BM'nin 'dünyayı kurtarma' planı tekellere hizmet ediyor

BM kayıtları, hükümetlerarası kuruluşun, sefalet, açlık ve çevre felaketlerinden kurtardığını iddia ettiği kitlelerin çoğunu halihazırda yalnız bıraktığını ortaya koyuyor. Nafeez Ahmed'in medium.com'da yayımlanan "Birleşmiş Milletler'in dünyayı kurtarma planı dev şirketler için incir yaprağı görevi mi görüyor?" başlıklı makalesini soL okurlarıyla paylaşıyoruz.

Çeviri: Selçuk Işık

Bu ayın sonunda, BM, “insanlar, gezegen ve refah” için yeni “Sürdürülebilir Kalkınma 2030” ajandasını New York’ta 150’den fazla dünya lideri tarafından resmen kabul edilmesinin ardından başlatacak.

Tüm dünyadan hükümetler, topluluklar ve iş çevreleri arasında yıllarca yapılan müzakerelerin sonuçlanmasıyla oluşturulan ajandanın 17 Sürdürülebilir Kalkınma Hedefi (SKH), hiç kuşku yok ki,  küresel, toplumsal, ekonomik ve çevresel sorunların benzersiz bir karşılıklı bağımlılık ilişkisi içerisinde olduğu görüşünü ortaya koymaktadır.

Ancak SKH sürecine ilişkin kayıtlar, BM’nin hükümetlerarası bağlılık müzakerelerinde rol alan üyelerin, bu uluslararası organı; büyük işletmelerin çıkarlarına hizmet ettiği ve dünya yoksullarını temsil eden tabandan gelen tavsiyeleri görmezden geldiği konusunda eleştirdiğini su yüzüne çıkardı.

Bu yılın başlarında, BM’nin 2015 Sonrası Hükümetlerarası SKH Müzakereleri’nin bir parçası olan BM Sürdürülebilir Kalkınma Bölümü tarafından yayınlanan resmi tutanaklar gösteriyor ki; BM içerisinde yerel halk, sivil toplum, işçiler, gençlik ve kadınları temsil eden “Majör Gruplar” SKH sürecinin doğrultusu konusunda derin bir endişe duymaktayken; zengin ve sanayileşmiş dünyanın kurumsal çıkarları açısından süreç tatminkar görünmekteydi.

BÜYÜK İŞLETMELER
“İşletme ve Sanayi”, BM’nin SKH sürecinde müzakerelerde bulunan “Majör Gruplar” arasında yer alıyor. Bu grubun üyeleri arasında ise; Statoil USA ve Tullow Oil gibi fosil yakıt şirketleri, çok uluslu oto parçası üreticisi Bridgestone Corporation, global enerji yönetimi firması Eaton Corporation, endüstriyel tarım şirketler grubu Monsanto, sigorta devi Thamesbank, finansal hizmet devi Bank of America ve Coca Cola’dan Walt Disney’e, Dow Chemical’a yüzlercesi bulunuyor.

Bu grubun, işletmeler ve sanayi arasındaki ilişkilerin daha da ileriye taşınması ihtiyacına seslenen çıkarları, BM ajandasının övgü sağanağına tutulmasının sebebiydi.

Şirketler tarafından piyasaya dayalı çözüm konusundaki ortaklıklarını temsilen kurulan Global Business Alliance (GBA), 24 Temmuz’da, BM’nin SKH değerlendirme toplantılarından biri öncesinde  delegelere gururla; “süreç, ekonomik büyüme ve innovasyonda geleneksel rolümüzü güçlendiriyor” açıklamasını yaparak SKH taslağını methediyordu:

“İş dünyasının matah rolü tamamen tanınmıştır.”

Bununla birlikte GBA, aynı zamanda, söz konusu ajanda geçerliliğini kaybettiğinde “iş dünyasına” yönelik özel rol ve yükümlülükleri tam manasıyla üstlenmek için ilave değişiklikler de talep etmiştir.

Birleşmiş Milletler’de Uluslararası Ticaret Odası (ICC) Daimi Temsilcisi olan Louise Kantrow 9. Dünya Odalar Kongresi’nde BM’nin sürdürülebilir kalkınma hedefleri (SKH) konusunda delegelere seslenirken

PİYASA ÇÖZÜMÜ
GBA, “küresel, bölgesel, ulusal ve sektörel ticari işletmeleri ve dernekleri ve ayrıca her coğrafi bölgeden çok uluslu şirketleri” temsilen özel olarak kurulmuş global bir iş ağıdır. Ana tanımlayıcı unsuru “daha sürdürülebilir ve adil bir dünyaya kavuşmak için piyasaya dayalı çözümün esas olduğu ortak bir vizyona sahip olmak”tır. BM’de “özel sektör mesajlarının olumlu ve tutarlı bir yankı bulmasını temin etmek için” uğraşır.

