İkiyüzlülük ve yalancılık Kiev sahnesindeydi

Nazilerin Ukrayna'da 75 yıl önce yaptığı katliamın anması, Kiev'in faşist yönetimi ve Alman emperyalizminin himayesinde düzenlendi.

Cemil Fuat Hendek

Dün Kiev’de yakın tarihin en büyük toplu katliamının 75. yılı dolayısıyla bir anma merasimi düzenlendi.

Sovyetler Birliği’ni işgal eden Naziler 1941’in Eylül ayı sonunda, Kiev yakınlarındaki Babyn Jar (Babi Yar) uçurumunun başında 33.771 (Yazı ile: otuz üç bin yedi yüz yetmiş bir) insanı birbiri ardına iki gün içinde katletmişti!

İşgalden bir süre sonra Gestapo kentin her tarafına afişler asarak, bütün yahudilerin belgelerini ve yükte hafif bahada ağır eşyalarını yanlarına alarak, verilen tarihte kentin sınırındaki mezarlığa gelmeleri gerektiğini ilan etmiş. Böylesi hayal gücü sınırlarının çok ötesinde bir kötülük beklemeyen insanlar da bu emre itaat etmişler. Toplanan yığın, SS’ler, Özel Komando Birliği’nin askerleri, polis ve tabii işbirlikçilerden oluşturulan cellatlar tarafından soyunmaya zorlanarak, ellerinden para ve değerli eşyaları alındıktan sonra dövülerek Babyn Jar uçurumunun kenarına sürülmüş ve orada yakın mesafeden makineli tüfeklerle taranarak katledilmiş. Tekrar olsun: İki gün içinde erkek, kadın, çocuk ve bebek ayırt etmeksizin 33.771 insan!

Babyn Jar, 1943’e dek sadece Yahudilerin değil, sayıları binlerle ifade edilecek komünistlerin, Ukraynalı, Rus ve Polonyalı anti-faşist direnişçilerin, Roma ve Sinti kökenlilerin de idam edildiği adres olmuş. Kızılordu Kiev’e yaklaşırken, SS’ler uçurum içindeki cesetleri Sovyet savaş esirlerine çıkarttırarak yaktırmaya ve küllerini, kalıntılarını dağıttırmaya başlamışlar. Katliam ancak Alman işgal kuvvetleri  Ukrayna topraklarından kovulduktan sonra tüm boyutlarıyla ortaya çıkmış.

Anma merasiminde kim konuştu dersiniz? 1989’da işgal edilen Demokratik Almanya Cumhuriyeti’nin yönetici kadrolarına, komünistlere karşı düzenlenen “cadı avı”nı yürüten dairenin reisiyken binlerce insanın geleceğini karartan; ardından da iki dönemdir Federal Almanya Cumhurbaşkanı olarak Alman emperyalizminin “daha çok silahlanarak dünya politikasında daha aktif olmasını” talep eden Gauck.

“Tarif edilemeyecek bir acı”dan; “kelimelere sığmayacak bir suç”tan bahseden... “Sadece SS’in ve Gestapo’nun değil, Alman Silahlı Kuvvetleri’nin de bu katliama ortak olduğunu” itiraf eden... Babalarının, dedelerinin nasıl böyle bir insalık dışı suçun faili olabildiklerine” hayret eden...  Nietzsche’den alıntılar yaparak ve dinsel motileri de unutmaksızın, “Almanların Sırat Köprüsü’nden korkacaklarına” değinen... Arada anti-komünist beikaç değinme de yapmaksızın edemeyen... Sonunda fakat dinleyicileri “artık öğrendiklerine” inandırmaya çalışan dramatik bir ses.

“Dramatik” dediysem, asıl dramatik olan Gauck’un sesi değil, o ve onun gibi emperyalizmin sözcülerinin bunca ikiyüzlülüğü, bunca çifte ahlâkı –ya da ahlâksızlığı, bunca gizli-açık yalanı ortalığa saçarken halk arasında hâlâ dinleyici buluyor olmalarıdır.

