Fransa'da ne oluyor: Mavi (Özgürlük), Beyaz (Eşitlik), Kırmızı (Kardeşlik) ya Sarı (?)

Fransa’da son günlerde yüzbinlerin katıldığı sokak eylemlerinin hedefi olan Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, iktidara geldiği günden beri icraatları ve açıklamalarıyla sınıfsal tarafının ve tercihinin patronlardan yana olduğunu açıkça ilan ediyor.

Burçak Özoğlu

Fransa son haftalarda kitlesel sokak eylemleriyle çalkalanıyor. Geçtiğimiz cumartesi günü Paris’te 100 bini aşkın gösterici hayat pahalılığını ve Cumhurbaşkanı Macron’u protesto için sokaklardaydı. Gösteriler Fransız güvenlik güçlerinin şiddetli müdahaleleriyle karşılaştı ve Paris sokakları karıştı. Paris polisinin dakikada 1 adetten fazla olacak şekilde 5000 biber gazı kapsülü harcadığı ve haftasonu olaylarının temizlik ve onarım maliyetinin 1.5 milyon Avro’yu aştığı iddia ediliyor. 

Eylemleri tetikleyen olay akaryakıt fiyatlarının yükselmesine, hayat pahalılığının ve yoksullaşmanın artışına yol açacak olan karbon vergilerindeki artış kararıydı. Kasım ayı başında Cumhurbaşkanı Macron, bir AB yaptırımı gereği olarak “yeşil vergi” olarak adlandırılan karbon vergisinde artışa gidileceğini açıklamıştı. 

Ülkede tansiyonu yükselten bu eylemliliklerin kelimenin gerçek anlamıyla “görünür” [1] kahramanları olan Sarı Yelekliler (Gilets Jaunes) herhangi bir örgüt ile ilişkilenmeyen, bir liderliği olmayan ve kendiliğinden kitleselleştikleri düşünülen bir grup. Batı basınında bu eylemler “Arapsız Arap Baharı”, “2. Fransız Devrimi” gibi tanımlamalarla bile anılmaya başlamış durumda. Oysa Sarı Yelekliler hareketlenmesinin, kitlesel, yaygın ve kendiliğinden karakterli bir hareketlenme olması dışında Arap Baharı gibi çok farklı güdü ve güdümlenmelere sahip bir süreç ile başka bir ortaklık taşımadığını, ya da Fransız Devrimi ile benzeştiği noktaların coğrafi ve ulusal boyutların ötesine geçemeyeceğini kabul etmek gerekiyor.

Öte yandan, Sarı Yeleklilerin büyük oranda benzeştiği bazı tarihsel olayları burada not etmekte fayda var. Büyük Britanya ve Kıta Avrupası buna benzer kitlesel hareketlenmelere 2011 yılında da tanık olmuştu. İngiltere’de beş gün ve gece boyunca süren sokak isyanları ve kitlesel ayaklanmalar, İspanya’da ortaya çıkıp daha sonra Avrupa’nın başka bölgelerine de yayılan “Öfkeliler” (Indignados) eylemleri, örgütsüz kitlelerin Neo-liberalizmin AB eliyle yürüttüğü piyasalaşma, örgütsüzleştirme, yoksullaştırma saldırılarına karşı isyanlarıyla, Sarı Yeleklilerin hareketlenmesiyle benzeşen boyutlar içeriyordu.

Sarı Yelekliler, kendi içinde oldukça farklı ayrışmalara sahip olmalarına rağmen Fransız hükümetine ve özellikle Cumhurbaşkanı Macron’a karşı biriktirmiş oldukları öfkede ortaklar. Sarı reflektör yeleklerini takıp sokağa dökülenler arasında, işsizler, emekliler, enerji ve taşımacılık sektörü çalışanları, öğretmenler, kısacası yoksullaşma tehdidi altındaki tüm emekçilerden insanlar var. 

Hükümeti istifaya çağıran, Macron’u diktatör olarak damgalayan bu eylemlilikler Fransa içerisinde çoğu sol/sosyal demokrat örgütten ve sendikalardan çekingen de olsa destek aldı. Fransız Komünist Partisi (PCF), eylemlilikler başladıktan sonra, 15 Kasım’da yaptığı bir açıklamada Macron’u zenginlerin yanında saf tutmaktan vazgeçip, yoksulların çıkarlarını gözeten bir ekolojik dönüşüm yapmaya çağırdı. PCF’nin açıklaması, yeşil vergilerin, öncelikle Total Grup gibi büyük akaryakıt sermayedarlarına, ulaştırma şirketlerine, havayolu taşımacılığına yönlendirilmesi, tüketim maddelerindeki katma değer vergi oranlarının düşürülmesi, sosyal adaleti gözeten bir ekolojik dönüşüm yapılması gerektiğini öne sürüyordu.

Daha küçük ölçekli olmakla birlikte siyasal olarak daha ilerici ve devrimci niteliğe sahip Fransa’da Komünist Yeniden Doğuş Cephesi (PRCF) ise eylemlerin ardından, Sarı Yeleklilerin taleplerine sahip çıkarak sendikalardan ve diğer sol gruplardan daha cesur ve doğrudan buldukları bu hareketlenmeyi sahiplendi. Uluslararası komünist harekete gönderdikleri bültenlerinde, Fransız Komünist Partisi dahil, diğer sol/sosyal demokrat çevrelerin ve sendikaların yaptığı gibi, Macron’u meşrulaştırmaya dönük gerici ve ikiyüzlü siyasete izin vermeyeceklerini açıkladılar. PRCF, işçilerin tabandan kendiliğinden gelen hareketlenmelerine karşı olmadığını, bu eylemliliklerin siyasi bir örgütlülükle birleştirilmesi gerektiğini vurgulayarak Sarı Yeleklilerin yanında yer aldı.