GBA; finans, madencilik, tarım, gübre, eczacılık, petrol ve gaz ve ulaşım sektörlerinin kilit sanayileri etrafındaki küresel ve bölgesel işbirliklerini temsil eder. Ocak ayında New York’taki BM merkezinde yapılan Paydaşlar Hazırlık Forumu’ndaki açıklamasından misyonuna dair önemli şeyler çıkarılabilir.

İş dünyasının sürdürülebilir kalkınma ajandasını “coşkuyla karşılaması” bir yana; GBA, önceliğinin yoksul ülkelerde “yerel ve uluslararası özel finansa olanak sağlayan politika çevresi” yaratmak olduğunu açıklıyor, “yerel ve uluslararası yatırımı harekete geçirmek” için görece yoksul ekonomileri yeniden yapılandırarak “kapsamlı ekonomik büyüme için gerekli altyapıyı” inşa edebileceklerini iddia ediyordu.

Sorun şu ki; bu iş-merkezli “kapsamlı ekonomik büyüme” vizyonunun, eşitsizlikleri ve ivme kazanmış borçlanmayı derinleştirdiği eleştirilerine de bakılacak olursa, başarısızlığa uğramış neoliberal piyasa köktenciliğinden hemen hemen hiç farkı yoktur.

BM’nin bundan önceki Binyıl Kalkınma Hedefleri’nin, 1990’dan bu yana küresel yoksulluğu yarıya indirmeyi başardığına dair iddialar bir yana, anlatılan bu hikayeyi sorgulamak için haklı sebeplerimiz bulunuyor.

YOKSULLUĞUN NEDENİ
Bugün, 4.3 milyar insan, Dünya Bankası’nın belirlediği $1.25’lık yoksulluk sınırının yukarısında; günlük $5’dan az bir parayla geçimini sürdürüyor. Buna karşın, yardım kuruluşu ActionAid tarafından 2013’te hazırlanan bir raporda $10’dan az olarak belirlenen bir yoksulluk sınırının daha gerçekçi olacağı belirtiliyor.

1990’dan bu yana günlük $10’ın altında bir parayla geçinen insan sayısı, azalmak şöyle dursun %25 oranında artmıştır. Küresel yoksulluk azalmamış daha da kötüye gitmiştir.

London School of Economics’ten Dr. Jason Hickel’e göre bu pek şaşırtıcı görünmüyor; zira “ekonomik büyümenin yoksulluğun kökünü kurutacağı iddiası bilimsel olarak sağlam değil.” Hickel, bunun ancak çoğu geleneksel ekonomistin yaptığı gibi “kalkınmanın damlama teorisine inananlar için makul görünebileceğini” söylüyor ve ekliyor “ancak geride bıraktığımız kırk yıl bu paradigma için az kanıt doğurdu. SKH’nin, ekonomik büyümenin yoksulluğu toptan yok edeceğini iddia edebilmesinin tek yolu yoksulluk ve açlık sınırını akıl almaz derecede aşağı seviyelere, insanın ancak hayatta kalabildiği seviyelere doğru itelemek olacaktır.

MÜZAKERELERE MÜDAHALE
SKH sürecinin içerisindeki BM taraflarından oldukça fazla eleştiri gelmesine rağmen bu endişelerin SKH’nin “Sıfır Taslağı” metnini hiç etkilememiş olmasının sebebini Hickel’e sorduğumda, “Sıfır Taslağı”nın ilk versiyonlarından birinde GSYİH’nın yerine alternatif bir ekonomik refah ölçütü koyma taahhüdü bulunuyordu. Ancak nasıl olduysa nihai metinde bu aniden ortadan kayboldu. Perde arkasında neler yaşandı bilmiyorum” cevabını aldım.

Avrupa ve Kuzey Amerika’da yerleşik 17 Katolik kalkınma  kuruluşu ağı olan Brüksel merkezli (Kalkınma ve Dayanışma için Uluslararası İşbirliği) CIDSE’de çalışan ve Sıfır Taslak üzerine yapılan müzakerelere müdahil olmuş birinin anlattıklarına işaret eden Hickel şunları söylüyor:

“Bana sürecin bir hayli fazla tavizle anlaşmaya götürüldüğünü ve tiksintiyle süreci bırakıp gittiğini ancak bildikleri hakkındaki detayları paylaşmasına izin verilmediğini iletti.”

