Berlin’de İslamcı Ankara sıkıntısı derinleşiyor

Yönetenler, sosyal barışın, “İslamcı Türkler” ve tetikleyecekleri saldırgan Alman sağı nedeniyle hızla tarihe karışacağını düşünüyor olabilir. Sosyal barışı bunlarla bağlantılı gerginlik ve kopukluklarla garantiye alamayacaklarını, kriz vurmaya başladığında tıpkı dizginsiz mülteciler gibi, 82 milyonluk ülkenin temellerinin sarsılabileceğini biliyorlar.

Osman Çutsay

Hepsi birbirini izliyor sanki. AB’nin İslamcı Ankara yönetiminden duyduğu huzursuzluğu artık diplomatik imaların arkasına gizlememe kararı aldığı söylenebilir. Lider Almanya bu konuda daha açık yürekli bir yol izlemeye başladı. Angela Merkel hükümeti, Erdoğan rejiminden duyduğu rahatsızlığı, Sol Parti’nin bir soru önergesine yanıt diye yapıştırıp kamuoyunun bilgisine sunuverdi. Buna sürpriz diyemeyiz. Başka bir şey oluyor. Kaynayan başka şeyler var.

AB’nin efendisi konumundaki neoliberal Almanya, daha doğrusu Alman zenginleri, benzersiz boyutlardaki sermaye birikiminin yanı sıra sokaklarda Türkiye damgalı bir iç politika sorunuyla koyun koyuna yaşamak zorunda olduğunu anladı. Sadece siyasetçiler değil... İktisatçılar ve ekonomi medyası da, Almanya’nın, İtalya’da resmen çöküşe giden ve her an patlak verebilecek banka krizinden sonra ayakta durmasının zor olduğunu, hatta buradan alacağı darbeye Güney Avrupa yoksulları gibi tahammül gösteremeyeceğini hatırlatıyorlar. Bu endişelerin üzerine 3 milyonluk bir “halk grubunun”, patlayacak bir krizi öne çekmek veya derinleştirmek için bir aracı rol üstlenebileceği beklentisi biniyor. “İslamcı Ankara” ve “despot” kadroları, AB’nin en zengini Berlin için muhtemel bir krizin hızlandırıcısı olarak görülüyor. Bu endişelerini şimdiye dek, biraz da mülteci şantajı nedeniyle, dolaylı sinyallerle ifade etmişlerdi. Fakat artık diplomatik dili terk ettikleri görülüyor.

Art arda yayımlanan ve skandal nitelikli sonuçlar içeren son araştırmalar bir şeyin sürekli altını çiziyor: Berlin, en az Washington kadar AKP veya Erdoğan rejiminden rahatsız. İki başkent de Ankara’ya mahkûm, ama ikisi de bu İslamcıların bu halleriyle başa bela olacağını düşünüyor. Özellikle Berlin’deki “Kabak bizim başımıza patlayacak” korkusunun bu denklemde önemli bir payı var. Türk sorunu, İslamcılık ambalajıyla Almanya’yı dağıtabilir.

BERLİN 15 TEMMUZ’DA DA TEMKİNLİYDİ...

Bu belirsizlikten güç alarak olmalı, Berlin, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı bir diktatör ve Türkiye’deki AKP rejimini de bir diktatörlük olarak gördüğünü saklamıyor. Erdoğan, Berlin’in 15 Temmuz’daki darbe kalkışmasında bile kendisini desteklemediği görüşünde. Haksız değil. Gerçekten de Almanya’da Erdoğan rejimi lehine bir sempati yok. Ankara’nın elini kolunu bağlayacak olan, Berlin’in bu olumsuz yaklaşımını uygun kanallardan Avrupa ve dünya kamuoyunun bilgisine sunmaya başlaması.

Nitekim bir girişim, geçen hafta sonunda büyük sermayenin bizzat kendisi, muhafazakâr ve Almanca konuşulan dünyanın da en büyük ve en etkili ekonomi gazetesi Handelsblatt üzerinden yaşandı. Bu gazete, 12 Eylül darbesinin suskun ve etkili dış destekçisi, eski başbakanlardan Helmut Schmidt’in mirası konumundaki haftalık “sosyal demokrat” gazete “Die Zeit”ın da yayıncısı olan grubun bünyesinde yayımlanıyor. Handelsblatt, geçen hafta sonu sayısındaki geniş kapak dosyasını “Bir diktatörlüğün doğumu - 2016” başlığıyla ve Erdoğan heykeline “biat eden” Angela Merkel illüstrasyonuyla, Türkiye’ye ve etkilerine ayırdı. Avusturya ve Alman basınında “Türkiye’nin o kadar da önemli bir ekonomik kayıp olmayacağına” yönelik haberler ise artıyor.

