama gerekçesiyle gerçekleştirilen 2003 Irak işgalinin başlangıcında, 2003’te The Nation’da basılan ve hemen sonra İspanya’nın El Pais gazetesinde de “İnsani savaş mı, önleyici savaş mı?” başlığı ile yayımlanan bir makalede “insani müdahalenin savaşlara ya da mülteci krizlerine karşı verilen yanıt olarak övülmesinin kaçınılmaz sonucu yeni bir sömürge düzeni olacak” açıklaması bulunuyordu.  “Olayların çoğunda, askeri eylemler, ya insani yardımda bulunan ülkenin hükümeti tarafından, ya dışarıdan BM gibi başka bir aktör tarafından ya da müdahaleci dış gücün kontrol ettiği bir yerel unsur tarafından müdahale edilen ülkedeki hükümetin değişmesini içerir.

Irak’taki örnekte, mesele Saddam Hüseyin’i devirmekti ve sonuç şu oldu: Orduya mensup askerlerden ve özel güvenlik işletmelerinin paralı askerlerinden toplam 5500 kişi hayatlarını kaybetti. Ancak daha kötüsü, müdahale edilenlerin kayıplarıydı, en az dörtte biri sivil toplam 500 bin can kaybı olmuştu. Ne var ki, dünya bu olaydan sonra da ABD ve NATO’nun Libya’da 2011’de yol açtığı felaketi yaşadı. Yakın zamanda Russia Today’da yer verilen uzman görüşlerine göre bu müdahale insan haklarını korumaktan çok yok etmeye yaradı.

ABD’nin ve diğer güçlerin öne sürdüğü ama hiç ortaya koyamadığı “insan haklarına saygı, insanların güvenliği ya da bütünlük” niyetlerinin her defasında bir kez daha siyasi müdahale için kullanıldığına sayısız örnek bulunuyor.  Bu örnekler BM’nin desteği ile ya da bu destek olmaksızın gerçekleştirildi. En samimi yardım niyetinin dahi devletlerin ulusal egemenlik haklarına saygı duyması gerektiği yönünde görüşleri olanların tepkisiyle karşılaşıldı.

Anne Ryniker tarafından kaleme alınan ve Kızılhaç Uluslararası Komitesi’nin internet sitesinde Mart 2011’de yayınlanan bir makalede şunlar ifade edilmişti: “Uluslararası insan hakları bakış açısıyla ele alındığında “müdahale”, “girişim” ya da “insani” sözlerinden bahsettiğinizde ister istemez bir çelişki ortaya çıkıyor, çünkü “insani” terimi mağdurların acısını hafifletmeye yönelik eylemlerin karşılığı olarak kullanılıyor. Oysa bugün anlaşıldığı anlamıyla “insani müdahale” sıklıkla siyasi bir programla ilişkili bir askeri müdahale demek.” Müdahaleyi teşvik eden jeostratejik amaçlar sadece siyasi rejim değişikliklerini değil, işgal edilen ülkelerin doğal kaynaklarını kontrol etmeyi de içeriyor.

VENEZUELA'YA KARŞI

ABD’nin Venezuela’ya sözde insanı yardım göndermesi söyleminin arkasında da aynı bağlam bulunuyor: Açık veya gizli olarak gerçekleştirilecek bir askeri müdahale için bir sıçrama tahtası.  Bu mekanizmayı ve Bolivarcı devlete karşı çeşitli söylemleri kullanarak Washington’un 20 milyon dolarlık “yardım” gönderdiği yalanına karşı, Venezuela devletine uyguladığı yaptırımlarla yarattığı kayıp 30 milyar doların üzerinde. Latin Amerika Jeopolitik Strateji Merkezi (CELAG)’nden analistlere göre 2013’ten bu yana kayıpların toplamı ise 350 milyar doların üzerinde. 

Venezuela’da olmayan bir “insani kriz”in varlığını kabul etmek, bu ülkeyi mağlup bir devlet kurumuna sahipmiş gibi göstermekle eşdeğerdir. Bu sayede aranan gerekçe de bulabilir: ABD’ye doğrudan müdahale için yeşil ışık yakan bir BM Güvenlik Konseyi kararı.

Ancak bununla birlikte, “insani” kavramı çeşitli başka gerekçeler uydurmayı ve ABD tarafından Trump’ın her zaman masada tuttuğu askeri seçeneğin kullanımı için yaratılan “olaylar” bulmayı da gerektirir. Kuklası Juan Guaido’nun Venezuela içinde tanınmasını ve onun üzerinden hükümet değişikliğini sağlayamadığı, Venezuelalıları etkilemeyi başaramadığı için, Maduro’nun geçtiğimiz 20 Mayıs’ta kazandığı başkanlık seçimlerinin tanınmaması ve yeni seçimlerin yapılması çağrısını yapması böyle bir örnektir.

Geçtiğimiz hafta sonundan bu yana Venezuela devletinin iradesi dışında, Kolombiya ile sınır hattındaki Cucuta bölgesi üzerinden, ABD hava kuvvetlerine bağlı uçakların da kullanımıyla sözde yardımın gönderilmesi, üstelik Latin Amerika’nın “özel” ülkelerine karşı yanki saldırganlığının taşıyıcılarından biri olan Bolivar ve Küba düşmanı Florida senatörü Marco Rubio’nun Kolombiya’nın bu bölgesinde bizzat bulunması, çok tehlikeli sonuçları olabilecek bir provokasyonla sonuçlanabilir.

Bazı yorumcular bu insani “gösteri”nin Washington’un gelecekteki askeri operasyonları için bir tür destek hattı oluşturmaya yarayacağını tahmin ediyorlar. Guiado’nun temsil ettiği sağcı muhalefetin Venezuela’nın yaptırımlar nedeniyle el konan parasını da kullanarak girişeceği askeri bir yıkım eylemi için bir hazırlık söz konusu olabilir. Fakat Guaido’nun kendisi de daha önce ifade ettiği gibi ABD güçlerinin oynadığı bu oyuna şahsen dahil olmak isteyebilir, askeri müdahale böylece daha da basitleşmiş olur… Ve girerler… Venezuela’yı şeytanlaştıran devasa medya operasyonları olmasa dünyada kimsenin inanmayacağı bir “insani amaç” ile...

Yaşanan yankilerin uluslararası hukuku tanımadığı bir başka eylemi, bir başka suçu ve kokuşmuş ikiyüzlülüğü olacaktır. Gezegenimizin doğrudan yana olan güçleri bunu da defetmeyi bilecektir.