SİVİL TOPLUM DIŞLANIYOR
Gelişmekte olan ülkelerdeki yoksul insanları güçlendirme iddiasında bulunan global kurumun, bu insanları temsil eden Majör Grupların, SKH ajandasından, giderek daha fazla kuşku duyduğuna ilişkin BM kayıtları bu iddiayı doğruluyor.

BM’e geçtiğimiz ay başlarında ulaşan bir sivil toplum bildirisi; hükümetlerin 2015 Sonrası Kalkınma Ajandası’nın finanse edilmesi ve uygulanması için özel sektöre temin ettiği olağanüstü güven konusundaki tehlikeye vurgu yapıyordu.

GBA, BM’ye bildirdiği görüşlerle, istikrarlı bir şekilde, yozlaşmış hükümetleri ve yoksul ülkelerde yatırım yapmayı zorlaştıran yasal çerçeveyi kınarken; BM Sivil Toplum Majör Grupları da asıl engelin yabancı yatırımcıların vergiden kaçınması ve kurumların insan haklarını küçümsemesi olduğuna işaret ediyorlardı:

“Özel sektörün potansiyelini ortaya çıkarmaya ihtiyacımız olduğu düşüncesi, şu anda gelişmekte olan ülkelerden  trilyonlarca doların, vergi kaçırarak ve diğer yasadışı finansal akışlar aracılığıyla kaçırılmasıyla özünde çelişki içindedir. Kalkınma çabalarını baltayalan kurumlar tarafından yapılan sistemik  insan hakları suistimallerine bolca kanıt bulunmasına rağmen sorumluluktan kaçılıyor olması da buna eklenebilir.”

Sivil toplum bildirisi, ayrıca, Batılı hükümetlerin, önerilen Yatırımcı-Devlet Anlaşmazlık Çözüm Mekanizması (ISDS) maddeleri ışığında Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı (TTIP) gibi yeni anlaşmaların düzenlenmesi yönündeki benzer çabalarına işaret ediyor.

KAMUOYUNDAN KAÇIRILAN MÜZAKERELER
Bu yeni ticaret ve yatırım çerçeveleri, hükümetler tarafından, kamuya hesap verme zorunluluğu olmaksızın gizlice müzakere edilmektedir. BM’nin sivil toplum grubu, ISDS maddelerinin “insan hakları, çevre ve  işgücü standartlarını teşvik eden düzenlemeler yaparak yatırımların değerini düşürdükleri için hükümetlerin dava edilmesi konusunda şirketlerin elini güçlendirdiğine” dikkat çekiyor.

Böylesi bir kurumsal saldırı karşısında savunmasız toplulukları korumak adına SKH henüz çok az şey ortaya koyuyor.

Bunun yerine, BM’nin sivil toplum gruplarının gözlemlediği üzere; SKH sürecinde “temel sosyal hizmetlerin özelleştirilmesinin bu hizmetlere ulaşılması konusundaki eşitsizlikleri giderek ağırlaştırdığı ve yoksulları ötekileştirdiği konusunda giderek büyüyen kanıtlar görmezden geliniyor.

SKH ajandasının uygulanması için BM’ye Temmuz sonlarında iletilen bir diğer sivil toplum bildirisi, sürece; adaletsiz bir ekonomik sistem içerisinde insan merkezli kalkınmaya yönelik yapısal ve kurumsal engellerin irdelenmesinde sınıfta kalındığı eleştirisini yöneltiyordu.

STK’lar, bu tür engellerin, içinde “kamu düzeni kârları tehdit ettiğinde, hükümetleri dava etmek için araçlar yaratılması”, “kurumların insan hakları ihlalleri için bağlayıcı mekanizmalardan koparılması”, “halkın cebini boşaltan kemer sıkma ve borç yönetimi tedbirleri ve sosyal hizmet ve altyapı harcamalarının kısıtlanması” ve “kamu hizmetleri için kamu kaynaklarının ve sağlıklı ve güçlendirilebilir topluluklar için kamu mallarının seferber edilememesi“ gibi unsurları barındıran küresel bir “kurumsal haklar rejimini” barındırdığını ilan etti.

Özetle, bildiri şu uyarıyı yapıyordu:

Uluslararası şirketlerin rolüne ve özel finansmana yapılan vurgu, hükümetlerin kamu politikası alanını zayıflatacaktır ve küresel krizce yaratılan nesillerarası ve aşırı yoksulluğa rağmen yarıda bırakılmış finansal sektörü regüle etme işini tamamlamakta başarısız olunacaktır.

YERLİ HALK DIŞLANIYOR
BM taraflarından gelen diğer bildiriler de aynı ölçüde son derece aleyhteydi.