Sarı Yelekliler hareketi başta vergileri protesto için ortaya çıkmış olsa da, artık sloganların daha geniş siyasi talepler içermeye başladığı da görülüyor.

YEŞİL VERGİLER

Fransa’da 2013 yılında, kapalı kapılar ardında görüşülüp, Fransız halkına yeterince bilgi verilmeden uygulamaya konan “İklim-Enerji Katkısı” (Contribution Climat Énergie, CCE), yani bir tür karbon vergisi, doğrudan akaryakıt fiyatlarına yansıtıldı. Karbon vergisi uygulamaya konulduğundan beri her yıl düzenli olarak yükseltildi ve 2019 yılında halihazırda Avrupa’nın en pahalı akaryakıt fiyatlarına sahip Fransa’da CO2’nin ton başına vergi artışının benzin ve diesel yakıt fiyatlarına %10 oranında artışla yansıyacağı açıklandı.

AB’nin alt kuruluşu olan Avrupa Çevre Ajansı’nın yaptırım çerçevesi içerisinde yer alan çevresel vergilerde, ton başına karbon maliyeti hesaplaması Fransa’da diğer Avrupa ülkelerinden farklı işletiliyor. Fransa’da karbon vergisi özel şahıslara ve şirketlere yansıtılıyor ve her tür akaryakıt, gaz ve kömür fiyatları üzerinden yıllık yedi milyar Avro civarında gelir elde ediliyor.

Ancak Fransa’nın vergilendirme sisteminde bazı arızalar mevcut. Bu önemli “katkı” dan, kara hava ve deniz ulaşımı, emisyon indirimine sahip sanayiler ve tarım gibi birçok sektör muaf tutuluyor. Karbon vergisi orantısız bir biçimde düşük gelirlilere yansıtılıyor. Bir taraftan vergilerdeki artış akaryakıt fiyatlarına yansıtılıp, diğer tüm bağlı mal ve hizmetlerdeki fiyat artışlarına yol açarken diğer taraftan vergiler, en yüksek oranda CO2 üreten sektörlerden değil, daha düşük cirolu şahıs şirketlerinden elde ediliyor.

Karbon vergisindeki bu orantısızlık ve bunun Fransız halkına, hayat pahalılığı ve yoksullaşma olarak yansıması da rastlantısal bir durum değil. Nitekim iktidara geldiği günden itibaren Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, icraatları ve açıklamalarıyla sınıfsal tarafının ve tercihinin patronlardan yana olduğunu açıkça ilan ediyor.

ZENGİNLERİN CUMHURBAŞKANI

Henüz 40 yaşında, 2017’de Fransa Cumhurbaşkanı olan Emmanuel Macron’u tanımlayabilecek en isabetli kelimeler, AB’ciliği ve patron severliği olacaktır. Seçildiği günden itibaren, farklı vesilelerle tekrar tekrar vurguladığı şekliyle, Macron, “Yeni Fransa”’yı özel sektörün varlığıyla ve öncülüğüyle kurma planıyla işe koyuldu. Macron’a göre, Fransa’nın ekonomik gelişiminde patronlar yoksa paylaşılacak “pasta” da olmayacaktı bunun için de patron yanlısı politika ve stratejilerin ardı ardına sıralanması gerekiyordu.

Genç Cumhurbaşkanı, iktidar dönemini hızla bu doğrultudaki düzenlemelerle açtı. “Yeni Fransa” dönüşümü için öncelikle tarihsel mücadele birikimi ile kurulmuş “refah devletinin” yerle bir edilmesi gerekiyordu. Uluslararası rekabet gerekçesiyle ve AB içerisindeki konumun güçlendirilmesi ve garantiye alınması kaygısıyla Macron “... önceliğimiz 21. Yüzyılın refah devletini kurmaktır…” açıklamaları yaptı.

Hedeflediği “yeni refah devleti” merkezine sermaye sınıfını koyuyor ve buna göre gerekli düzenlemeleri sıralıyordu: Kamu harcamalarının azaltılması ve sınırlanması; kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi ve kapsamlı bir iş yasaları dönüşümü.

Macron’un başını en fazla ağrıtan dönüşüm başlıklarından biri de bu iş yasaları dönüşümü gündemi oldu. “...Patronlarımızı savunmadan işçilerimizi koruyamayız…” ifadesiyle gerekçelendirmeye çalışsa da Macron’un iş yasalarına dönük reformları en az son günlerin yeşil vergileri kadar ciddi boyutta muhalefet ile karşılaştı. Buna rağmen Fransa’da bir bütün olarak kolektif iş hukukunun ortadan kalkıp, bireysel iş hukukuna dayandırılan bir reform süreci başlatıldı.

İş yasaları reformu öncelikle küçük ve orta ölçekli işletmelerin önünün açılmasını hedeflemekteydi. İşe alma ve çıkarmada patronlar için tanımlanan kolaylaştırıcı uygulamalar; iş yasalarının işçiyi koruyan karakterlerinin esnetilmesi; sendikal örgütlenmenin ve toplu sözleşmelerin atıl bırakılmasına dönük olarak işletme ölçekli sözleşmelerin tanımlanması bu reformun ana hatlarını oluşturdu.

Bu çerçeve içerisinde Macron’un patron seviciliğinin bir diğer bileşenini çeşitli vergi muafiyetleri oluşturuyordu ve son günlerin yeşil vergi uygulamaları bu tabloda böylece yerini bulmuş oldu.


[1] Eylemcilerin Sarı Yelek lakabı üzerlerine giydikleri sarı renkli reflektör özelliğine sahip yeleklerden kaynaklanıyor.