Bunu adeta tamamlayan bir diğer çıkış da, hafta başında Sol Parti’nin verdiği soru önergesine hükümet adına Federal İçişleri Bakanlığından gelen yanıta yapıştırılarak geldi. Merkel hükümetinin, Ankara’ya “terör destekçisi bir devlet” gözüyle baktığı ilan edildi. Bu yanıtın düşünülmeden yayına verildiğini kim söyleyebilir?

“İslamcı Türklerin”, bir diğer ifadeyle, Almanya’da yaşayan ama kökleri Türkiye’deki 3 milyonluk bir nüfusun, Avrupa karşıtı dinci-milliyetçi bayraklar altında ve sokaklarda hesaplaşma sinyalleri vermesi, gerçekten tedirgin edici bir olasılık. Tedirgin edici, çünkü yakınlarda özellikle AB’nin bu hegemon ülkesini darmadağın edebilecek bir finansal-ekonomik krizin patlayacağına kesin gözüyle bakılıyor. Yönetenler, sosyal barışın, “İslamcı Türkler” ve tetikleyecekleri saldırgan Alman sağı nedeniyle hızla tarihe karışacağını düşünüyor olabilir. Kaldı ki, Alman medyası sürekli bir başka şeyi de öne çıkarıyor: Türkiye Türklerinin kendi ülkelerinde Erdoğan’a yüzde 50’lik bir destek verdiği, ama bu oranın Almanya’daki sandıklarda yüzde 60’lara çıktığı, masanın ortasında duruyor. Sosyal barışı bu gerginlik ve kopukluklarla garantiye alamayacaklarını, kriz vurmaya başladığında tıpkı dizginsiz mülteciler gibi, 82 milyonluk ülkenin temellerinin sarsılabileceğini biliyorlar.

TÜRKİYE’DEN İÇ SAVAŞ İTHALİ

Bir sınıf ve yoksulluk sorunu olan “Türk sorunu” her gün yeni bir biçim altında Almanya’nın siyasi gündemini zorlar ve Ankara’nın desteğiyle sorunları da İslamileştirirken, medya ve siyaset sınıfı, Ankara’daki bir savaşın Almanya’ya yansımasına engel olmaya çalışıyor. Sermayenin bu gergin süreçte denge aradığı, ama bulmakta güçlük çektiğini gösteren işaretler çok. Alman yayıncılığı ve okurlar, şu sıralarda en çok “kapitalizmin artık sonuna geldiğini ilan eden” kitaplara ve bu kitapların yazarlarına ilgi gösteriyor: Paul Mason, Wolfgang Streeck, Wolfgang J. Koschnick, Oliver Nachtwey gibi yeni “antikapitalist uyarıcılar” ana akım medyanın da gülleri arasında. AB ve Alman solu ise hâlâ “acil demokrasi” çağrılarıyla sosyalizm korkusunu sürdürüyor. Sistem çatırdıyor.

Belki de bu çatırtı nedeniyle, Almanca konuşulan dünyanın en büyük ve etkili günlük ekonomi gazetesi, Handelslatt, geçen hafta sonunda gazeteyi, ağır bir hakareti de göze alarak, Türkiye’ye ve “Erdoğan’ın diktatörlüğüne” ayırdı. Bu arada “burka yasağı” tartışmaları boyutlanarak devam etti. Alman televizyonlarındaki en rağbet gören tartışma porgramlarının konusu Türkiye ve İslam. Müslümanlığa cephe açmış sağ popülist AfD’nin, eylül ayındaki eyalet seçimlerinde patlama yapmasından korkuluyor. En büyük televizyon kanallarında, açıkça, adını da vererek, Almanya’nın Erdoğan ve diktatörlüğüne daha ne kadar tahammül edebileceği tartışılıyor.

AB’nin tartışmasız sahibi bir ülke, içindeki Erdoğan hayranları nedeniyle zor günlerden geçiyor. Ankara ve etkisi, sevimsiz bir risk faktörü artık. Erdoğan, Alman sermayesinin, siyaset sınıfının ve medyasının gözünde, gününü saymaya başlayan bir Saddam, Mübarek veya Mursi gibi. Berlin’in, tahtından indirilecek “Erdoğan rejimi kadrolarına” kolay kolay “sığınma hakkı” tanımayacağı anlaşılıyor. Sanki her kapitalizm kendi bacağından asılıyor.


* Boyun Eğme dergisinin 45. sayısında yayımlanmıştır.