25 Mart’ta Yerli Halklar Çalışma Grubu, Vesayet Konseyi Odası’nın ev sahipliğinde BM genel merkezinde yapılan bir Majör Grup konuşmasında SKH sürecinin “Yerli Halkı ajandadan dışlama riskinin bulunduğunu” bildirdi.

BM İstatistik Komisyonu tarafından yeniden gözden geçirilen SKH hedefleri tarafından  “farklı kültürel kimlikleri ve hak sahibi ve değişimin öznesi olan Yerli Halk’ın siyasal statüsü” tanınmıyor.

İŞGÜCÜ DIŞLANIYOR
İşçiler ve Sendikalar’ın Majör Grubu, benzer şekilde, 2015 Sonrası Hükümetlerarası Müzakereler’in parçası olarak, SKH hedeflerine ilişkin; özellikle eğitim, su kullanım hakkı, iş yerlerinin demokratikleştirilmesi, ücret eşitsizlikleri, sendikalar ve aşırı özelleştirme konusundaki hedeflere erişmedeki ilerlemenin ölçülmesi için önerilen göstergelere getirilen ciddi sınırlamaların altını çizen bir bildiri iletti.

“Öneri, yapı ve süreç göstergelerinden ziyade sonuca odaklanmaktadır. Kalıcı ve uzun ömürlü bir değişim için kilit role sahip olan yasal ve kurumsal reformları inceleyen daha fazla gösterge görmek istiyoruz.”

SKH, örneğin; “suyu bir emtiaya dönüştürmeye açık kapı bırakarak” su kullanım hakkından net bir şekilde söz etmiyor.

BM işçi grubu, “özel şirketlerin kârları uğruna uzun vadeli devlet garantileri sağlayıp kamu borçlanmasını örtbas ettiğinden dolayı ve altyapı ve hizmetlerin finansmanı için pahalı ve verimsiz bir  yol” olarak tanımladığı kamu-özel işbirliği vurgusuna özellikle karşı çıkıyor.

Grup, şu karşıt görüşe varıyor:  “Kamu mallarını satmak yerine, sağlık, eğitim, sosyal hizmetler ve su ve enerji hizmetlerine kamu yatırımı teşvik edilmeli.”

ÇOCUKLAR DIŞLANIYOR
BM Çocuk ve Gençlik Majör Grubu’na göre SKH “büyüme, sanayileşme ve kentselleşme” üzerine daha fazla odaklanarak gezegensel sınırlarla karşılaştırıldığında ekolojik ayak izini hesaba katmıyor.

BM’deki Mart bildirisinde grup, BM İşçiler Majör Grubu’nun su kullanım hakkının ihmaline ilişkin yapmış olduğu eleştirinin sesini yükseltti

Grup ayrıca SKH’nin eşitsizlik ve sağlık konusundaki hedeflerinin belirsiz ve yetersiz olduğunun altını çizdi.

KADINLAR DIŞLANIYOR
Bazı STK’lar SKH’nin cinsiyet eşitliği konusundaki taahhüdünü derinliğine eleştiriyordu. Asya Pasifik Kaynak ve Kadınlar için Araştırma Merkezi (ARROW), Genç Kadınlar Hristiyan Birliği, Sürdürülebilir Düşük Karbon Ulaşımı Ortaklığı ve Cinsel ve Üreme Hakları Gençlik Koalisyonu tarafından desteklenerek Temmuz ayında BM’ye iletilen bildiride SKH’nin, o ay Etiyopya’nın başkenti Addis Ababa’da gerçekleştirilen BM konferansında onaylanan Kalkınmanın Finansmanı girişiminden dolayı duydukları ciddi hayal kırıklığı vurgulanıyordu.

Çoğu hükümet tarafından kadınlar ve genç kızlar için güçlü sonuçları olduğu ilan edilmesine rağmen hükümetler; kadınlar ve genç kızları istikrarsız istihdam biçimlerine mahkum eden, karşılıksız yaptıkları bakıcılık yüklerini arttıran, küçük toprak sahibi çiftçiler ve balıkçılarda olduğu gibi  geçimlerini zorlaştıran ve sağlık ve eğitim hizmetlerinden yararlanılmasını zorlaştıracak şekilde güvenilir kent ve kırsal ulaşım hizmetlerinden faydalanılması ve güvenlik gibi temel kamu hizmetlerine ulaşmalarını tehlikeye sokan küresel ve ulusal ekonomik politikalarımızdaki şiddetli adaletsizliği telafi etmek için gerekli olan reformları yapmayı başaramadılar.

BM’deki Kadınlar Majör Grubu tarafından yayınlanan muhalif bir raporda SKH sürecinin “önemli bir adım” olduğu övülürken sürecin yetersiz kaldığı sekiz olumsuz bulgu tespit edildi.