Ukrayna’da karşı-devrimin örgütlenmesinde Alman emperyalizminin oynadığı rol ortadadır. Dahası, Gauck’un Babyn Jar katliamı dolayısıyla suçladığı Nazilerin Ukraynalı çeşitlemesinin, Almanya’nın desteğiyle yeni baştan örgütlendiğine ve silahlandığına, sonra da politik ve diplomatik olarak desteklendiğine tüm dünya şahit oldu.

AB sayesinde güç biriktiren Alman emperyalizminin Doğu Avrupa’daki komşu ülkeleri “kendi sınırları içinde” kabul ettiğini, Balkanlar’a ve Urallar’a dek eski Sovyet topraklarına da “arkabahçesi” olarak baktığını her iki Dünya Savaşı öykülerinden biliyoruz. Geçen zaman içinde değişen şeyler oldu tabii: Dil değişti, kavramlar değişti, uygulanan araçların, yol ve yöntemlerin örtüsü değişti. Değişmeyen bir şey kaldı: Alman emperyalizminin o zamanlar da önüne koymuş olduğu hedefler! 

Bunun için özür de diliyorlar, günah da çıkarıyorlar. Willy Brandt’da Aralık 1970’de Warşova’da katledilen Yahudilerin anıtı önünde dizlerinin üstüne çökmüş, gözleri yaşlarla dolarak özür dilemişti. Bu, Polonya ile Federal Almanya arasında yapılan Varşova Anlaşması’nın imzalanmasının hemen ardından gelmişti. Emperyalizmin strateji uzmanlarının çizdiği, Sosyalist Sistem içinde zayıf halka olarak düşünülen ülkelere yönelik “yumuşak çıkarma taktikleri”nin bir parçasıydı bu ziyaret. Benzeri ilişkiler Çekoslovakya ve Yugoslavya ile de kuruldu.

Her seferinde dramatik bir ses, kocaman bir özür, geçmişe lânet. Ve... “Katil ile kurbanı, suçlu ile acı çekmiş olanı birleştiren ortak tarih” temelinde yakınlaşmak ve “hep birlikte geçmişten ders çıkararak, hep birlikte geleceği kurmak!”

Ortak geçmiş belliydi. Ya ortak gelecekten neyi kastediyorlardı? Bu sorunun yanıtını çok geçmeden gördük: Emperyalizmin ortak yağması altına düşmüş Polonya, Macaristan, Romanya, Çek Cumhuriyeti, Slovenya, Hırvatistan, Bosna-Hersek, Karadağ, Makedonya, Bulgaristan, Arnavutluk; tabii Kuzeyde Baltık ülkelerini de unutmayalım. Ve bir süredir iştahla yalamaya başladıkları Ukrayna.

Şimdi tekrar Ukraynalılara seslenen Gauck’a kulak verelim: “Soğuk Savaş’ın bitiminden sonra Avrupa tarihinde bir yeriniz olduğunu anımsattınız bize. Ukrayna’nın, sınırlarının dokunulmazlığına saygı duyulacak bir devlette yaşayan bağımsız bir ulus olarak, halklar ailesinde bir yere hakkı olduğunu anımsattınız. Ukraynalıları mücadeleci olarak tanıdık – özgürlük, demokrasi ve hukuk devleti için ve bunlarla birlikte Avrupa değerler toplumunun bir parçası olarak mücadeleci. Çok şey öğrendik bir ulus olarak Ukrayna üzerine ve böylece kendi rolümüzü ve sorumluluğumuzu da.”

Gauck daha ne yapsın ki? Diplomatik dilin sınırlarını da zorlayarak, açıkça ortaya koyuyor: Yakın tarihin en yığınsal katliamı bahanedir. “Özgürlük”, “demokrasi”, “bağımsızlık” vb. arkası boş dekor panolarıdır.

Ve asıl mesele Almanya’nın rolü ve sorumluluğudur!