“Cinsiyet eşitliğini” destekleyen SKH, kadın ve genç kızlara dönük temel insan haklarını tanımakta sınıfta kalıyordu:

“...gıda, su için insan haklarına ve bir hedef olarak besin güvenliğine, kadınların barış ve güvenlik için karar verme hakkına, yerli halkların haklarına, kadınlar için cinselliklerini baskı, ayrım ve şiddetten kurtularak kontrol etme hakkına göze çarpar biçimde yer verilmemiştir.”

YOKSULLUĞUN TEMELİNDE SEBEPLERİN BELİRSİZLEŞTİRİLMESİ
Marjinal toplulukları temsil eden Majör Gruplar’dan böylesi eleştiriler alan BM’nin SKH sürecinin fiyaskosu, BM’nin kendi içerisindeki güç eşitsizliklerinin doğrudan bir sonucudur.

BM yetkililerine dağıtılan bir uzman raporuna göre, SKH belgelerinin detaylı bir analizi, işlerini her zamanki gibi yürütmek gibi yerleşik bir çıkara sahip kurumlar tarafından tüm sürecin “temelde anlaşmaya bağlanmış” olduğunu ortaya koyuyor.

Washington DC merkezli kâr amacı gütmeyen, yoksulluğun temelindeki sebepleri irdelemek için mücadele veren TheRules.org tarafından hazırlanan bu rapor bir “çerçeve analize” dayalı: insanların nasıl tanımlama yaptıklarını, nasıl oluşturduklarını ve bu süreçteki verileri ortaya koymak için dilbilimsel ve kavramsal modellere göre analiz eden bir toplumsal bilim metodu.

TheRules.org’un Araştırma Direktörü, sistem teoristi Joe Brewer tarafından yazılan rapor BM’nin vizyonunun “başarısızlığa uğramaya mahkum” olduğu; zira küresel yoksulluğun yapısal sebeplerini basitçe gözardı ettiği sonucuna varıyor.

“Politik ajandalarla ilgili yapılan her tartışmada yegane büyük problem yapısal eksikliktir.” diyor Brewer.

SKH sürecinde kalkınma politikaları tamamen tartışmadan çıkarıldığı gibi, bu ajanda, üzerinde düşünülmeksizin veya tartışmaksızın hükmen kabul edilmiştir. Tek çare olarak büyümeye miyop bir odaklanmayı buna ekleyin ve sonuç olarak sürdürülebilirliğin veya kapsayıcı ekonominin antitezine ulaşın.

Yoksulluğun yapısal kökenine ilişkin bu yanlış çerçevelendirmeye ek olarak, rapor gösteriyor ki; BM’nin SKH belgelerinin içerisine yerleştirilen kalkınma kavramı “spesifik olarak, dünyanın nasıl çalıştığı ve çalışması gerektiği konusunda neoliberal ve korporatist (şirketçi) bir kavrayıştan” türemektedir.

'SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK' KELİMESİNİN ANLAMSIZLIĞI
SKH ajandası, “yoksullukla mücadele etmek için GSYİH büyümesine yaslanıldığı zaman oluşan derin sorunlar ve çelişkilerin” doğruluğunu kabul etmesine karşın, halen “farklılaşmamış, sürekli büyümeyi” kalkınmanın baş dayanağı olarak bırakır.

BM, ayrıca ekonomiyi; hakim olunacak ya da içinde çalışılacak, bağlı olunan ya da ayrık durulan karışık ve çelişkili bir kavrayış” olarak gösteriyor. Sürdürülebilirlik kelimesinin bu şekilde hiçbir inandırıcılığı kalmamıştır.

TheRules.org’un kurucusu Alnoor Ladha’ya BM’nin eleştirilerine nasıl yanıt verdiğini sorduğumda:

“BM’den ve Binyıl Kampanyası’ndan birçok kişiye bu tartışmanın nüshalarını ilettik ancak pek ilgilenmediler” cevabını aldım.

BÜYÜK EKONOMİK BÜYÜME ALDATMACASI
Şimdiye kadar bir servet harcanmış en ileri bilimsel araştırma dahi, sürdürülebilir ekonomik büyümenin dirimliliğinin, yoksulluğun da içinde bulunduğu küresel sorunlara çare olacağı konusunda şüphe uyandırmaktadır.

Worldwatch Institute’ün Nisan ayında piyasaya sürülen yeni State of the World 2015 raporuna göre daha fazla ekonomik büyüme çözüm değil. Ekonomik hedefler, büyüme merkezli olmaktan çıkıp insan refahına yönelik uygulanacak yeni tedbirlerin öncelikli gösterge olarak alınmasına doğru kaydırılmalı.

Küresel çevre, enerji ve ekonomik krizleri değerlendirmeye almak için yıllık olarak Worldwatch Institute tarafından çıkarılan bu yılki State of the World raporu; üzerinde uzun uzadıya düşünülmeyen çözümlerin ötesinde, ekonomik büyümenin çoğu çevresel problemde ana etmen olduğu ve insan eyleminin, gezegenin sürdürülebilir bir şekilde barındıracağının çok üzerinde büyüdüğü bir dünya meydana getirdiği sonucuna varıyor... Büyümenin kendisinin ulusal bir hedef olarak terkedilmesi ihtiyacının farkında olanlar henüz az sayıda.

Çoğu hükümet ve işletme halen sınırsız ekonomik büyümeyi zaruri olarak görse de gerçekte, ulusal politikanın bir sorunu olarak büyüme 50 yaşını zar zor doldurmuş durumdadır:

Üretilen işin maddi hacminin ana faktör olmadığı ama yeterli istihdam sunan ve eşitsizliği ve çevresel etkiyi azaltan bir ekonomi mümkün.

Fakat tam olarak BM’nin büyümeye dayalı sürdürülebilir kalkınma kavramı nasıl olur da “sürdürülemez”?

İspanyol bilim adamlarından oluşan dsiplinlerarası bir ekip tarafından önde gelen hakemli dergilerden (peer-reviewed) Sustainable Science’ta yapılan yeni bir çalışma, “ucuz ve verimli enerji akışları döneminin sonuna gelinecek olması sebebiyle, ekonomik büyüme döneminin kaçınılmaz şekilde yakın bir gelecekte kapanacağını” gösteriyor.

Bu tahmin, Valladolid Üniversitesi Enerji ve Sistem Dinamiği Grubu tarafından oluşturulan ve yenilebilir ve yenilebilir olmayan enerji kaynaklarını, sosyo-ekonomik sistem tarafından üretilen talebi ve iklim dinamiklerini modelleyen World Limits Model (WoLim)’e dayalı olarak yapılmıştır.

Basque Country Üniversitesi Kamu İktisat Enstitüsü’nden Dr. Inigo Capella-Perez öncülüğünde yapılan çalışma, İspanya Bilim ve İnnovasyon Bakanlığı tarafından fonlanan büyük bir düşük karbon araştırma projesinin parçası.

Sonuç bölümünde, belge; geleneksel sürdürülebilir kalkınma paradigması içerisindeki “piyasalar düzgün çalıştığı ve doğru yatırımlar yapıldığı takdirde teknolojik innovasyonun tüm sınırların ve sorunların üstesinden gelmek için ana faktör olacağı” ortak varsayımını ıskartaya çıkarıyor.

Aksine, model sonuçları “büyüme paradigması sürdüğü takdirde; yenilebilir enerji, verimlilik gelişmeleri ve diğer ‘sürdürülebilir’ kalkınma politikalarının önümüzdeki on yıllar boyunca sistemik enerji açığının olmasını önleyemeyeceğini” gösteriyor. Sonuçlar, büyüme ve küreselleşme senaryolarının yalnızca çevresel bakış açısından sakıncalı olmakla kalmayıp aynı zamanda fizıbıl olmadığını gösteriyor.

İspanyalı ekibin nihai vargısı ise; “dünyanın tamamının refahı mevcut GSYİH büyümesi paradigmasına dayandırılamaz.”

SÜRECİN 'FAZİLETLERİ'
SKH süreci tamamıyla kötü sayılmaz; insanları ve çevreyi her zamankinden daha fazla küresel politika tartışmalarının merkezine koyuyor, iş çevreleri tarafından daha önceden lanetlenmiş ekolojik kavramları yaygın hale getiriyor.

Örneğin, 2015 Sonrası SKH süreci için kaynak ve malzeme yönetimi üzerine Uluslararası Madencilik ve Metal Konseyi tarafından yazılan bir GBA makalesi “malzemelerin ve doğal kaynakların tüketiminin birçok durumda katlanarak arttığını doğruluyor. Bu, “toplumların, ekonominin ve çevrenin devamını sağlamak” için kritik olan kaynakların tedariği konusunda artan baskıdır.

Makale, bu doğrultuda, sürdürülebilir tüketim ve üretim, sürdürülebilir değer zincirleri, döngüsel ekonomi, sürdürülebilir malzeme yönetimi, yaşam döngüsü düşüncesi ve dünyanın doğal sermayesinin çar çur edilmemesi için  doğal kaynaklara olan talebin azaltılmasının da içinde bulunduğu bir dizi çevresel tekniği savunuyor.

Tüm bunlar çok güzel ancak sürdürülebilir kalkınmanın, dünyanın taşıma kapasitesini aralıksız bir şekilde büyütmeyi amaçlaması gerektiği varsayımında yere çakılıyor.

Diğer bir deyişle, teknolojik onarımlar; GBA tarafından güya kalkınma ile doğal kaynaklar ve sermayenin tüketiminin birbirinden ayrıştırılmasıyla elde edilen ve “Yeşil Büyüme” adı altında paketlenen sonsuz bir büyümeyi gerektiriyor.

Burada, “ayrıştırma” sözü, temiz teknolojik innovasyonun doğal kaynakları tüketmeksizin süresiz ve esaslı bir büyümeye imkan verebileceği düşüncesini çağırıyor.

BM’nin “sürdürülebilir kalkınma” paradigmasında halen oldukça merkezi olan ayrıştırma kavramı  bilimsel olarak tutarsız görünüyor.

Metabolik ekoloji teorisiyle Amerika Ekoloji Topluluğu’ndan MacArthur ödülüne layık görülen New Mexico Üniversitesi’nin seçkin biyoloji profesörlerinden biri olan James H. Brown’a göre BM’nin sürdürülebilir kalkınma hedefleri koca bir “oksimoron” anlamına geliyor.

Oxford Üniversitesi dergisi BioScience’ta bir hafta önce yazan Prof. Brown, Kolombiya Üniversitesi’nden Prof. Jeffrey’nin yeni kitabı The Age Of Sustainable Development’a (Sürdürülebilir Kalkınma Çağı) dikkate değer bir itiraz yükseltiyor.

Sahcs’ın kitabı, sürdürülebilir kalkınma paradigmasının, neoliberal ekonomiler tarafından bilimi harcamak pahasına nasıl sistemin bir parçası haline getirildiği konusunda açık bir kavrayış sağlıyor.

Sachs Binyıl Kalkınma Hedefleri konusunda BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon’un özel danışmanıydı ve şu anda da BM Sürdürülebilir Kalkınma Çözümleri Ağı Direktörü’dür. Hatta Ban, Sachs’ın kitabına önsöz de yazmıştır. Bununla birlikte, Prof. James Brown’a göre kitabın tezi son derece kusurlu.

Brown şunları ileri sürüyor:

...SKH’ler, başta termodinamik olmak üzere fizik kurallarını ve biyolojinin temel ilkelerini ihlal ediyor...Nüfus büyümesi gıdanın, suyun ve insan yaşamının diğer esaslarının artan kullanımını şart koşarken ekonomik kalkınma ise; mal, hizmet ve bilgi teknolojisi sağlamak adına enerjinin ve mühim kaynakların artan kullanımını çağırıyor.

Bu kaynakların mevcut kullanımı halihazırda sürdürülemez bir nüfus ve ekonomi balonu yaratmış durumda. Mevcut trend tersine çevrilemezse yıkımsal bir parçalanma kaçınılmaz...İnsanlar süratle endüstriyel-teknolojik ekonominin enerji kaynağı olan fosil yakıtların sınırlı kaynaklarını tüketiyor. Kaynak açığı; petrol, doğal gaz, metal cevheri, fosfat, tatlı su, sürülebilir arazi ve su ürünlerinin 1980’lerden bu yana kişi başı tüketimindeki azalmalarca kanıtlanmıştır.

SKH’lerin “gelişmiş ülkelerin gelişmekte olan dünyaya mal, hizmet ve bilgi satan bireyleri ve kurumları kâr ettirmek” üzere buna uygun olarak tasarlandığı gerçeğinden bağımsız olarak, Prof. Brown, sınırsız endüstriyel büyüme aracılığıyla gelişmekte olan dünyadaki yoksulluğu ortadan kaldırma çabasının alt bileşenlerinin “biyofiziksel imkansızlığını” detaylı bir şekilde inceliyor:

…ABD seviyesinde bir ekonomik kalkınma ve yaşam standardına kavuşmak için, enerji tüketiminin; Çin’de üç kat ve en yoksul gelişmekte olan ülkelerde ise on misli daha artması gerekecektir. Bu açıkça yakın gelecekte imkansızdır.

Brown ne hakkında konuştuğunu iyi biliyor. Geçen ay yayınlanan, biyokütle enerjisinin katlanarak artan tüketimine bağlı olarak uygarlığın tamamen sürdürülemez hale gelmekte olduğu konusunda uyarıda bulunan Proceedings of the National Academy belgesinin (http://www.pnas.org/content/112/31/9511.abstract?sid=bc01115e-62f2-4643-...) yardımcı yazarıdır aynı zamanda.

“Dünya’yı milyarlarca yıldır çok ağır ağır şarj olmuş bir batarya gibi düşünebilirsiniz” diyor Brown’ın Gürcistan Üniversitesi’nden yazar arkadaşı Prof. John Schramski. “Güneş enerjisi bitkilerde ve fosil yakıtlarda depolanır; ancak insanlar enerjiyi yeniden doldurulabileceğinden daha hızlı bir şekilde boşaltır.

Milyonlarca yılın ardından Dünya, canlı biyokütle içinde yaklaşık 1 trilyon ton karbon biriktirmiştir. Yalnızca insan uygarlığının son 2000 yılında dahi insanlar biyokütlenin yarısını (yalnızca geçtiğimiz yüzyılda %10’u imha edilmiştir) halihazırda tüketmiş durumdalar.

"Bu eğilimi tersine çevirmezsek en sonunda biyokütle bataryasının, Dünya’nın bizi artık ayakta tutamayacağı bir seviyeye doğru yükünü boşaltacağı bir noktaya geleceğiz” diyor Schramski.

O halde, SKH vizyonunun satır aralarında gizli olan; endüstrileşmiş seçkin sınıfın, neoliberal kapitalizmin bir yaşam biçimi olarak sorgulanamaz bir mükemmeliyete ve hatta ölümsüzlüğe sahip olduğu inancı körü körüne bir inançtır ve büyük bir kandırmacadır.

HAŞLANMIŞ KURBAĞA SENDROMU
Bilimsel gerçekliğin huzurunda bu körü körüne inancın devamlılığını ne açıklayabilir?

Brewer’a göre; SKH sürecinden enerji konusundaki tüm tartışmaları çıkarırsanız “giderek popülerliğini kaybeden neoliberal ajanda olduğu yerde kalır.”

“BM sürecindeki emsalsiz hakimiyetlerine rağmen SKH metinlerinde kurumların ve bankaların gücünün ihmal edilmiş olması başlı başına çarpıcı bir durum” diyen Brewer “Çok uluslu şirketlerin en güçlü politik aktörler olduğunu ve servetlerini güçlendirmeye son derece konsantre özneler olduğunu biliyoruz.” diye ekliyor.


Uluslararası Enstitü Raporu’ndan (2012)

“Bu, bir yere kadar kasıtlı bir durum. Bu kaygılar BM SKH sürecinde artsa da resmi belgelerde yer almıyor.” diyor Brewer.

Alnoor Ladha TheRules.org’un BM’nin resmi SKH süreciyle bu yüzden bağlantı kurmadığını söylüyor.

“Süreç bir düzmece” diyen Ladha “Bizim katılımımızı oy birliği ile kabul edecekler ve bize danıştıklarını söyleyecekler. SKH’de reform yapmaya uğraşan tüm sivil toplum grupları, en eleştirel sesler de dahil olmak üzere oy birliği ile seçilmiştir.” diye  ekliyor.

Diğer bir deyişle, SKH paydaşlarının katılım sürecinde sivil toplum gruplarının kabulü seçime bağlı olarak yapılarak bu durum kamu önündeki meşruiyeti arttırmak için kullanılıyor. Bir taraftan da, sistematik biçimde tüm sürecin gömülü olduğu politik ve ekonomik yapılara daha çaplı bir karşı çıkış sergileyen sesler gözardı ediliyor.

“Büyük kurumsal güçler, Küresel İşbirliği Paketi ve zengin uluslar aracılığıyla halihazırda incir yaprağının neye benzeyeceği konusunda mutabakata varmış durumdalar. SKH’nin nihai sözü ne olursa olsun, sundukları sistemin temel mantığında; ne pahasına olursa olsun büyümeyi teşvik etmek, damlama ekonomilerinin neoliberal oyun planı ve çevre kıyımı var” diyor Ladha.

Ancak Ladha’nın meslektaşı Joe Brewer, bu apaçık hokkabazlığın en nihayetinde ideolojinin gücüyle alakalı olduğunu vurguluyor. Neoliberal kapitalizm, yalnızca iktidar sahibi olanın gizli ittifaklarından dolayı değil, zaten her yerde olduğu için “doğal” konumlanış olarak galebe çalıyor.

Görece az güçlüsü dahil herkes, kapitalizm dışında bir dünya hayal etmeyi zor buluyor ve böylesi bir dünyanın, basitçe, bir seçenek olmadığını varsayıyor.

Oysa bilim kapitalizmin sonsuz büyüme paradigmasının sürdürülemez hale gelişinin giderek kaçınılmaz olduğunu söylüyor. Post-kapitalist dönem ufukta beliriyor. Ve kurbağa, bu örnekte insan, ölmekte olan, faydalı ömrünü çoktan tüketmiş bir paradigmanın içinde haşlanıyor.